Avrupa Birliği hakkında ne düşünüyoruz?
Almanya ve Fransa’nın bugünkü liderleri “Bir daha asla” diyorsa, o liderler hakkında ne düşünürsek düşünelim, bu duruşun kıymetini bilmek lazım
17.11.2018
Avrupa Birliği'nin geleceği açısından kritik günlerden geçiyoruz. Bir yandan, ABD ile olan sürtüşme İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumsal temelleri atılan ve “resmîyete dökülen birliktelik”, Transatlantik İttifakı, Donald Trump'ın Başkanlık döneminde ciddi bir sarsıntı geçiriyor. Avrupa, Trump'ın ABD liderliğinin ikinci bir döneme uzayabileceğinin bilincinde ve hesabında… Ve bu durum da, Avrupa'yı kendi “ayakları üzerinde” durmaya zorluyor. Öte yandan, artık tamamına erme yoluna giden, AB'den ilk ayrılık “Brexit” (şaşırtıcı da olmayan biçimde) krizli bir sürece neden oluyor.
Dahası, aşırı sağ ve sağ popülist hareketlerin oy potansiyelleri ve gündemdeki etkilerini arttırması, Avrupa genelindeki merkez siyasetin yaşadığı “aşınma” ve “parçalanma” süreçlerinin başlıca göstergesi. Merkez siyasetin kalıcı bir krizle yüzleşmesi de, AB'yi hem kurumsal hem de başlıca ülkeleri seviyesinde düşündürüyor.
Bir asır sonra “Birlik”
Bugün bildiğimiz anlamıyla, kurumsal ve hukukî yapısıyla, dayalı olduğu ilkeler bütünüyle Avrupa Birliği'nin doğuşunun üzerinden çeyrek yüzyıl geçti. Maastricht Anlaşması, 1 Kasım 1993'te yürürlüğe girdi.
Avrupa Birliği'nin temellerini atan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun kuruluşunun üzerinden 67 sene, Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun doğuşundansa 61 sene geçti.
Bu dönem, Avrupa Birliği ile ilgili başka sembolizmler de yüklü…
Dünya Savaşları'nın, Avrupa'nın üzerindeki “travmatik kurucu” etkisi malûm…
Birinci Dünya Savaşı'nın üzerinden yüz yıl geçti gitti. Ve sadece Avrupa Birliği değil, insanlık tarihi açısından "hayatî" bu dönüm noktası yaşanırken, gerçekleşen anma törenleri bazı çok sembolik görüntüleri geleceğe bıraktı.
Bir yanda, iki dünya savaşında da birbirleriyle kıyasıya savaşan, milyonlarca vatandaşlarının ölümüne tanık olan Fransa ve Almanya'nın liderleri, “birlik" mesajı verdiler.
Fransa'nın kuzeyinde Picardy bölgesinde yer alan Compiègne Ormanı'nda, Birinci Dünya Savaşı'nı noktalayan anlaşmanın imzalandığı yerde, bir asır önce savaşan Almanya ve Fransa'nın liderleri, Angela Merkel ve Emmanuel Macron'un "el ele" fotoğrafları gerçekten de çarpıcıydı.
Düşünün ki, Merkel ve Macron'un birbirlerine sarıldığı mekân Compiègne Ormanı'ndaki savaş anıtı Clairière de l'Armistice (Ateşkes Kayranı), İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler'in Fransa'yı teslim aldığı anlaşmanın da yapıldığı ve Nazilerin yakıp yıktığı bir yer… Orada, bugün de, Alman milliyetçiliğinin sembolü Kartal'ın kılıçla “etkisizleştirildiğini” tasvir eden Alsace-Lorraine Anıtı yer alıyor.
İki Dünya Savaşı'nın yıkıcılığı, anne ve babamın ailelerinde de yıkıcı biçimde tecrübe edildiğinden olsa gerek, bu Kasım gerçekleşen Birinci Dünya Savaşı anmaları beni gerçekten de çok etkiledi. Anneannemin babası, Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa'ya asker olarak yollanan ve bir daha dönmeyen biri; savaşı atlatabilmiş ama Alsace Lorraine'de yeniden evlenmiş, orada kalmış. Anneannemin ailesi, iki Dünya Savaşı'nı da Almanya'da yaşayan, tek başlarına, sadece kadınlardan oluşan bir aile olarak ayakta kalmayı başaran bir aile… İçlerinden birinin, Çek direniş lideri olan sevgilisi idam edilmiş.
Babamın ise, İkinci Dünya Savaşı'na giden yıllarda okumaya Almanya'ya yollanan ablası, orada tanık olduklarından ötürü derin bir depresyona girip bir daha da asla içine düştüğü karanlıktan çıkamamış.
Bu hikâyeler, savaşın o dehşet ve nefret dolu doğasının sadece bir parçası, insanların hayatlarını paramparça eden yönlerinin çok çok ufak bir kısmı…
Avrupa Birliği, elbette birçok kusuru olan ve ilkelerinden çok uzağa düşmüş bir yapı; ama insanlık tarihinin en büyük yıkımlarını yaşatan savaşlara “dur” demek için kurulduğunu da hatırdan hiç çıkarmamak gerek.
İki dünya savaşında kıyasıya savaşan Almanya ve Fransa'nın bugünkü liderleri bir arada “Bir daha asla” diyorsa; o liderler ve AB ile ilgili ne düşünüyorsak düşünelim, bu duruşun kıymetinin de bilincinde olmak lazım…
Türkiye ile yol ayrımı?
Avrupa Birliği, “Trump Amerikası” ve Brexit ile tetiklenen “kendi içindeki dönüşüm arayışı” ötesinde, Türkiye ile ilişkiler konusunda da bir dönüm noktası yaşıyor. Avrupa Parlamentosu'nun taslak Türkiye raporunda, müzakerelerin resmen askıya alınması istendi. AP Türkiye Raportörü Kati Piri'nin Avrupa genelinin seçim yoluyla temsîliyete sahip olan bu tek kurumuna sunduğu raporda, “Kopenhag Kriterleri'ni yerine getirmekten tamamen uzaklaştığı” gerekçesiyle, Türkiye ile müzakere sürecinin artık resmî olarak sonlandırılması çağrısı yapıldı. Bu raporun tek başına bir bağlayıcılığı olmasa da, 21 Kasım'da, AB Dışişleri Komitesi'nde rapor tartışılacak.
Müzakerelerin resmen sonlandırılması için, Avrupa Birliği Komisyonu'nun bu konuda tavsiyede bulunması ve AB üyesi ülkelerin de Konsey'de bu tavsiyeyi karara dönüştürecek biçimde onaylaması gerekiyor.
21 Kasım'daki toplantı da, tavsiyeyi resmîyete dökme sürecini tetikleyebilir. Piri'nin raporunda, Osman Kavala'nın bir yılı aşan tutukluluğuna özellikle vurgu vardı. 16 Kasım'daki Kavala'nın tutukluluğuna neden olan soruşturma çerçevesinde gerçekleştirilen, insan hakları aktivistleri, sivil toplum üyeleri ve akademisyenlere yönelik gözaltıları bir de, bu süreç çerçevesinde okumak lazım.
Her kimse, birileri, belli ki Türkiye ile Avrupa Birliği'nin bağlarının “resmen” kopmasını istiyor. AB-Türkiye arası krizin yeniden gündeme gelmesinin, Türkiye'nin zaten kırılgan ekonomisini nasıl etkileyeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Hele ki, tam da bugünlerde Almanya'da Bundesbank'ın “dünya geneli bir ekonomik kriz uyarısında” bulunduğu ve Britanya'da Brexit'in ülkenin iç politikasını iyice karıştırması sonucu küresel ekonomik dalgalanmalar yaşandığını da göz önünde bulundurursak, Türkiye'nin kırılganlığının boyutu daha da iyi anlaşılır.
Halk ne diyor?
Peki hâl buyken, Türkiye kamuoyunun kendisi Avrupa Birliği ile ilgili ne düşünüyor?
Metropoll Araştırma'nın Ekim 2018 raporundaki verilere göre, Türkiye'nin toplumunun ağırlıklı görüşü hâlâ, Avrupa Birliği üyeliğine destek yönünde. Türkiye'nin yaklaşık yüzde 44'ü, “AB üyesi olmalıyız” diyor. Buna karşılık, yüzde 40'lık bir kesim “olmamalıyız” görüşünde. Yüzde 15'lik de yanıt vermeyen veya “fikrim yok” diyen bir grup var.
AB üyeliğine destek verenler, hemen her siyasi parti seçmenleri arasında yüzde 60-40 oranında bir ağırlığa sahip. AKP'de yüzde 40, CHP'de yüzde 57, HDP'de yüzde 51, MHP'lilerin yüzde 40 ve İYİ Parti'lilerin de yüzde 56'sı AB üyeliğine destek veriyor.
“Türkiye, AB'ye üye olmamalıdır” diyenler, sadece MHP'de (kıl payı olarak, yüzde 51 oranında) çoğunlukta.
Her şeyden önce dikkat çekici olan, AB üyeliğine desteğin Türkiye genelinde yükselişte olduğu: Ocak 2018'e oranla, AB üyeliğine Türkiye kamuoyunun desteği 8 puan artmış.
“İmkân olsa, kendinizin ya da çocuklarınızın Avrupa Birliği'nde serbest biçimde seyahat edebilmesini, okuyabilmesini, çalışabilmesini ister miydiniz?” sorusuna “Çok isterdim” ve “isterdim” diyenler ise, yaklaşık yüzde 65'lik bir çoğunluk.
Ayrıca, Avrupa Birliği hâlâ, Türkiye halkının “en güvendiği uluslararası kurum”: Örneğin, Birleşmiş Milletler'in de önünde…
Ki, Türkiye'nin genel kanaati, yaklaşık 73'lük bir oranla, Avrupa ülkelerinin bu üyeliği istemediği yönünde. Yaklaşık yüzde 67'lik bir kesim de, AB fonlarının kesilmesinden rahatsız; bu kesintiyi haksız buluyor.
AB üye ülkeleri genelindeki Eurobarometer 2018 araştırmasına göre, ülkelerinin üyeliğine destek verenlerin genel oranının yüzde 60 civarında olduğunu belirtelim. Türkiye'de üyeliğe destek oranı, Avusturya ve Yunanistan'ınkiyle eş seviyede gözüküyor.
Türkiye kamuoyu, AB üyeliğinin ekonomik sorunlarını çözeceği yönünde net bir kanaate sahip. Yüzde 54'e yakın bir kesim, “Türkiye ekonomik kalkınma sağlamak için kesinlikle AB'ye üye olmalıdır” diyor. Sadece yüzde 31'lik bir grup ise bu soruya “Katılmıyorum” yantını veriyor.
Evet, Mart 2005'te Türkiye'nin tam üyelik müzakereleri başladığında, gene Metropoll'ün verilerine göre, kamuoyunun AB'ye destek oranı yüzde 76 civarındaydı. AB'ye yönelik, Türkiye toplumunda yaşanan büyük bir hayal kırıklığı olduğu kesin ama süreç, kamuoyunun gönlünde ve daha da önemlisi zihninde bitmiş değil. Bu durumda, politik seviyede ne yaşanırsa yaşansın ve ne yönelimler empoze edilirse edilsin, Türkiye'nin Avrupa bağı öyle kolay kolay kopmaz.
Hele ki, bunca badireden sonra kopmadıysa, kopamadıysa.