Kavram savaşlarında bugün: Fact-checking
8 Mart yürüyüşüyle ilgili teyitleme çalışması bana üç şeyi hatırlattı…
20.03.2019
Fact-checking, kabaca haberdeki verileri doğrulama, gazeteciliğin özünde olan bir pratik. En azından kaliteli gazeteciliğin. 2000’li yıllarından başından itibaren ise profesyonel gazeteciliğin dışında da en azından daha yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Akla gelebilecek en yaygın Pratik, siyasilerin demeçlerindeki olgu iddialarının doğruluğunu tespit etmek olarak görülebilir.
Sosyal medyanın yükselişiyle birlikte başka bir kavram, verification, sosyal medya üzerinden yayılan enformasyonun doğrulanmasında daha çok kullanılır oldu. Türkçe’de görebildiğim kadarıyla “teyit” her iki kavram için en çok kullanılan karşılık (Twitter’da teyit diye arama yaptığınızda karşınıza başka bir sosyal pratik daha çıkacak ki muhtemelen illegal bir durum, ona hiç girmeyelim).
Özellikle teyit.org’un başarılı çıkışı sayesinde bu kavram, yani teyit, “doğrulama” yerine daha çok kullanılır oldu. İngilizce karşılıklar üzerinden bakıldığında Türkiye’de fact-checking’e en iyi örnek Doğruluk Payı, verification’a da örnek teyit.org verilebilir. Ancak benim de hakemlik yaptığım International Fact-Checking Network gibi oluşumların — yeni başkanı Baybars Örsek oldu geçenlerde, kendisine buradan da bir tebrik göndermiş olayım — ve tabii ki büyük medyanın etkisiyle verification biraz geri plana itilmiş ve fact-checking daha yakında kullanılır olmuş durumda. Kavramla ilgili daha detaylı bilgi için İngilizce Wikipedia maddesine bakılabilir. Ayrıca The European Journalism Center’ın Doğrulama El Kitabı da kolektif bir çabayla Türkçe’ye çevrilmişti. Onun da linki burada.
Yazının asıl kısmını ise başka bir konuya ayırmak istiyorum. Başka birçok kavram gibi fact-checking de suistimal edilmeye ya da anlamı başka bir şekilde doldurulmaya maruz kalabilir. Çıkış amacındaki haklılığı zamanla kaybedebilir de. Paralel ve daha yaygın bir tartışma gazetecilikteki objektiflik üzerinden yapılıyor. Örneğin, her görüşe eşit miktarda yer vermek objektifliğin çıkış amacını gerçekleştirmiş oluyor mu? Dezenformasyon, komplo teorileri, neredeyse kesinlik taşıyan hatalı yaklaşımlara ne kadar yer verilmeli? ABD’de aşırı sağcıların ifade özgürlüğünü suistimal etmeleri de bu bağlamda düşünülebilir.
Asıl konuya dönecek olursak, Efe Kerem Sözeri Türkiye’deki fact-checking suistimalleri üzerine güzel bir yazı yazmıştı iki yıl önce. Bu yazıda zaten niyeti kötü olarak tanımlanabilecek oluşumlar var. Peki gerçekten işini olabildiğince nesnel bir şekilde yapmak isteyenler de istemeden amaçtan sapabilir mi? Başka bir seviyede Facebook’un bazı fact-checking inisiyatifleriyle işbirliği yapmasını bu bağlamda düşünüyorum. Zengin ve güçlü bir şirket olarak Facebook kendisine bu inisiyatifler üzerinden meşruiyet sağlıyor ama sahte haberlerin yayılmasının önünü kapatacak daha köklü çözümler üzerine kafa yormuyor. Kaldı ki bunun da kokusu çıkmaya başladı ve Facebook’tan daha güvenilir olduğuna şüphemin olmadığı Snopes işbirliğine son verdi.
Türkiye’ye dönecek olursak 8 Mart yürüyüşüyle ilgili teyitleme çalışması bana üç şeyi hatırlattı:
1) Talking to power: Fact-checking öncelikle otoritelerin iddialarını denetlemek için ortaya çıktı. Snopes örneğinde olduğu gibi demokratik bir kamusal alan iletişimini zedeleyen şehir efsaneleri, komplo teorileri de denetleme konusu oldu. Soyut bir eşit davranma adına kamusal tartışmaları belirleyen güçlü aktörlere daha az yer vermek doğru bir amaca hizmet eder mi?
2) Zamanlama (Timeliness): Sosyal medya zamanında zaman baskısı daha da arttı. Her iletişimin anlık olması gerekmiyor. Ama kamusal tartışma epey büyümüş ve hattâ artık sönmeye başlamışken şimdi teyit yapacağız demenin ne kadar faydası var?
3) Zaten geç kalınmış bir teyitlemenin uzun ve karmaşık olması ve diğer bir çok teyitlemeye göre sonucun belirgin olarak ilan edilmemesine ne demeli?
Teyit.org çok zor yapılabilecek kaliteli bir iş yapıyor. Kendilerine yönelik çoğu eleştirinin de – her siyasi taraftan gelen – haksız olduğuna şüphem yok. Egemenlere karşı konuşmanın ne kadar riskli bir iş olduğunun da farkındayım. Ama bu risk alınamayacaksa belki de hiç konuşmamak daha iyi. “Ezan ıslıklandı” iddiasını en azından görebildiğim kadarıyla ucuz atlattı Türkiye. Bu ülkenin tarihinde benzer birçok kışkırtma pratiği var. Belki Kabataş iftirası en yakın örnek olabilir yakın zamanlardan.
Teknokratik bir bakış açısı bazen parametreleri yanlış okumaya neden olabiliyor. Gündeme bile gelmemesi gereken bir kara propaganda iddiasının teknik bir irdelemeye tabi tutularak gündemde kalması propagandacının işine yarayabilir. 8 Mart olayında gündemde tutulması gereken şey her yıl renkli bir şekilde gerçekleşen yürüyüşe neden polis müdahalesi yapıldığıydı (bunu teyit.org yapmalıydı diye bir iddiam yok). Güç odakları bu gündemi vatandaşın elinden aldı.
Son olarak bir Twitter kullanıcısının – ne yazık ki aradım bulamadım sonradan – dediği gibi kimse gerçeği tekeline almak iddiasında olmamalı. Teknokratik çözümler hakikat arayışının bir aracı, ama o kadar. Hakikat kimsenin tekelinde değil. Bazı medya liderlerinin desteği, uluslararası bağlar ve fonlar ile bir otorite hâline gelmenin bir riski de bu oluyor….