Siyaseti bitmiş iktidar

Türkiye’nin hâlihazırda bekâ sorunu yaşadığına inananların oranı ne kadardır, ziyadesiyle şüpheli. Yapay bekâ histerisi siyasete dönüşemedi

ÜMİT KIVANÇ

29.03.2019

İktidarın seçim propagandasında halka söyledikleri, dört kümede toplayabileceğimiz çeşitli motiflere indirgendi:
 
1. Yalanlar
 
– Rakiplerimiz yok, hasımlarımız var, bizden başkası Türkiye’nin düşmanı.
– Hasımlarımız PKK ile işbirliği içinde, kimi adayları PKK’li ya da örgütle bağlantılı.
– Hasımlarımızı seçerseniz dağa para gönderecekler.Bu ilk grup, yalanlar kümesi. Gözü dönmüş faşistler ve gözü kapalı Erdoğan’cılar dışında bunlara inanan yok. Onlarınki de şüpheli. AKP-MHP’ye oy verecekler, buna rağmen, başka sebeplerle verecek. Bu sebeplerin ikisi en güçlüleri.

Birincisi, aslında sebep de sayılmaz, daha çok yapısal özellik: Öldür Allah bünyeden atılamayan toksik korku ve takıntılara (iliklere işlemiş otorite/baba ihtiyacı, devlete tapınma, dinî bağnazlık, ırkçılık, kendinden başkasını düşmanlaştıran milliyetçilik, “yabancı” korkusu/düşmanlığı, imparatorluk bakiyesi bilumum kompleksler…) dayalı geleneksel sağcılık.

Seçim günü yaklaştıkça sadece rezilleşmekle kalmayıp saçmalaşan yalanlarına rağmen iktidar koalisyonuna oy verecekleri bu davranışa yöneltecek ikinci sebep, şüphesiz, muhalefetin bu fırtınalı ortamda bel bağlanır bir alternatifin vücut bulmuş hali olarak ortaya çıkamayışı.
 
2. Tehditler
 
İktidarın seçim propagandasında ikinci motif kümesi, tehdit içerikli:

– İstemediğimizi seçerseniz:
a.) Görevden alır, yerine kayyım atarız.
b.) “Merkezî yönetimle uyumsuz” olurlar, çalışamazlar. Yani: Çalışmalarını en tepeden baltalarız.

Bu çerçevede, “hasmımıza oy verirseniz sizi de terörist sayarız” aşamasına da ulaşılıyordu ki, çabucak geri dönüldü. Anlaşılan kamuoyu yoklamaları bu yöndeki beyanların seçmende “aksi tesir yaptığını” gösterdi ki, cumhurbaşkanı, “Seçmene terörist diyecek kadar enayi miyim?” pozisyonuna geçiverdi.

Seçmeni doğrudan tehdit niteliği taşımasının yanısıra, iktidar propagandasının bu motif kümesi, Türkiye’de “parlamentolu” olma özelliğini fiilen yitirmiş rejimin “seçimli” olma özelliğini de fiilen yitirmekte olduğunu tescil etti. Parlamento artık nasıl hem var hem yoksa seçim de öyle. “İstemediğimizi seçtirtmeyiz”in, adaylığı baştan elemeye tâbi tutan ek yasal mekanizmalar geliştirmeye bile ihtiyaç duyulmaksızın, “seçin de, biz icabına bakarız” pervâsızlığıyla uygulanacağının ilanı, dünyada “seçmen iradesi” olarak bilinen, bizde “millî irade” olarak kutsanan kuvvetin maziye karışması demek.

Devletin, her türlü yasadışı araç ve şiddeti kullanmaya muktedir karanlık kısmından destek alan tek adam otoritesi -GBT’ye dayalı otorite!- bundan böyle “millî irade”nin de üstündedir. “İstediğinizi seçemezsiniz” bildirimi, tek adamın başkanlık yetkilerinin artırılması gibi bir hadise değil. Aynı düzlemde değil. Binaya değil temele ilişkin bir konu. Elbette şu ana kadar sahici yasal-hukukî şart ve zemin aranmaksızın hapse atılmış milletvekilleri ve belediye başkanlarının, hasım ilan edilmiş, herhangi bir yetkili konumu, resmî makamı bulunmayan vatandaşların mâruz bırakıldığı keyfî baskı işlemleriyle birlikte düşünmeliyiz bunu. Yine de, seçmen iradesinin hiçe sayılabileceğinin ilanı farklıdır, nihaîden önceki son aşamadır.
 
3. Ahiret vaatleri
 
Gelelim iktidarın seçim propagandasının üçüncü motif kümesine: cennetten parsel satma girişimleri: Bize oy veren cennete gider, Allah bize oy verenin günahlarını affeder, vs…

Bunlar üzerine söylenecek çok laf yok. Allah’ı bir partinin destekçisi gibi gösteren şu düzenbazlığa dindar insanların büyük kısmı prim verir mi, bilemiyoruz. Sanki daha çok, başka sebeplerle zaten oy vermeye kararlı olduğu partisinin ve liderinin kendilerini Allah’ın iradesinin temsilcisi gibi göstermelerini sineye çekiyor insanlar. Kendi de düzenbaz ve fırsatçı olduğu için bu söylemi beğenenler de vardır mutlaka.

Aşağıda gireceğim konu, Erdoğan+AKP’nin siyasetsizlik aşamasına varmış oluşu bakımından bu söylemin anlamı var. Gele gele yüzyıllarca önce cennetten parsel satan kilisenin yanına yerleştiler. Pazarlık şöyle: Bize kazandırın, alın size cennet! Bu, siyaset değil.
 
4. Rica minnet
 
Son olarak, Erdoğan+AKP siyasî tarihinde hiç görülmemiş vaka: rica minnet. “Bizi güçsüz komayın” yollu dilekler, üstelik, Erdoğan’ın yanısıra, iktidarın en agresif sözcüsü olan içişleri bakanı tarafından dile getiriliyor. Bu bakanın, yürüttüğü haşin kara propagandaya rengini veren tehdit ve tezviratla pek bağdaşmaz şekilde, zaman zaman miting alanında toplananlara “ne olursunuz” filan diye hitap ettiği görülüyor. Cumhurbaşkanıysa, tabanının kendisinden hoşnutsuzluğunu açığa vurmaktan çekinmeksizin ya da bunu göze alarak, “kızdıysanız, küstüyseniz de bunun hesabını sormanın yeri zamanı bu seçim değil” yollu konuşuyor. İktidarın çeşitli mensuplarının, daha çok da ortalıkta değil, sahne arkasında, sözkonusu kırgınlık ve küskünlüğün varlığını apaçık dile getirdiklerine, tabandan hesap sorma işini ertelemesini “rica ettiklerine” şahit olunuyor.

Artık, mâkûl seçenek bulduğunda çabucak kaçabilecek bir tabandan sözetmekte olduğumuz anlaşılıyor.

Tabana “bizi burada tutun lütfen” demek de siyaset değil.
 
Siyasetsizlik
 
Yukarıda zikretmediğim, iktidar seçim propagandasının “şemsiye motifi” olarak ortaya sürülen “bekâ” meselesinin işlevi ve inandırıcılığı için de benzer sözleri tekrar edebiliriz. Bu motifin, daha çok iş görmesi beklenecek MHP tabanında bile kayda değer karşılığı var mı, Türkiye’nin hâlihazırda sahiden bekâ sorunu yaşadığına inananların oranı ne kadardır, ziyadesiyle şüpheli. Yapay bekâ histerisi siyasete dönüşemedi.

Şu ibareyi kurcalayalım: İktidarın seçim propagandası. Bu üç kavramdan ikisi bilinen anlamlarıyla ortada yok. Yalnız iktidar var. Seçim, seçilenlerin iktidarca istenmiyorlarsa seçilmemiş muamelesi göreceği tehdidiyle, sahici seçim olmaktan çıkarılmış durumda. (Kurum olarak seçimin iptali sürecinin başlangıcı 8 Haziran 2015’tir.) Propaganda da, kavramın içeriğinin büzüştürülüp büzüştürülüp ne idüğü belirsiz bir topak haline getirilmesini mesele etmeyeceksek ancak bu adı hak edebilecek vaziyette.

Çünkü her şeyden önce, karşımızdaki propaganda değil anti-propaganda ve daha çok kara propaganda. Propagandayı yapan, rakiplerini düşmanlaştırıyor, sahip olmadıkları özellikler ve yapmadıkları eylemleri onlara yamayarak bildiğiniz karalama faaliyeti yürütüyor. Veya tehdit ediyor. Farklı “irade”lerin başrolleri oynaması gerektiği kabul edilmiş bir durumda (seçim/seçme), seçilme/seçilmeme sürecine sokulmayan, herkesinkinin üzerinde yeralan bir karar yetkisinin belirleyici olduğunu ilan ediyor. Erdoğan’ın ve iktidar sözcülerinin yürüttüğü seçim propagandası faaliyetini siyaset sayamayız. Çünkü bu propaganda herhangi bir vaat içermiyor. Hattâ olumlu hiçbir öneri içermiyor. Hattâ öneri içermiyor. Dolayısıyla bir değişim önerisi, vaadi, değiştirme iradesi içermiyor. Değiştirmeye yönelik kısmı bulunmayan şeye siyaset denmez. (Bu, muhalefet, özellikle sol için de ezelî-ebedî yara; tabiî burada bunu ele alamayız.)

Özü, özeti şu: Erdoğan, tek adam iktidarı için, Türkiye yerleşik düzeninin gelmiş geçmiş en -bazı bakımlardan, hattâ, tek- siyasî partisi olan AKP’yi yok etti. Devlet aygıtını kendi aslî iktidar mekanizması olarak gören bir tek adam iktidarı için parti, gerçek bir parti örgütü olmamak, istendiği gibi şekil verilebilmek kaydıyla ihtiyaç duyulan, liderin kimi işlerini gören, fakat bazen ayakbağı, hattâ tehdit oluşturması tehlikesi bile bulunan araç. Belediye de tek adamın resmini yükseğe asabilmek için itfaiye merdiveni anlamına gelebilir, azıcık zorlanırsa.

AKP’nin siyasî parti olmaktan çıkarılıp tek adama hizmet teşkilatına indirgenmesi süreci, tek adam iktidarının bir çeşit “devlet koalisyonu” halinde şekillenmesiyle birlikte yürüyünce, bunun bedeli siyasetsizlik oldu. “Ne pahasına olursa olsun tek adamı başta tutmak” diye tanımlanabilir siyaset olmaz. Böyle bir hayatî tek amaç, pragmatik, oportünist bir varoluştan ötesine imkân vermez.

Şu anda izlediğimiz -mâruz kaldığımız, kurbanı olduğumuz- iktidar propagandasının gösterdiği, bir vaat, öneri ve siyaset olarak AKP ve Erdoğan iktidarının bittiği. Artık iktidarın ancak zorla elde tutulabileceği aşamaya gelindi. Açık ve mutlak zor öncesinde, tabandan kendilerini iktidarda tutmasını “rica ediyor”lar. “Küstüyseniz de hesabı şimdi kesmeyin” demek bir siyaset tarzı olamaz. Siyasî içerik, hiç olamaz. Bu siyasete herhangi bir değiştirici unsur katılacaksa bu artık ancak değişim ihtimalinin önüne yeni set inşa etme tarzında olacak.
 
İki yakın vade sorunu
 
Çok yakın geleceğe dair iki sorun var. İlki, iktidar koalisyonunun böyle koalisyon olarak ne kadar kalabileceği. Zira kuvvetler ayrılığını cisimleştiren kurumlar, hukuk ve parlamentodan sonra seçim ve siyaset de ortadan kalkacaksa, bunlar olmadığında güvenlik ağırlıklı bürokratik işlem haline gelecek devlet yönetimi neden tek adam ve çevresini beslemek gibi bir yükü taşısın? Elbette toplumsal rıza ve ikna bütünüyle kenara atılabilir etkenler değil. Dolayısıyla Erdoğan’ın manevî tesirine bir dönem daha ihtiyaç duyulabilir. Ama eğer bu devletin geleneklerini azıcık biliyorsak, birilerinin şimdiden “bu yükten kurtulma” hesapları yaptığını tahmin edebiliriz.

İkinci yakın vade sorunu, muhalefetle ve -varolmayan- alternatiflerle ilgili. Burada bir zihniyet meselesi öne çıkıyor. Memleketin temel sorununu ve çatışma eksenini hâlâ yobazlar-çağdaşlar çemberi içerisinde arayan, Kürtlerin herhangi bir özel hakka sahip olmasını aklından geçirmeyen, “Suriyeliler” diye bir müphem özneden tiksintisiyle dünya görüşünün esas temellerini açığa vuran, sahici demokrasi ve çoğulculukla alâkası olmayan geniş grup, muhalefet iklimini hâlâ dilediğince zehirleyebiliyor. Oysa Türkiye’nin yaşadığı şu tehlike dolu garabetten çıkışı ancak çoğulculukla, oraya yönelmek de ancak Kürt meselesinde adım atmakla mümkün. En azından başını bu yöne çevirmemiş bir muhalefet asla sahici alternatif olamayacak ve bugün oluşan devlet koalisyonu yarın “dinci” olmayan bir başka tek adam veya adamlar grubunun buyruğu altında iş görmeye geçtiğinde, Ali İsmail’i öldüren polis yine Osman’ın ve başka iyi insanların ağırlaştırılmış müebbetle yargılandığı davada “şikâyetçi” sıfatıyla yeralacak.
 
  *    *    *
 
NOT: Pazar günü seçimde oy kullanmalıyız. Tamam, seçim sahici seçim gibi değil. Sahici olsa da her derde deva değil. Elbette. Eyvallah. Lâkin şu an için irademizi ortaya koyabileceğimiz güçlü bir ortam. Hem elimizde bu kadar etkili başka araç yok hem de mevcut yeni otokrasinin altından, seçilmiş olma ve çoğunluğu temsil iddiaları çekildiğinde çok önemli bir demokratik adım atılmış olacak.