Kocaman bir parantez kapanırken

Kültürel iktidar gelmiyor. Oylar azalıyor. Parti sönüyor. Tek adamın partisi olmaz. Olur da, o artık parti olmaz

ÜMİT KIVANÇ

07.04.2019

 

Acaba burada bize söylenen nedir? “Biz”, yani bu iktidardan nemâlanmayanlar, yani hakkın adaletin hüküm sürmediği ülkenin yapay bekâsını değil, hem bugününün hem istikbalinin karartılışını dert edenler, yani günün birinde cihana hakim olup kendi topraklarında insan öğütme makinelerini yağlamada kullandığı cehaleti her tarafa yayma emelleri beslemeyenler, din tüccarlığının kötü kokusundan dindarlardan daha çok mustarip olanlar, kimler tarafından vücuda getirilirse getirilsin iktidarın dizginlenmediği bir hayatın yurttaşlar için doğrudan onur kırıcı olacağını bilenler, hoyratlık yüzünden onuru kırılanlar, onur diye meselesi olanlar. Nedir burada bize söylenen?

“Artık seçim meçim de yok!” mudur?

İlköğretim beşten afacanın teki sorsun sorumuzu: “Öyle ise siz n’ol’caksınız akıllım?”

İktidar olmanın avantajlarından yalnız itibar, yetki, pâye, tatmin düzeyinde yararlanmakla kalmadıkları, bunların dünya nimetlerine tahvil edilebildiğini erken keşfettikleri anlaşılan AKP’liler, parti teşkilatının güçlüleri, işini bilirleri, Tayyip Erdoğan tek adam rejimine yöneldiğinde muhtemelen kendi konumlarında herhangi bir -olumsuz- değişiklik meydana geleceğine ihtimal vermediler. Lidere ters hareket yapmadığın sürece devam edebilecek gözüken bir çark dönmekteydi. Türkiye şartlarında, kendisini denetleyebilecek her türlü devlet kurumunu kendine bağlamış, denetlenebilmesinin zeminini ve çerçevesini oluşturacak hukuk sistemini berhava etmiş, bu denetimi mümkün kılacak toplum sözleşmesi maddesini iptal, buna dayanan kuvvetler ayrılığını lağvetmiş bir siyasî iktidar, üstelik toplumun çoğunluğundan başta kalmasına yetecek oyu alabiliyorken, kendini o iktidarın parçası sayan kimsenin en ufak tedirginlik duymasına hacet yoktu; öyle görünüyordu. Bir yandan da, tahakküm keyfi, istediğine ezâ cefâ çektirebiliyor olmanın hazzı ve dünya nimetlerinden alınan sınırsız zevkle kendinden geçmiş bulunan ikinci kademe siyasetçi -müteahhit, beyaz eşya bayii, belediye çakalı, ağzı laf yapar boş kafa- tayfası, tek adam rejiminin ne mânâya geldiğini idrakten acizdi. Küpü doldurabildiği sürece siyasetle ilgilenmiyordu zaten. İşin orasını “Reis” hallediyordu.

Sahi, Erdoğan istese, kendisine “Reis” diye hitap edilmesini üç günde önleyebilirdi. Fakat bu sıfatın ve özellikle hitabın bu memleketteki kullanılış tarzını, yerini ve tarihçesini hiç önemsemeksizin, bıraktı, “Reis” sıfatı her gün daha çok yerde kullanıma girsin, her gün daha çok ağızdan duyulsun. Ve tabiî, ahlâksızlığa dizine kadar battığında bozuntuya vermeyen, çamur seviyesi bel hizasını geçtiğinde azıcık mızmızlanan, nihayet boğulma raddesine geldiğinde ses çıkarmak mecburiyetini hisseden, ancak iktidarın kendisine tattırdığı, onun hizmetkârı olmasa tadamayacağı ikbalden de vazgeçemeyen birileri, “Moralimiz bozuk, Reis, içimiz kan ağlıyor” edebiyatı yapabilsinler. Benim kadar da mı merak etmediniz, allahaşkına, tafrasından geçilmeyen muktedir İslâmcılar, Erdoğan neden rahatsız değildir, orijinali başka birilerine ait bu adresi belli sıfattan? Kültürel iktidar utangaç bir yağmur gibi, bu elimi baldan, şu elimi yağdan çıkarmayayım ama yoksulların sesi de olayım diye ağlaşanların kimseyi serinletemeden buhar olacak gözyaşı damlalarıyla gelecek.

Kültürel iktidar gelmiyor. Oylar azalıyor. Parti sönüyor. Tek adamın partisi olmaz. Olur da, o artık parti olmaz. Şu anda konumunu, itibarını, gücünü, üstünlüğünü, her şeyini var eden kuvveti belediye paralarıyla büyük partiler halinde alınmış balyozlarla, hiltilerle, iş makineleriyle paramparça eden, kendi haysiyetini kendi ayaklarıyla çiğneyen, bir garip trans veya vecd halindeki, intiharî bir gizli mezhep var sanki karşımızda. “Seçime inanmayın!” diye haykırıyorlar. “Verdiğiniz oyun na şu kadar değeri yoktur!” Başparmaklarını küçük parmaklarına götürecekken parmakların ikisi Rabia’ya, ikisi kurt işaretine yöneliyor. Felç hali.

 

Parti teşkilatı: Brütüs’ler serası

 

Kendi hukukuna hiç değilse mâkûl ölçüde uyan bir devlete sahip olabilmeyi ve birarada, birbirini tanıyarak yaşayabilmeyi, ülke nüfusuna kayıtlı kimselerin “yurttaş” sıfatıyla anılabilmesini, hukuktan, adaletten sözedilebilecek ortamın varolmasını, anlaşılan, bugünkü iktidar ülke olmanın, ulus olmanın şartı saymıyor. Bunlarsız yaşanacak hayatta siyasî partiye ihtiyaç yok. Gerek yok. Aksine. Siyasî parti, bütünüyle keyfî tek adam rejimi için gayet tehlikeli, rahatsız edici, başlı başına tehdit unsuru sayabileceğiniz bir yapı. Bugün seni başta tutmak için örgütlenen ahali, yarın seni indirmek için de aynı haltı yiyebilir. Sıkı çalışan bir örgütün içerisinde ne Brütüs’ler yetişir, neler neler döner.

Bizimki gibi, devletin her durumda belirleyici özne veya en azından belirleme makamı kaldığı toplumsal yapıda tehdit-tehlike faslı belki kenara itilebilir. Yine de, siyasî parti -iç veya dışa yönelik- faaliyetinin büyük bölümü, tek adam rejimi için fuzulîdir, yer-zaman işgal eder, rol çalar.

Evet, zaman zaman liderin topluma seslenişine aracılık edecek, zaman zaman toplumun hücrelerini dinleyip gözetleyerek lidere canlı bilgi sunacak, gerektiğinde pankartları asacak, miting kalabalığına çeki düzen verecek teşkilat ve partililere ihtiyaç duyulabilir. Fakat parti teşkilatı konumunun ve öneminin hızla irtifa kaybettiğini ve bu sürecin bir aşamasında artık tamamen önemsizleşeceğini idrak etmeye başladığında, şunu da derin yeis içerisinde teşhis edecektir: Bütün bu işleri yapmak için liderin elinde bizzat devletin kadroları, kimi gizli, kimi silahlı teşkilatları, istihbaratı, polisi vs. vardır. “AK Parti İlçe Başkanı”nın civardaki MİT görevlisiyle kıyaslandığında bir hiç olduğunu anlaması uzun sürmeyecektir.

Yerleşik siyasette parti teşkilatının kendini vazgeçilmez ve anlamlı kılabileceği, yaslanarak hak iddia edebileceği esas hadise, seçimlerdir. Teşkilatta yükselme, seçim başarılarıyla gelir. Partililer kendilerini seçim ortamlarında gösterirler. “Seçim yok” demek, böyle bir parti içi hayat da olmayacak demek.

Erdoğan, seçim propagandası döneminde açık seçik gösterdi: Beni oyluyorsunuz, dedi. Sözümona partisinin seçim için vitrine koyduğu şahısları tv programında oturduğu yere bile yaklaştırmadı. Artık halk nezdinde Erdoğan dışında kendi şahsiyeti, itibarı ve icabında inisiyatifi bulunan bir parti örgütü yoktur. “AK Parti” diye bir siyasî teşkilat yoktur.

 

Geleneksel kulvardan ayrılış

 

AKP, ölenin arkasından konuşuyoruz, haydi merhumun arzu ettiği şekilde, “AK Parti” diyelim, bu parti, böylece geleneksel Türkiye sağ kitle politikasından da kendini ayırıyor. Türk yerleşik sağcı kitle partisi için seçimler âdetâ kutsaldı. “Millî irade” mitos, tabu, tapınak, ilahtı. Türkiye yerleşik sağcılığı, seçimli parlamenter rejimi “millî irade”ye yüklediği çarpık anlamla buruşturmuş, orasını burasını yırtmıştı: Çoğunluk oyunu bir defa alan her şeye kâdirdi, bizim sağcılığa göre. Hak, hukuk, adalet… bunlar millî iradenin egemenliğine mâni teşkil etmemeliydi. Yüzde 60-65 toplam oyu garanti olan sağcı kitle partileri, bir yandan itişir göründükleri vesayet rejimiyle temelde pek çok hayatî konuda gayet güzel anlaşırlar, ama iş isteklerini dayatmaya geldiğinde başvurulan yetki makamı hep “millî irade”ydi.

AKP de bunu hep kullandı. Çünkü partiydi; böyle dayanaklar olmaksızın yürüyemez, ilerleyemez, tutunamazdı. Artık iktidarda bir parti yok. Lider partisini eritti, başka şeye dönüştürdü. Geleneksel yerleşik sağ politika kulvarını da terk ediyor.

Bu arada sanırım bir husus fena ihmal ediliyor. Seçimler Türkiye’de sadece iktidara gelen/gelecek partiler için meşruiyet zemini ve kaynağı değil. Çok partili siyasî hayata geçildiğinden bu yana, seçimler, devlet-toplum ilişkisinde de topluma inisiyatif tanıyan, aidiyet hissini pekiştiren temel olgu. “Seçim artık yok!” başka şeylerin de artık varolmaması sonucunu doğuracak. Kaçınılmaz. Hemen görülmeyebilir, kısa zamanda ortaya çıkacaktır, nereye nasıl sürüklenilebileceği.

Son operasyon yalnız AKP’nin intiharı olarak görülemez, dolayısıyla. Burada sahiden kocaman bir parantez kapanabilir. Umarım verdiğiyle beslenmekten vazgeçtiğimiz, inşaat alanı olarak kullandığımız topraklarımızda, rüşvet diye dağıtılan kötü kömürle kirletip içimize çektiğimiz havada, karşıdan baktığımız ve korktuğumuz denizlerde, üzerlerine kullan-at elektrik santralları kurup mundar ettiğimiz ırmaklarda, hektar hektar kesip mahvettiğimiz ormanlarda, işte, biryerlerde, hoyratça ve hunharca kapatılmış parantezin içerisine kırmızı mürekkeple yazılacak o sondan hepimizi esirgeyecek sağduyu ve cesaret saklıdır; ve çok geç olmadan ortaya çıkar.