Ayşe Öğretmen ve bir ifade hürriyeti dersi
AYM’nin özgürlük karşıtı ve özgürlük lehine kararlarının birbirini izlemesi de bir tesadüf olmayabilir tabii…
12.05.2019
Anayasa Mahkemesi tam öldü derken, bir bakıyorsunuz özgürlükler lehine bir karar veriyor. Çok kötü, büyük hayal kırıklığı yaratan kararlarını, bir yaraya, küçük de olsa merhem olan bir kararı izliyor.
Yine öyle oldu…
Cumhuriyet gazetesi yazarlarının bir kısmının yaptığı başvuruda, “bunlarda hak ihlali” yok dedi. Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak'ın başvurularında da, aynı şekilde karar verdi. Yani yüksek mahkemeye göre, Cumhuriyet yazarlarının FETÖ’den mahkûmiyetleriyle sonuçlanan tutuklanmalarında, yine keza Ahmet Altan’ın darbeye teşebbüsten mahkûmiyetine varan uzun tutukluluğunda “makûl suç şüphesi” vardı.
Halbuki, Şahin Alpay ve Mehmet Altan kararlarında, gazetecilerin, şiddete çağrı niteliğinde olmayan söz ve yazılarının bir suç delili olamayacağını söylemişti. Ahmet Altan’ın, Nazlı Ilıcak’ın başvurularında veya Cumhuriyet yazarlarında, söz ve yazıdan başka bir delil mi buldu Anayasa Mahkemesi, ki farklı bir karara vardı? Hiç zannetmiyorum.
Söz konusu olan, iktidarın hışmını üzerine çekmiş olanların başvurularının Anayasa Mahkemesi tarafından farklı bir muameleye tabi tutulmasıdır.
Ayşe Öğretmeninki gibi, nispeten iktidarın radarının dışında kalmış davalarda Anayasa Mahkemesi gerçek bir mahkeme gibi karar verebiliyor. Ama iş, yukarılardan bir yerlerden işaret edilenlere gelince yaklaşım tamamen değişiyor.
Bu özgürlük karşıtı ve özgürlük lehine kararların birbirini izlemesi de bir tesadüf olmayabilir tabii…
Gazeteciler için verdiği kararlar için eleştirilirken, bir anda Ayşe Öğretmenin serbest bırakılmasını sağlayan bir kararla çıkıyor karşımıza Anayasa Mahkemesi…
Statükocu yanından sonra, özgürlükçü yanını gösteriyor. Tam öldü derken, bir yaşama belirtisi gösteriyor. Ama bu yaşama belirtileri ne hikmetse, hemen her zaman iktidarın gözünü dikmediği bir alanda ortaya çıkıyor.
Gazetecilerin gerekçeli kararları yayınlanınca, o kararların insan hakları hukukunun temel prensipleriyle ne kadar uyumlu olduğuna bilahare bakarız…
Ama bu yazıda Ayşe (Çelik) Öğretmen kararının ne anlama geldiğine, bu kararın, Barış Akademisyenleri ve haklarında terör propagandası nedeniyle dava açılan yüzlerce doktor, gazeteci ve düşün insanları için özgürlüğe doğru bir pencere açıp açmadığına bakmak istiyorum.
Ayşe Öğretmen Beyaz Şov’a bağlanıp, “Türkiye’nin doğusunda, güneydoğusunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? Burada doğmamış çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor…” dedikten bir süre sonra soruşturmaya uğramış ve hepimizin içini acıtır bir biçimde küçük bebeğiyle hapse girmişti. Sonra çıktı, hüküm giydi, tekrar içeri girdi; bu defa çocuğu dışarıda, kendisi içerideydi.
Ayşe Öğretmen’in bu sözleri, pek çok diğer vakada olduğu gibi, savcı ve mahkeme tarafından “Terör örgütü propagandası yapmak” olarak değerlendirildi.
Terörle Mücadele Kanunun “terör örgütü propagandası” yapmayı düzenleyen 7/2. maddesinin zaman içinde nasıl değişime uğradığını bilen bir hukukçu olarak, mahkemelerin nasıl kolayca bu soruşturmaları yapıp, bu şekilde ceza verebildiklerini hayretle izliyorum.
Bana göre, gerek Barış Akademisyenlerine ceza verirken, gerek tabipleri soruştururken, gerekse daha başka pek çok insana bu maddeden hukukî işlem yapılırken, savcılar ve mahkemeler, hiçbir yoruma ihtiyaç duyurmayacak kadar açık ibareleri görmezden geliyorlar…
Sanki Terörle Mücadele Yasası değişmemiş gibi, sanki hâlâ eski TMK 7/2 yürürlükteymiş gibi soruşturma yürütüp, hüküm oluşturuyorlar…
Eskiden, Terörle Mücadele Kanunu “örgüt propagandasını” suç sayıyordu. Hâl böyle olunca, Kürt sorunundan bahsetmek bile, kolayca bu sepete konuluyor, herhangi “aykırı” bir fikir, propaganda kabul edilip, bu maddeden ceza alıyordu.
Bu cezalar, Türkiye’nin AİHM önünde, defalarca mahkûm olmasına neden oldu. Çünkü, bu mahkûmiyetlerin pek çoğunda AİHM, ifade hürriyetinin kısıtlanması için ön koşul kabul ettiği, nefrete ve şiddete teşvik unsurlarını göremiyordu.
Bitmek bilmeyen bu mahkûmiyetlerin ardından TMK 7/2 değiştirildi. Daha netleştirildi, mahkumiyet için daha somut kriterler getirildi.
“Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi” cezalandırılır, denildi.
Sanırım bu maddede neyin cezalandırıldığını anlamak için hukukçu olmaya bile gerek yok. Bu maddeden ceza verebilmek için terör örgütünün çok spesifik bir şekilde propagandasının yapılması gerekiyor. Örneğin, “silahlı mücadeleyi” övmeniz; örneğin atılan bir bombanın ardından, “iyi yapıldı” gibi bir şeyler söylemeniz gerekiyor.
Üstelik madde metni değiştirilirken, neden değiştirildiği de o kadar net bir şekilde açıklandı ki, doğal olarak, artık hâkimlerin eskisi gibi “geniş” yorumlar yapmamasını bekliyorduk…
Bakın madde değişiklik gerekçesinde neler söyleniyor:
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi; şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edecek nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır. Yapılan düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmekte, maddeye ‘cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde’ ibaresi eklenerek, suçun kapsamı İHAM standartlarına uyumlu hale getirilmektedir.
Bu kadar açık bir hükme ve bu kadar açık bir gerekçeye rağmen Türkiye yargı sistemi, sanki eski madde yürürlükteymiş gibi mahkûmiyetler vermeye devam etti.
Ayşe Öğretmen de, özü itibariyle, Diyarbakır Sur’da güvenlik kuvvetleriyle PKK militanları arasındaki çatışmalarda sivillerin de öldürüldüğünü söylediği için bebeğiyle hapse girdi; cezalandırıldı. Keza barış akademisyenleri “bu suça ortak olmayacağız” deyip, Güneydoğu illerinde güvenlik güçlerinin operasyonlar sırasında meydana getirdikleri hak ihlallerini eleştirdikleri için mahkûm oldular. Türk Tabipler Birliği üyeleri Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin operasyonunu eleştirip “savaş bir halk sağlığı sorunudur” demeleri nedeniyle mahkûm edildiler.
Bunların hepsi de aynı kapıya çıkıyor. Çok açık ki, Ayşe Öğretmen de, akademisyenler de, tabipler de, çatışmaların, operasyonların meydana getirdiği insan hakları ihlallerini eleştiriyorlar.
Nitekim Anayasa Mahkemesi Ayşe Öğretmen’e ilişkin kararında (başvuru no: 2017/36722) işte tam da bunu söylüyor. Diyor ki:
Başvuruya konu olaydakine benzer konuşmalarda dikkate alınacak esas unsur konuşmaların kin ve düşmanlık barındırıp barındırmadığıdır. Devletin terör örgütü ile giriştiği meşru mücadelede yaşanan sosyal veya bireysel sorunlara ilişkin açıklamalar-bunlar tamamen öznel değerlendirmeler olsa dahi-tek başına terör suçlarını işlemeye hazır bulunan insanları bilinçlendirmeye veya cesaretlendirmeye olanak sağlayan, bu suçların işlenme riskini arttıran düşünce açıklamaları kabul edilemez.(…) Somut olayın koşullarında başvurucunun sözleriyle hendek olaylarında güvenlik güçleri ile çatışmaya giren örgüt üyelerini övdüğü, terör örgütünü yücelttiği, çatışmalara doğrudan katılan güvenlik gücü mensuplarına karşı özellikle bir nefret aşıladığı veya şiddete başvurmayı cesaretlendirdiği değerlendirilmemiştir.
Yani kısacası, Ayşe Öğretmen kararında AYM, bütün yargı sistemine TMK’nın değiştiğini, sırf güvenlik güçlerinin operasyonlarını eleştirmenin terör örgütü propagandası olamayacağını söylüyor.
Türkiye’de hukuk standartları o kadar geriledi ki, bizler de, aslında madde metninde bile apaçık olan bir şeyi AYM söyledi diye seviniyor, bir avuntu buluyoruz. Tabii ki, bu karar, barış için söz söyleyen akademisyenler için de, tabipler için de, gazeteciler için de bir emsal niteliğindedir.
Apaçık ortada olan TMK 7/2. Maddesinin ne dediği AYM tarafından bir kere daha açıklanmıştır. Peki Ayşe Öğretmen’in başvurusunda verilen bu ifade hürriyeti dersi Türkiye yargısı tarafından anlaşılıp, öğrenilecek midir?
Belki daha da önemli soru, AYM, madem ki bu konuyu açıklığa kavuşturdu, önünde duran pek çok “terör propagandası” konulu mahkûmiyetleri bir an önce ele alıp karara bağlayacak mıdır?
Yoksa, bu küçük merhemle yetinmemizi isteyip, yine başını başka bir tarafa çevirip, ifade hürriyetinin sürekli ayaklar altına alınmasına seyirci kalmaya devam mı edecektir?