Avrupa’nın “kader” seçimi
Popülizmin yükselişiyle ilgili karamsar tahminler yapılırken, Hollanda’da Sosyal Demokratlar beklenmedik bir zafer elde etti
25.05.2019
"Kader seçimi" tanımlaması, bugüne kadar Türkiye gibi "demokrasi sancıları" yaşayan ülkeler için sıklıkla kullanıldığını duyduğumuz bir ifade. Ancak, bu sefer tam da bu tanımlamaya uyabilecek bir seçim, Avrupa Birliği'nde gerçekleşiyor: 23-26 Mayıs'ta Avrupa Parlamentosu seçimleri var. "Normal şartlar" altında, Avrupa Parlamentosu seçimleri, çok önemsenen, üzerine çok konuşulan seçimler değil; hele "kader seçimleri" olarak nitelenebilecek oylamalar hiç değil. Ancak, bu kez durum çok farklı: aslında bu açıdan, 2019 Avrupa Parlamentosu seçimleri ile, 2019 Türkiye'deki yerel seçimleri nitelik olarak çok benzeşiyorlar. Her iki seçim de geçmişteki (göreceli) "önemsizliklerinin" aksine, gerçekten de "dönüm noktası" yaşatan/yaşatabilecek potansiyelde oylamalar.
İki seçim arasından asıl "kader seçimi" sayılabilecek olan herhalde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin "ikinci turuyla" uzatmalı hâle gelen Türkiye'nin yerel seçimleri. Ancak, İstanbul'da nasıl 25 yıllık bir değişim yaşandıysa, Avrupa Birliği tarihinde de gene çeyrek yüzyıllık bir dönüşüm yaşanması söz konusu. Merkez sağ ve merkez sol, ilk kez 751 sandalyeli Avrupa Parlamentosu'ndaki çoğunluğunu kaybedebilir. Bu seçimler sonucunda, Financial Times'ın verilerine göre, merkez sağ platformu oluşturan Avrupa Halk Partisi (European People's Party-EPP) grubunun, yaklaşık 171 temsilcisi olacak. Politico'nun verilerine göre ise, EPP'nin temsilci sayısı, yaklaşık 168 civarında kalabilir.
Öte yandan, merkez solu temsil eden Sosyalist ve Demokratların İlerici İttifakı (Progressive Alliance of Socialists and Democrats-S&D), Financial Times'a göre 151 ve Politico'ya göre de 147 temsilci çıkarabilir. Şimdiden, 23 Mayıs’ta Hollanda’da gerçekleşen oylamanın çıkış sonuçları alındı bile ve bu sonuçlara göre, İşçi Partisi (Partij van de Arbeid-PvdA) seçimin galibi oldu. Hollanda’dan gelen bu ilk sonuçlar, seçimlerden hemen önce konuşulmaya başlanan bir “olası sürprizin” hakikaten de gerçekleşebileceğinin ilk işareti olabilir. PvdA, onlarca yıldır yıldızı düşüşte olan bir parti. Hele, 2017’deki son genel seçimlerde, Hollanda genelindeki oyu yüzde 5 civarına kadar da düştü. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ise oyları yüzde 36-37 civarına çıkmış gibi gözüküyor. PvdA’nın ve Avrupa Parlamentosu’nda merkez sol Sosyalist ve Demokratların İlerici İttifakı’nın lideri olan Frans Timmermans’ın da (gene) sürpriz biçimde Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı olması artık öyle çok da uzak bir ihtimal değil. Yakın zamana kadar genel kanaat Avrupa Halk Partisi lideri Manfred Weber’in, Jean-Claude Juncker’den boşalacak olan AB Komisyonu Başkanlığı koltuğuna oturacağı idi. Ancak, hem Sosyal Demokratlar’ın “Bahar Geliyor” sözleri ile başlattıkları seçim kampanyası etkili olmuşa benziyor; hem de muhafazakâr sağ EPP, aşırı sağ ve popülist partilerle rekabet için onlara yakınlaşan siyasi çizgisinden ötürü destek kaybediyor. Timmermans liderliğindeki Sol ve İlerici çizgi ise, ilk kez sağ popülizm ve muhafazakâr sağa “cevap yetiştirmek” yerine, kendi yolunda gidiyor ve somut politik vaatler, projeler ortaya koyuyor. Timmermans’ın kendisi, Avrupa Parlamentosu seçimleri için kampanyaya başlarken, AB geneli için şu vaatlerde bulunmuştu:
—Avrupa’nın işçi sendikaları ile yakın bağ ve dayanışma,
—“İnsanî/âdil çalışma koşullarına, insanî/âdil ücret koşulları”,
—Adaletli vergilendirme sistemi,
—Afrika ile yakın bağlar ve dayanışma,
—Avrupa genelinde yüksek emlak fiyatları başta olmak üzere çeşitli nedenlerle halkın başlıca sorunu haline gelen “barınma meselesi”nin çözülmesi,
—Cinsiyet ayrımcılığı kaynaklı şiddetin Avrupa genelinde bitirilmesi (Timmermans, bunun kişisel olarak “imzasını taşıyan proje” olmasını istediğini de söylüyor).
Sosyal Demokratlar, çok da ironik biçimde Türkiye’nin yerel seçimlerini çağrıştıran “Bahar Geliyor” iddiasıyla güçleniyorlar; Avrupa ile sandığımızdan çok daha benzer siyasi trendlerin etkisi altındayız belki de. O kadar ki, Avrupa aşırı sağı ve popülist sağının sloganı da oldukça aşina gelecek: “Ortak Akıl Avrupası’na Doğru”. Bu sloganın ileri sürdüğü ana fikir de “aynı gemideyiz” manasına gelebilecek “şer güçlerine karşı birleşme ittifakı”.
Popülistler çıkışta mı?
Sosyal Demokratlar ve kendilerini “İlerici” (Progressive) olarak niteleyen politik hareketler, Avrupa genelinde merkez gücü yavaş yavaş eline almaya başlıyor olabilir. Peki ya, milliyetçi/Avrupa Birliği’ne şüpheyle yaklaşan siyasi hareketler ve sağ popülist partiler? Seçim öncesi projeksiyonlara göre, onlar da Avrupa Parlamentosu’nun yüzde 30-35’ini oluşturabilir.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde en yüksek profile sahip olan sağ popülist partilerin başlıcası, “Salvini’nin Halklar ve Uluslar için Avrupa İttifakı” (Salvini’s European Alliance of People and Nations). Bu grup, İtalya’nın Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Matteo Salvini’nin liderliğini yaptığı bu İttifak, Avrupa genelinden 10 partiden oluşuyor. Kendi ülkesinde aşırı sağ parti “La Lega”nın (Lig) lideri olan Salvini’nin ittifak yaptığı partilerin başını, Fransa’dan Marine Le Pen’in “Ulusal Bütünleşme”si (Rassemblement national), Hollanda’dan Geert Wilders’ın Özgürlük için Parti (Partij voor de Vrijheid) ve Almanya için Alternatif (Alternativ für Deutschland-AfD) çekiyor. Ayrıca, Finlandiya’nın aşırı sağ partisi Finler (Finns-Perussuomalaiset), Estonya’nın Muhafazakâr Halk Partisi (Eesti Konservatiivne Rahvaerakond) gibi kendi ülkelerinde giderek kilit siyasi rol oynamaya başlayan partiler de bu ittifakta yer alıyor. “Normalde” Avrupa Halk Partisi/EPP çatısı altında olan Viktor Orbán’ın partisi Fidesz ile de görüşmeler sürüyor. Aşırılıkları nedeniyle Fidesz, Avrupa Halk Partisi/EPP’den atılmıştı. Ancak, Avrupa’nın en büyük sağ koalisyonun olan EPP’nin lideri Weber’in “örtük” desteği ile Fidesz’in, Avrupa Parlamentosu’ndaki EPP grup üyeliği sürüyor ve seçimlere de bu ittifak ilke giriyorlar. Ama bir kez Parlamento’ya girdikten sonra Fidesz’în ne yapacağı meçhul: Macaristan Başbakanı Orbán, siyasi kaderini giderek Salvini’ninki ile birleştiriyor gibi gözüküyor. Salvini’nin İttifakı’nın, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yaklaşık 73 sandalye kazanması bekleniyor; Fidesz’in ise 14 temsilcisi olması muhtemel. Eğer seçimlerden sonra Fidesz, EPP’ye resti çekip, Avrupa Parlamentosu’ndaki gruplarından ayrılırsa, bu durum gerçekten de muhafazakâr sağın “çakılma noktası” olabilir.
Orbán ve “Avrupa’nın en önemli adamı” olarak nitelediği Salvini, mayıs başında Budapeşte’de buluşmuş ve ardından beraberce Macaristan’ın “Avrupa’ya olan göç akınını engelleyen seti çektiğini” iddia ettiği Sırbistan sınırını ziyaret etmişlerdi. Macaristan Başbakanı Orbán, “Avrupa’yı göç akınından” kendisinin kurtardığını, fakat “tehlikenin” bitmediğini; sırada Afrika’dan Avrupa’ya yaşanacak “akınların” olduğunu öne sürüyor. Tam da bu noktada, Timmermans’ın sol ittifakın seçim kampanyasına başlarken sözünü ettiği, “Afrika ile dayanışma” vaadinin anlam ve ehemmiyeti herhalde daha iyi anlaşılıyordur.
Orbán ve Salvini’nin yakınlaşması, sağ popülist ve milliyetçi partilerin Avrupa Parlamentosu’nda kazanacağı sandalye sayısından da önemli bir gelişme. Salvini’nin grubu dışında, İtalya’daki koalisyon ortağı “Cinque Stelle/Beş Yıldız” ve Britanya’nın Avrupa Parlamentosu’ndaki başlıca siyasi grubu haline gelmesi muhtemel, sağ popülist Nigel Farage’ın kurduğu Brexit Partisi de yaklaşık 48 temsilciye sahip olacak gibi gözüküyor. Şimdilik, Salvini’ciler ve Beş Yıldız-Brexit’çilerin ortaklaşması gibi bir yönelim yok; ama popülist çizgide “ortaklaşma”, Salvini grubunun başlıca hedefine dönüşmüş durumda.
Salvini’nin hareketi, Donald Trump’ın eski kampanya ortağı ve “Ulusal Güvenlik Stratejisti” Steve Bannon’ın da desteğine sahip ve “ortaklaşma” hedefini sürekli vurgulayan da Bannon’dan başkası değil. Salvini, Bannon ile fazla bir arada gözükmemeye çalışıyor: buna karşılık, Bannon’ın Brüksel’de kurduğu “The Movement” (Hareket) adlı siyasi kuruluş, İtalya’da son derece faal. Bannon tarafından, Roma yakınlarında bir manastırda kurulan “Dignitatis Humanae/İnsan Onuru Enstitüsü”, geleceğin sağ muhafazakarlarını yetiştirmeyi hedefleyen bir akademi. Bannon’a göre de Salvini’nin İttifakı, eğer başarılı olursa, tüm dünyayı etkileyecek boyutta bir “siyasi deney”.
Avrupa Parlamentosu’nda güç kazanmış, ortaklaşmış bir popülist grup, hakikaten de Avrupa ve hatta dünya için, siyasi gücün kalbine yerleşmiş bir “Truva Atı”ndan farksız olur. Avrupa’nın “kader seçimi” demekte, sizce haksız mıyım?