Varlığını kabul etmediğiniz bir sorunu nasıl çözebilirsiniz?

Büyük emeğin heba olmaması için gereken, sorunların üzerinde çözüm bulacağı “gerçeklik idrakini” Yargı Reformu Stratejisi’nde göremedim…

ORHAN KEMAL CENGİZ

10.06.2019

 

Uzun yıllar önce İngiltere’de kalırken TV’de izlediğim bir haberde duyduğum bir mesajı hiç unutamıyorum.

Geri kalan detayları hayal meyal hatırlıyorum.

Sanırım İngiltere’nin bir yerinde siyahî bir genç saldırıya uğramış, ardından da, polisin saldırganları kolladığı şayiası yayılmış ve bazı toplumsal gösteriler meydana gelmişti.

Dedim ya, detaylar çok net bir şekilde aklımda değil.

Ama bir “detay” var ki onu hiç unutamadım…

Bir polis müfettişi TV’ye çıkmış ve bu olaya ilişkin yürüttükleri soruşturmanın sonuçlarını açıklamıştı.

Mealen şöyle demişti: “Yaptığımız araştırma ve soruşturmaların ardından, İngiltere polis teşkilatının belli bölümlerinde ‘kurumsallaşmış bir ırkçılık’ (Institutionalized Racism) bulunduğunu tespit ettik.”

Polis müfettişinin o sözleri beynime kazınmış…

Bu dürüst tespit, bu itiraf çok derinden bir şekilde etkilemişti beni…

 

***

Geçenlerde biliyorsunuz, Adalet Bakanlığının hazırladığı “Yargı Reformu Stratejisi” açıklandı.

İşte o strateji belgesini okurken, tekrar yukarıda anlattığım olayı hatırladım…

Ne alaka derseniz?

Neredeyse yüz sayfayı bulan, Adalet Bakanı’nın söylediğine göre on binlerce kişiye danışılarak hazırlanmış bu belgede, ısrarla yukarıdaki gibi bir “itiraf” aradım…

Türkiye’nin şu anda hukuk ve insan hakları alanında yaşadığı derin krizin, bir şekilde itiraf edildiğini; açık, kanayan yaraların ciddiyetinin idrak edildiğini belirten bir işaret görmek istedim.

Bunları görmek istedim, çünkü, bu belgenin gerçekten ciddi bir emek verilerek hazırlandığını, belgenin mimarlarının ciddi bir şekilde kafa yorduklarını düşünüyorum…

Bu kadar büyük bir emeğin heba olmaması için gereken, sorunların üzerinde çözüm bulacağı “gerçeklik idrakini” bu belgenin hiçbir yerinde göremedim.

 

***

Geleceğe ilişkin bir umut, bir ışık görmek istediğiniz belgede, “son on altı yıllık süreçte Türkiye’de ifade ve medya özgürlüğünün geliştirilmesine yönelik önemli adımlar atılmış…” diye başlayan bir cümle okuduğunuzda sadece karamsarlığa kapılmıyor, ıstırap da duyuyorsunuz.

Yine keza işkence konusunda da “Geçmişte ileri sürülen sistematik işkence ya
da kötü muamele iddiaları artık bulunmamaktadır” deniliyor bu belgede.

Gerçeklik algısı bu kadar bozulmuş iken, nasıl olup da, sorunlar çözülecek?

Varlığını kabul etmediğiniz, şöyle ya da böyle, gerçeğe yakın bir şekilde tasvirini yapamadığınız bir sorunu nasıl çözebilirsiniz?

Belgenin açıklanmasının ardından, İnsan Hakları Savunucusu Eren Keskin, bunu okuyunca “kendisini Harikalar Diyarı’nda” hissettiğin söylemişti, gerçekten öyle…

Bu Harikalar Diyarı’nda, söz ve yazıları nedeniyle 145 gazeteci cezaevinde değil; binlerce kişiye Cumhurbaşkanı’na hakaret etti diye dava açılmamış; daha dün Halfeti’de, Ankara’da hiç de geçmişi aratmayacak işkence iddiaları dile getirilmemiş; yüz binlerce insan bir yargı kararı bile olmadan işinden gücünden atılmamış; yasama faaliyeti ortadan kalkıp her şey kararnamelerle düzenlenmeye başlanmamış.

Bizim şu anda içinde yaşadığımız ülke ile, bu belgenin anlattığı ülke arasında yakından uzaktan bir ilgi, bir alaka yok maalesef.

***

Ülkenin hakikatinin kabul edildiğini görsek, tek tek getirdiği çözüm önerilerini de tartışırız bu belgenin…

Ama işte o tek tek söyledikleri de, benzeri bir gerçekliği idrak yoksunluğuyla malûl oluyor.

Bakın mesela belgenin söylediğine göre, “Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararlarının, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak usul kanunlarında açıkça” yer alacakmış…

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyuluyor olsa, Anayasa Mahkemesi, iktidarın radarındaki başvurularda başka, diğerlerinde başka türlü karar vermiyor olsa, çok kıymetli bir düzenleme olabilir bu.

AİHM’nin verdiği mahkûmiyet kararını hiçe sayıp Selahattin Demirtaş’ı içeride tutmaya devam ederken; Mehmet Altan ve Şahin Alpay başvurularında gerek AİHM ve gerekse AYM kararlarında ortaya konan kriterleri göz önüne alıp, cezaevindeki gazetecileri tahliye etmezken, nasıl olup da, AYM kararları “yargılanmanın yenilenmesi” sebebi olacak diye sevineceğiz?

***

Başka bir reform: “Hâkim ve Cumhuriyet savcısı kararlarının, AYM ve AİHM kararlarına uygunluğunun meslekte yükselme süreçleri ve denetimlerinde gözetilmesi sağlanacaktır.”

Tamam ama AYM ya da AİHM zülfü yâre dokunan bir karar verdiğinde iktidarın en tepesinden bu mahkemelerin “hadlerini aştığı” avaz avaz dillendirilirken nasıl olacak bu?

AYM ve AİHM kararlarına uyulsa, şu anda bir tane gazeteci içeride olmazdı. Cezaevlerindeki gazetecileri serbest bırakan hâkimleri terfi mi ettireceksiniz gerçekten?

AYM ve AİHM kararlarına uyulsa, bugün “terör örgütü propagandası yapıyor” denilerek cezaevine konulanların yüzde 99.9’u tutuklanmaz ve hatta bunların ezici çoğunluğuna bir soruşturma bile açılmazdı. Terör Örgütü Propagandasından cezaevinde olanların hepsinin serbest bırakılacağını mı söylüyorsunuz, her gün bir Barış Akademisyeni'nin cezaevine girdiği bir ortamda?

 

***

Başka bir reform: “Başta terörle mücadele mevzuatı olmak üzere ifade özgürlüğünü etkileyen mevzuat bu süreçte ele alınacaktır.”

Ya tamam da, şu andaki mevzuat bile doğru düzgün uygulansa, ifade hürriyetini kullandı diye asla bu kadar çok kişi ceza soruşturmasına uğramazdı ki!

Nasıl siz, ifade özgürlüğünün cehennemine dönmüş bu ülkeyi, ifade özgürlüğünün geliştiği bir ülke olarak okuyorsanız, savcılar yargıçlar da, önlerindeki yasal mevzuatı işte aynen öyle okuyorlar.

Bu okuma bozukluğu değişmediği sürece, yasal mevzuatı değiştirseniz ne yazar?

Sorun, hiç bitmeyen bir olağanüstü hal havasından kaynaklanıyor.

Sorun, herkesin insan haklarını eşit şekilde hak etmediği algısında kaynaklanıyor.

Sorun, yurttaşların bazılarının düşman olarak tarif edilmesinden kaynaklanıyor.

 

***

Bugün sorun, iktidarın hedef gösterdiği bir kişinin yargı önünde hiçbir güvencesinin olmaması, hiçbir hakka ve hukuka sahip olmamasıdır.

Diğer sorun, iktidar sahiplerinin her ne yaparlarsa yapsınlar, cezadan bağışık olmalarıdır.

Yani hukuk devleti korkunç büyük yaralar almıştır.

Sulh Ceza Hâkimlikleri, Özel Yetkili Ceza Mahkemeleri, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin tanıdık, bildik gelen hiçbir standardı yakından uzaktan temsil etmiyorlar…

 

***

Ülkenin 90’lardan farkı, zulmün sadece Kürtlerin çektiği bir dert olmaktan çıkıp, bütün ülke sathına yayılmış olması…

Bu “Yeni Ülke”de Kürtler yine zulüm görenlerin içinde yer alıyor. Ama eskisinden farklı olarak, dünya görüşüne, dinî inancına falan bakmadan, iktidara yakın olanların dışında kalan her kesimden insan bir şekilde ifade özgürlüğünün gasp edildiği, temel haklarının yok sayıldığı bir ülkede yaşıyor olması…

Zulümde eşitlik prensibi işliyor.

Gündelik hayatın içinde meydana gelen gerçeklikle, Yargı Reformu Stratejisi belgesinin kendine temel aldığı “gerçeklik” arasındaki uçurum, insanı karamsarlığa itiyor.

Keşke, bu yazının en tepesindeki İngiltere örneğinde aktardığım çıplaklıkla, şu anda içinde yaşadığımız realiteyi dile getirebilecek, bir zihin açıklığını, bir idraki görebilseydik…

Öyle bir idrak olsa, içinde yaşanılan gerçekliğe yönelik olarak benzer bir kavrayış bulunsa, her söylenen ciddiye alınır; sorunların çözülmesi için de gerçekten adımlar atılırdı.

Varlığını kabul etmediğiniz bir sorunu çözebileceğinize nasıl inanalım?