Asya mı Ortadoğu mu Avrupa mı Afrika mı?
Her şeyin ABD-Çin etkinlik mücadelesine bağlandığı yerde Çin’in söylendiği gibi bir “güç” olmadığının yinelenmesine ne anlam vermeliyiz?
19.06.2019
Resmî olmak istersek ‘uluslararası ilişkiler’, rahat davranalım dersek ‘dünyanın vaziyeti’ hakkında görüşüne her zaman kulak verdiğimiz akademisyen-yazar Soli Özel, ABD dış politikası ve yine dünyanın vaziyeti hakkında konuşmanın gayet anlamlı olduğu biriyle görüştü. Özel, Harvard (John F. Kennedy School of Government) hocalarından, Foreign Policy yazar Stephen Walt’a dünyanın nereye gittiğini anlamaya çalışan herkesin cevabını merak ettiği sorular sordu. Görüşme, zaman zaman Özel’in benzer mülakatlarının yeraldığı Institut Montaigne’in sitesinde yayımlandı.
Walt, “operasyonel” bir şahsiyet sayılmaz; fiilen ABD dış politikasına dair kararları verenler arasında yeralmıyor. Ancak görüşlerinin temsilî niteliği var. ABD dış politika teorisyenleri arasında “gerçekçiler” olarak adlandırılan eğilimin temsilcilerinden. Yani baskın çıkmaları halinde önümüzdeki dönemde ABD’nin dünyanın gerikalanına ilişkin tutumuna yön verecek yaklaşımlar ortaya koyuyor.
Özel’in Walt’la söyleşisinden bazı parçalar aktaracağım. Madem hizmet var, azıcık daha geliştirip yaygınlaştırayım 🙂
ABD-AVRUPA İLİŞKİSİ – Stephen Walt’a göre, ABD’nin Avrupa’da artık pek çıkarı kalmıyor. Avrupalılar da ABD’den uzaklaşma ihtimali karşısında büyük endişelere kapılmıyorlar. Çin’le bir sürü iş yapmak niyetindeler. Walt ABD açısından dünya meselelerini çoğu zaman Çin’i odağa oturtarak değerlendiriyor. NATO ve Avrupa bağlantısının Çin’le mücadelede ABD’ye yararı yok, diyor bu doğrultuda. Avrupa’nın Çin’e coğrafî uzaklığını da Washington ile Avrupa başkentleri arasındaki ilgi alanı ayrışmasında etken olarak anıyor. Avrupalıların Çin’i yeterince tehlikeli bulmayışlarına takılıyor: Belki Avrupalılar da kendi hesaplarına Çin’den kaygı duymaya başlarlarsa, anca o zaman ABD ile aralarında yakınlaşmanın yeniden sözkonusu olabileceğini ileri sürüyor. “Eğer,” diyor Walt, “bir Amerikan savaş gemisi, dizel-elektrik motoru Almanya’da yapılmış bir Çin denizaltısınca tehdit edilir veya batırılırsa, bu durum Amerikan siyaset[çiler]i tarafından hoş karşılanmaz.”
RUSYA – Soli Özel, Walt’un ABD başta Batı devletleri yöneticilerine dair sık tekrarladığı eleştirisini hatırlatıyor: “Eğer saldırgan tutumla NATO’yu genişletmeye girişmeseydik Rusya’nın tarihî korkuları canlanmayacaktı.” Böyle dediniz, ama, diyor, Rusya yalnız savunmacı değil aynı zamanda agresif bir güç. Walt, “Rusya’yla Soğuk Savaş sonrası ilişkiyi Batı’nın pek kötü yönettiği apaçık,” cevabını veriyor. Tabiî, bu Kırım’ın ilhakını onaylamak falan anlamına gelmez, şerhini düşerek. Yine de, “Rusya’nın uzun vadede arz ettiği tehdidi de abarttık,” diye devam ediyor. “Rusya, Facebook ve sosyal medya aracılığıyla [başka ülkelerin] içişlerine karışarak, ordusuyla yaptığından çok daha fazla iş yaptı.” Walt, Rusya’nın elinde fazla seçenek bulunmadığını ileri sürüyor: Ekonomisi doğalgaz ve petrol satışına bağımlı, nüfusu yaşlanıyor ve azalıyor, yakın geleceği şekillendirecek teknolojik gelişmelerin çoğunda yetersiz, geride kalıyor Rusya, ona göre. “Geleceğin bir süper gücü değil,” diyor Walt. “İtalya’nınki boyutlarında bir ekonomiyle dünyaya hakim olamazsınız.” NATO’nun Avrupalı üyelerinin her yıl savunmaya Rusya’nınkinin üç-dört katı para harcadığını hatırlatıyor.
Rusya konusunda Stephen Walt’un söyledikleri, dünya çapındaki yeni bir güçler dengesi(-çatışması) tasavvurunu akla getiriyor. Avrupa ile Rusya’nın arası iyi olsa, Rusya batı sınırından gelecek tehlikeler yüzünden kaygılanmasa, Avrupalılar Rusya’nın Ukrayna ve Baltık devletlerini rahat bırakacağına güvense ne iyi olurdu, diyor Walt. Rusya ile Çin birbirlerine doğru itilmeseler de, giderek ayrışacakları bir akışa kendilerini bırakıp birbirlerinden uzağa sürüklenseler… Açıkça ifade ettiği bu. Yani ABD dış politikasına dair öneriler geliştirenlerin en azından Walt’un yaklaşımına yakın kesimi için, Rusya Çin’e karşı potansiyel müttefik haline bile gelebilir. En azından Moskova’yı Pekin’e doğru itecek politikalardan kaçınılması yaklaşımının ABD siyasî eliti içinde yerleşikleştiği zaten söylenegeliyordu.
VE ÇİN – Bundan böyle bütün mevzulara öncelikle Pekin’le Washington’ın etkinlik mücadelesi açısından bakılacağı izlenimi veren Walt, Çin’in gücü hakkındaki değerlendirmesiyle, bu izlenimi bulandırıyor. SSCB’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sahip olduğu kapasiteye Çin sahip değil, diyor. SSCB’nin bir vakitler sahip olduğu etkinlik, ona göre, yalnız nükleer başlıkları ve konvansiyonel ordusunun gücü değil, özellikle sömürgelerden kurtuluş sürecinde bütün dünyaya yayılabileceğinden ABD yöneticilerinin korktuğu ideolojik etken sayesinde oluşmuştu. “İnsanlar üzerinde manyetik çekim gücü vardı” diyor Walt. Yani SSCB’nin meydan okumasını ciddîye almak için her türlü sebep vardı; oysa “Çin henüz bu kategoride değil”. Şu ilginç lafı ekliyor Walt: “Sık sık söylüyorum, ne vakit Amerikan yatırım fonu (hedge fund) milyarderleri, burada, ABD’de işler kötüye giderse diye Şangay’da devremülkler edinirler, o zaman sahiden bir şey değişmiş demektir.”
Walt Çin’in başlıca handikapı olarak, “orta gelir tuzağı”na işaret ediyor. Kişi başı 150 dolar millî gelirden 9.000 dolara gelmek büyük başarı, ama 10.000’den 30.000’e çıkmak çok zor, diyor. ABD’de kişi başı ortalama millî gelirin 50-60.000 dolar olduğunu hatırlatarak, buna, Çin’in nüfusunun azaldığını ve ortayaşlı kesimin “dramatik şekilde artacağını” ekleyerek, Çin’in gücünü abartmamak gerektiği yollu görüşünü destekliyor.
Çin lafı geçer geçmez akla geleni Soli Özel, kısaca, “Huawei diyeyim?” diye ortaya sürüyor. Walt, ‘Çinliler teknolojilerini yayacaklar, her yere Truva atları yerleştirecekler, sonra günün birinde Çin’de biri bir düğmeye basacak ve Amerikan ekonomisini mahvedecek’ yollu görüşleri zorlama buluyor. Yine de tehlikenin sıfır olmadığını belirtiyor, “dikkat etmezsek…” uyarısıyla.
Hemen ardından Özel, “Kuşak ve Yol Projesi”ni soruyor: Bu girişim Çin’e geniş bir alanda etkinlik sağlamayacak mı? Walt, kapsadığı ülkelerin siyasî elitleri nezdinde projenin öncelikle rüşvet yoluyla işbirlikçiler yaratmaya yaradığını söylüyor: Çin yatırım yaptığında elbette pek çok kişi bundan yararlanıyor ve kazancını artırmak istiyor. Çin bu şekilde işbirlikçiler ediniyor. Sonra şunları hatırlatıyor: Ama bir ülkeye demiryolu veya liman yapınca, orada işler istediği gibi gitmezse bunları alıp geri götürme şansı yok. Batılı ülkeler de pek çok yere yatırımlar yaptılar ve sonra oralarda umdukları kadar etkili olamadıklarını gördüler.
Her şeyin getirilip ABD-Çin etkinlik mücadelesine bağlandığı yerde Çin’in öyle söylendiği kadar etkili bir “yükselen güç” olmadığının yinelenmesine ne anlam vermeliyiz?
SURİYE – Bu konuda Stephen Walt’un söyledikleri zamanında tepki yaratmıştı, bu yüzden şaşırtıcı değil. Yine de kaşların kalkmasına yolaçacak cinsten. Olabildiğince istikrar, mültecilerin geri dönüşü için uygun koşullar ve ülkenin yeniden inşasını istiyorsak, diyor, bütün alternatifler arasında en iyisi Esad’ın savaşı kazanmasını sağlamak! Walt, Trump’ın Suriye’den asker çekme kararını da doğru bulmuş, “Kürtleri kaderleriyle başbaşa bırakma”nın o kadar önemsenecek bir sakınca olmadığını ileri sürmüştü.
İRAN – Walt, Trump için, “ısırmıyor, havlıyor” diyor, başkanın bütün saldırganca tutumuna rağmen askerî operasyonlara pek hevesli olmadığına dikkat çekiyor. Bu yüzden İran’la savaş beklemiyor. Ancak “sıfır ihtimal” de diyemiyor. Aksine, “savaş beklemiyorum”un sonuna “umarım haklıyımdır”ı ekliyor.
ABD ELİTLERİ – Walt, “Bizim dış politika elitlerimiz o kadar akıllı değil,” diye konuşuyor -ki, bu da sık sık tekrarladığı bir görüş. “Dünyayı idare etmeye, dünyanın her yerindeki yerel politikayı şekillendirmeye alışmış bir elitimiz var.” Tek kutuplu denen dönemde, nerede ne istiyorsak bedel ödemeksizin yapabileceğimiz fikrine kapıldık, diyor. Oysa şimdi durum farklı, yeniden Büyük Güçler arasındaki çekişme ve denge arayışı belirleyecek dünya ortamını. Her adımda tercihler yapmamız, kararlar vermemiz gerekiyor, diyor Walt: “Asya mı Ortadoğu mu? Afrika mı Avrupa mı?” Devletlerinin dış politikası hakkında konuşan ABD’liler çoğu zaman “Strateji” türü masa oyunlarını akla getirir.
ABD yüksek siyaset ortamına yalnız bu dönüşümün başlaması değil, Trump’ın züccaciyeci dükkânına dalmış fil gibi ortalığı kırıp geçirmesi de fazlasıyla etki yapmış; Walt’un söylediklerinden böyle anlaşılıyor. Trump birçok yerleşik fikri, ortodoksça inanışları sorgulamayı sağladı, diyor. ‘Japonya ve Güney Kore kendi nükleer gücüne sahip olsun, herkes her şeyi bizden beklemesin’ yollu çıkışlar, birçok insana mâkûl geldi. Bizzat Walt soruyor: Avrupa ülkelerinin işbirliği yapıp kendilerini koruması niye çılgınca bir fikir olsun? Anlaşılan Avrupa’dan sıtkı sıyrılmış…
“LİBERAL HEGEMONYA”NIN SONU • Yalnız Trump’ın ortalığı dağıtmasıyla kısa süre önce çılgınca bulunacak fikirlerin rağbet görmesi değil, Walt’un işaret ettiği, hattâ adını koyduğu bir başka değişim de yakın gelecekte hem uluslararası ilişkileri hem birçok ülkedeki siyasî hayatı şekillendirecek nitelikte: “Liberal hegemonya”dan uzaklaşılacağı görüşünü yineliyor Walt. Çin’le ve Avrupa’yla ilgili bütün söyledikleriyle birarada düşünülünce, yalnız Trump gibi şuursuz, dağınık sağcıların değil, yerleşik nizamın sağduyulu, “gerçekçi” mensuplarının da ABD’yi “sosyal sorumluluktan azâde kılma” yanlısı olduğu zaten biliniyor. Ancak bu bir yeni izolasyonizm gibi görünmüyor. Çin’in ABD’ye rakip çıkmasını önleme hedefiyle, sadece savaş gemilerinin birbirlerini taciz ettiği okyanus kıyılarında değil, sokaklarda yürüyen insanların ellerindeki telefonlarda da cereyan edecek bir mücadeleye işaret ediyor bu sözler.
Bu tarz bir yeni dünya durumunun birçok ülkeye etkisi pek hayırlı olacak gibi görünmüyor. Umalım aksi olsun, bir vakitler Sovyetler’in sahip olduğu etkinin önemli unsuru diye sayılan “ideolojik etken”, bu defa daha çok adalet ve özgürlüğe sahip olanın “manyetik çekim gücü”nü artırma yönünde rol oynasın.
Bu zihin açıcı söyleşi için Soli Özel’e tekrar teşekkür ederek bitireyim.