Bayülgen, Altun’lar, ilgili yerdeki boncuklar

Okan Bayülgen’in alkışlayarak yerinden fırlaması veya kendinden geçmesinde bizi şaşırtacak ne var, gözünüzü seveyim…

ÜMİT KIVANÇ

04.08.2019

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ile eşi TÜRGEV Başkanı Fatmanur Altun'a Okan Bayülgen'in sahip çıkışında tuhaflık yok. TV yıldızı, burada şahısları savunmuyor, bir tavra sahip çıkıyor.

Okan Bayülgen, “tarzını” oluşturup beğendirmiş, kısa sürede başarılı olup yükselmiş, özgün bir TV şahsiyeti. Özgünlüğü nerede? Yolun başında, nesiyle dikkat çekti ve ilgi topladı? Cevap ilginç ve herkesi sorumlu kılacak cinsten: İnsanları aşağılamasıyla. Zeki, esprili olmayı da başarabilen, kendine hayranlığını ve bütün muhataplarından üstünlüğünü vurgulamaya dayalı bir "sohbet politikası" tutturan, TV âleminin yapay nezaketinden kendini sıyırmış, oradan sıyrılırken, ezcümle nezaket ve asgarî insanî saygı ölçülerinden de kurtulmuş, yeni yeşeren Zamane Ruhu'nun cisimleşmiş hali gibi biri vardı karşımızda. Şaşırtıcı olan,  değersizliklerinin yüzlerine vurulmasına insanların bunca hevesli oluşları, Bayülgen'e bağlanıp aşağılanmak için sıraya girmeleri, telefonlarını aşındırmalarıydı. Fakat oldu.

Böyle bir başarı, muhtemeldir ki, Bayülgen'i tarzının ve tavrının -e, başarı sağlandığına göre!- doğruluğuna iyice inandırdı ve başarıyla özgüven patlamasını içiçe geçiren bileşim, rating iksiri etiketiyle şişelenip pazarlanacak kıvama geldi. Patlayacak dozda özgüvene sahip olmadan ve bu özgüveni kendinden başka herkese karşı döner tabanlı katyuşa rampası gibi kullanmadan başarılı olunamıyor, elde edilen her başarı katyuşa rampasına yeni fırlatıcı sıraları ekliyordu. Bu imana kanıt olan mucizeleri gece televizyonda ardarda dizenlerin öncüsüydü Okan Bayülgen.

Ne kadar aptal olduklarını cümle âleme gösteren bir programcının elinde maymun edilmek için insanların birbirini ezerek sıraya girmesinin sebebine başlangıçta akıl erdiremedik. Ancak biraz zaman geçince anladık ki, o bir idoldür. Çoğu büyükşehir gencinin olmak istediği şeydir. Herkes kendini feda ederek idolün ilahlaşmasına hizmet etmektedir. Tanrımız kadar büyük olabiliriz nihayetinde. Herkes katyuşa rampası peşindeydi ve bunu edinebilecek imkâna -en azından henüz- sahip değildi. Aslında sahip olabilecek gibi de görünmüyordu. Fakat işte, karşılarında -aynı zamanda öğretici işlevi de olan- bir hedef vardı. Karşılarında dediysek, tam karşıda değil elbette, yükseklerde.

Hazırcevaplık, ağız payı verme, kapak yapma, maymun etme… siz herkese bunları yapabilecek kabiliyete sahip olmasanız bile, seyretmesi, tanık olması zevkli işlerdi. Hâlâ öyleler. Bu yüzden, sosyal medya, amatör Okan Bayülgen'lerden geçilmiyor.

Yapmak, katılmak ve izlemek için önşartların ilki, kendinde birilerine bunları yapma hakkı ve yetkisi görmek. Nezaketin ve had bilmenin ölümü, medeniyet kaybının önemli parçası. Yine geliyoruz katyuşa rampasına. O patlayıcı özgüvene. Önşart, özgüvenin saldırı hakkını tanımak. Ve her şeyi mümkün kılan önşart: Özgüvenin içi dolu olması gerekmiyor. Tek gereklilik var: Kendine tanıdığın hakların üzerine zekâ ekleyebilmen lazım. Yoksa boşa düşersin, verdiğin cevap kimseye kapak olmaz, anca av olursun; yemezler de, kedinin yakaladığı böceğin haline düşersin, öyle oynar birisi, hepsi gülerler sana. Ve böylece son şart: Aşağılandığında takmazsın, mahçup olmak diye bir şey yoktur, iş buraya vardıysa, en fazla eğleniyorsundur, ne olacak!

Saldırı hakkı ve yetkisiyle beraber satılan özgüvenin benzeri, üstüste yığılı çöp torbalarına doldurulmuş olarak, bugünkü iktidar çevresinde infilâka hazır halde, bulunuyor. Doldurulacak boş çöp torbaları da yanda istifli. Türk-İslâmcı yeni otokrasi nizamının bu topluma yaptığı en büyük kötülüklerden biri, cart parlak kibir ambalajına sarılı, kof özgüvene dayalı küstahlık, şımarıklık, hoyratlık ve zulümden zevk almanın çok çirkin bir karışımıyla yaygın gündelik kültürü tamiri zor şekilde zehirlemiş bulunması. Tamir zor, çünkü aynı zehir öbür yönden de akıtılıyor.

Nasıl devlet meseleleri konuşulurken Abdülhamid’den Cumhuriyet’in bugününe kesintisiz bir hat çekmek pekâlâ mümkünse ve hakikat gerçekte bu hat üzerinde aranmalıysa, aynı derecede “hoş” ve beklenmedik bir devamlılık çizgisi de Okan Bayülgen’in Gece Kuşu’ndan, Televizyon Çocuğu’ndan günümüzün Saray üslûbu ve Pelikan edâsına çekilebilir. Karşıt sanılanların aslında aynı tarafta yeraldığı, gerçek karşıtlıkların, kimsenin işine gelmediği için ortalık yerde kurulamadığı ve lafının edilmediği hayata alışık olmadığımızı söylemeyin! Siyasete dair bir hat değil bu çekeceğimiz. Gündelik kültür ve birey davranışlarına, insan ilişkilerine dair. Üslûp hattı. İşi siyasete doğru yayarsak hat hat olmaktan çıkıp geniş şerit haline gelir, makarna-kömür aşağılamaları ve “orantısız zekâ” böbürlenmelerini de kapsar, mevzu daha alengirli olur. Bu yüzden ilerleyelim.

Çifte maaş sitem ve eleştirilerine Fahrettin Altun'un, kime hitap ettiği belirsiz, fakat birçok dünya başkentinde korku yaratmasını umduğu belli şekilde, "Topunuz gelin!" meydan okumasıyla cevap verişi, şüphesiz öncelikle trajikomik, ama esasen iktidar imalatı ideolojik-patolojik zehrin beyaz peçete üzerinde sergilenmesiydi. Utandırıcı ve hattâ belki biraz üzücüydü. O leke çıkmaz peçeteden. İnsanların böyle hallere düşüşünü izlemek iç burkar. Fakat şüphesiz iç, dış, her yerimizi burkan ve insanın nelere nelere tahammül edebildiğinin yeni ve can acıtıcı kanıtını sunan hadise, Fahrettin Bey'in eşi Fatmanur Hanım'ın çıkışıydı. Haydi hepimizi koyduğu yeri bir yana bırakalım, kendini koyduğu yere dair vehmi ve hayali dehşet uyandırıcıydı. Bu öyle bir yanılsama ki, bunun içinden dünyaya bakan, aşağılamaktan, yok saymaktan ötürü görmez hale geleceğinden, her an külüstür bir otobüsün altında kalabilir, sırf o ilerleyecek diye ilerleyeceği yönde kendiliğinden yollar köprüler döşeneceğini varsaydığı için boşluğa doğru kararlı adımlarla yürüyüp uçurumdan aşağı düşebilir. Fatmanur Hanım, şüphesiz kendileri gibi "kabiliyetli bireyler"in, "burjuvazinin yönettiği ulus ötesi şirketler gibi yapılarda aynı hizmetin karşılığında onlarca kat fazla gelir temin edebilecekken devlet hizmetine talip olarak büyük fedakarlık gösterdikleri"ne dikkat çekiyor; hepimizi ilgili yerdeki boncukları görememekle itham ediyordu. Ve bu feci insanlık durumunu, "sabrımızı da sınamayın" tehdidiyle taçlandırıyordu. (Sınarsak ne yapacağına ilişkin ısrarlı soru ve taleplere cevap vermedi. Tenezzül etmesini beklememiz kendini bilmezlik ve hataydı belki.)

Böyle bir tutum karşısında Okan Bayülgen'in alkışlayarak yerinden fırlaması veya kendinden geçmesinde bizi şaşırtacak ne var, gözünüzü seveyim? Adama kendisinin sahip olduğunu -burada hakkını teslim etmek lazım- hiçbir zaman iddia etmediği kimlikler, özellikler atfedenlerin aymazlığının günahını neden Bayülgen çeksin? Büyükşehir insanı böyle yapıyor. Nasıl kendini aşağılattıra aşağılattıra Okan Bayülgen’in toplum hayatında kayda değer bir şahsiyet olmasını bizzat sağladıysa, bir vakit de Devlet Bahçeli ve MHP’yi önce “demokrasi bloku”, sonra “hayır bloku”nun aslî unsuru sanmış, buna uygun davranmadıkları için pek bozulmuştu.

Evet, neden şaşırılıyor? Bir hayat felsefesi dayanışması var, modern büyükşehrin “çılgın” medya yıldızının yeni-zengin muktedirlerin pişkinliğini ve küstahlığını savunmasında. İlgili yerdeki boncuklar. Nedense yalnız sahiplerine görünen o boncuklar…