Hatırlamıyorum, hiç unutmadım çünkü

Yaşandığı ânın yakıcılığından arınmış, hani lavken kül olmuş bir hayat parçacığıdır anı

KARİN KARAKAŞLI

19.09.2019

Derler ki, uykuya dalmadan önce son düşündüğünle, sabah gözünü açtığında ilk hatırladığın meramındır. Esasın… Uykuya çok zor teslim olurum ama o an geldiğinde mutlaka bir hayale sığınıyorumdur. Sadece kendim için uydurduğum bir hikâyeye. Olmayı istediğim yerde, olmayı istediğim halde, olmayı istediğim kişilerle. Kendi seçtiğim hayat ihtimalinde.

Sabah uyandığımdaysa parmakların arasından su gibi kayan bir rüyanın peşindeyimdir genelde. Rüya dediysem, hayatta korktuğum ne varsa, bilinçaltımın sinsi bir oyunu olarak karşımda bulduğum şeyin adıdır genelde. Yaşamaktan korktuğun şeyleri rüya niyetine gördüğünde, nihayetinde bütün korkularını korkmuş oluyorsun. Deli cesaretinin kısa tarifi böyle bir şey.

Son düşündüğüm bir hayal, ilk hatırladığım bir rüya… Anı ve rüyanın o tuhaf dansı eşliğinde akıyor hayatım. Bazen bir rüyayı zihnine kaydetmek için gerçek bir anınmış gibi çaba harcaman gerekir. Bazen de hayatının anılarını silik rüyalar gibi hatırlarsın. Eksiklik duygusuyla. Neresinden büksen çembere oturmayan bir çıkıntılıkla. Sonunda şöyle düşünürüm hep. Anılar da benim rüyalar da. Rüya gibi anılar, anı gibi rüyalar da.
 
Hafızanın girdaplı diyarında

Unutmanın ve hatırlamanın gizemli ülkesi hafıza hep büyüledi beni. Büyünün içinde hayranlık da var, korku da. Bir kez efsunlanınca, peşinden gidersin o bitmeyen keçi yolunun. Kimi zaman dehliz ve sarnıçlara, kimi zaman bitimsiz merdivenlere dönüşür yol. Yerin yedi kat zifirî dibi de yıldızlı göğün altı da senindir. Lapis okyanus senin, perili orman senin, kum fırtınalı çöl ve o dingin bozkır senin.

Yaşadığımızla anımızın o garip ilişkisi, nam-ı diğer hafızanın küçük oyunları insanlık tarihi boyunca çözdükçe akla dolanan bir bilmece oldu. Antik Yunan’da insanın algı sınırlarını aşan her şeye olduğu gibi hafızaya da tanrısal bir rol biçilmişti. Yunan mitolojisinde bellek tanrıçası Mnemosyne, Gaia ile Uranos'un Titan adı verilen on iki çocuğundan biriydi. Dilleri ve kelimeleri icat ettiği kabul edilse de asıl sözlü edebiyatın temsilcisi olarak ortaya çıktı. Bu sözlü geleneğe bağlı ozanların koruyucusu ve ilham perisi olan Müzler de (Dokuz Musalar), Mnemosyne'nin Zeus'tan olma kızlarıydı. Müzler; şiiri, müziği, astronomiyi, tarihi, dansı, destanı, tragedya ve komedyaları ilham ederdi. Tıpkı anneleri gibi onlar da her şeyi olduğu gibi kaydeder ve tastamam hatırlardı. Ne de olsa dünya o zaman daha yekpâre, hayat daha bütündü.
 
İki nehir iki tercih

Bu bağlamda en ilginç hikâyelerden biri de yeraltı dünyası Hades’te sularından içene her şeyi unutturan Lethe nehri ile insana her şeyi hatırlama gücü veren Mnemosyne nehrininkidir. Yunancada unutkanlık ya da gizleme anlamlarına gelen Lethe, ile hafıza anlamındaki “mneme” sözcüğünden türeyen Mnemosyne, insana Antik Yunan’ın farklı inanç sistemleri uyarınca iki seçenek dayatır. Lethe’nin suyundan içenler, geçmiş fani hayatlarına dair her şeyi unutur. Mnemosyne’nin suyunu içenlerse her şeyi hatırlayarak mutlak bilgiye kavuşur.  

Zıt anlamlı kelimeler genellikle karşıt iki kutup olarak dururken, hatırlamak ve unutmak söz konusu olduğunda paranın iki yüzü gelir aklıma. Hatırlamak ve unutmak tıpkı Lethe ve Mnemosyne nehirleri gibi birbirini çağırır. Biri “Hatırladın mı?” dediğinde, “Unutmadın değil mi?” diye de sormuş olur. O yüzden “Hatırladın mı?” sorusunu soranın tek beklediği, dilediği yanıt “Hiç unutmadım ki” dir. Öyle ya, hatırlamak için önce unutmuş olmak gerekir.

Bazen sen hatırlamayı seçersin, bazen de hatıran seni seçer. Eski bir sen’e dalmak özgür iradenle karar verdiğin bir eylemse, aslında anının ağırlığından kurtulmuşsun demektir. Yaşandığı ânın yakıcılığından arınmış, hani lavken kül olmuş bir hayat parçacığıdır anı. Güvenlikli bir mesafeden ona bakabilmenin rahatlığına sahipsindir.

Ama hafıza asla bu konforlu alanla yetinmez. Çoğu kez anılara gafil avlanırsın. Hatırlamayı seçmemişken, ihtimal ondan bucak bucak kaçmışken, ihmal hatta inkâr edilmişliğinin intikamını almaya yeminli bir anı bir anda sinsice kıstırır ruhunu. Çağrışımlarla ve duyularının oyunuyla çıkagelir. Bir koku, bir tad, bir şarkı, bir söz, gözünün önünde beliren hiç çekilmemiş bir fotoğrafla. İnce sızıyla gelir anı. Muhatabı kalmamış hikâyesiyle. “Neyin var?” sorusuna verilecek upuzun bir “Hiiiiç”le. Hiçbir şeyin yoktur, anlatamadığın bir anıdan öte.
 
Unutma değil unutama
Kendine yoldaş ararsın. Şu iç kanamaya bir yâren. Zamana direnen, her kuşağa kendini yeniden kaydeden şarkısıyla Esmeray gelir mesela imdadına. Unutama beni der. Unutma beni değil, unutama beni. İstesen de azmetsen de unutmak gelmesin elinden. Yenil hafızana. O korunaklı, o riyakâr surların yıkılsın. Hortlak anılar ruhuna tırmansın. Nefes alama. Soluksuzluğunda hatırla beni. Beni hatırla. Öyle bir hatırla ki unutmak mümkün olmasın bir daha.

Usul usul söyler Esmeray şarkısını. Hece hece. Feleğin çemberinden geçmiş ama halen salıncakta sallanan bir kadının serzenişiyle.

Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
Unutma beni, unutama beni
Gözünden damlayamayan gözyaşın olayım
Unutma beni, unutama beni
 
Gölgen gibi adım adım
Her solukta benim adım
Ben nasıl ki unutmadım
Sen de unutma beni, unutama beni

Unutma beni unutama beni hem bir yakarış hem bir bedduadır. İzinin kalmasını isteme, yaşananın hakkını talep ediştir. Çünkü biri unutursa, silinirsin. Toza dönmekse toprağa karışmaya benzemez. Yok sayıldığında ölemezsin. Yasın tutulmaz çünkü varlığın inkâr edilmiştir.

Allah biliyor, üzerimde zaman zaman tahakküm kurmayı deneyen, kurtulmayı istediğim çok anım var. Ama hani, hafızamdan sırf bu anıların kaydını silmeyi önerseler, duygusundan olmaya razı gelir miyim şu anıların, inanın bilemiyorum. Acıyla öğreniriz en çok. Çentik çentik hatalardan. Bile bile kanışlardan. Bir türlü taşmayan son damladan. Neden sonra yaşananın, yaşatılanın ham duygusuyla ödeşip hayat bilgisini kaydeder hale gelebildiğimizde, hafıza işlevini tamamlamış olur. Şimdi tevekküllü acıdır artık elimizdeki. Öğreten ve şifalandırandır. Tıpkı o şarkıdaki gibi.

Bitmek bilmez kapkaranlık geceler boyunca
Unutma beni, unutama beni
Ayrılığın acısını kalbinde duyunca
Unutma beni, unutama beni
 
Sevişirken, öpüşürken
Yapayalnız dolaşırken
Unutmaya çalışırken
Unutama beni, unutama beni

Bakmayın hafızanın da insafa geldiği zamanlar vardır. Hafıza bazen bizi bizden korur. Büyük travma ve kazalar sonrası ya da ağır bir sarhoşlukta hat kopar ve bir yerden sonrasını hatırlamayız. Çok fena iz bırakacağını hissettiğim konuşmaları, o konuşma sırasında bile bile unuturum ben. Ama geriye mutlaka duygusu kalır. O duyguyla takip ederim tarihimi.

Ülke tarihinin unutturma üzerine kurulu olduğu bizim gibi topraklarda toplumsal hafıza, delirmemizi önleyen sigortadır. Kimin ne uğruna öldüğünü, kim tarafından öldürüldüğünü, nelerin mükerrer olarak yaşatıldığını kaydeder. Hem kendi hem de sonraki kuşaklar için. Çünkü hakikate hep ihtiyaç vardır. Anılara eşlik eden o duygu, hakikatin de adıdır. Ve hafıza gayrı resmi tarih kaydıdır.

Hakikatinize ve adalet duygunuza kastedildiğinde, elinizde kalan tek seçenek, kimi zaman sığınağınız kimi zaman cehenneminiz olan o hafızanıza sahip çıkmaktır. Böyle olsun istedim. Hafıza eşliğinde upuzun bir yolculuğa çıkmayı. Şarkılar, filmler, anılar, kuramlar, resmî tarih anlatıları, sözlü tarih kayıtları, bir ninenin ağıdı, güngörmüş bir beyefendinin hatıratı, varlığı, sesi, sözü düzen tarafından reddedilmişin haykırışı, beş yaşında bir çocuğun “Ben hayatımda böyle bir şey görmedim” şeklindeki o gülümseten isyanı eşliğinde hatırlamayı. Ben bunu nasıl unuturum sorusuyla hafızanın çatlaklarında dolanmayı. Dağıla dağıla tamamlanmayı. Hani Turgut Uyar’ın dizesidir: “Sonradan en güzel unuttukları olacak anları dolduruyorlardı.”  O doldurulmuş anların hakkını arıyorum. Var mısınız fıçıları kırmaya?..