Lübnan: “Whatsapp Devrimi” değil!

“Şişa, parti, Whatsapp” üçgeninde kendini kaybetmiş orta sınıfla lüks arabaları dışında övünecek şeyi kalmamış orta üst sınıfı sinirlendirdiler

SARPHAN UZUNOĞLU

21.10.2019

18 Ekim’den bu yana Lübnan’da olup bitenler tüm dünyanın radarına takılmış durumda. Ülkede Batı medyasının yine kolaycılık yapıp Whatsapp devrimi ya da Whatsapp protestoları diyerek basitleştirdiği bir eylem dalgası yaşanıyor. Bu eylem dalgasının kısa ve orta vadeli sonuçları üzerine çok şey söylenebilir; ama ben nedenleri üzerine yoğunlaşmaktan yanayım. Önce kısaca “ne olduğunu” anlatalım.
 
Protestolar aslen hükümetin tütün, benzin, sosyal medya ve Whatsapp olmak üzere diğer iletişim platformları için yeni vergi tasarısını duyurmasıyla başladı; ancak bu bir süredir ülkede biriken enerjinin bir sonucu olarak da yorumlanabilecek bir gelişmeydi. Geçen ay ülkenin güneyinde gerçekleşen İsrail-Hizbullah çatışması, yine son çeyrekte açıklanan Amerikan yaptırımları gibi birçok etken zaten nasıl ayakta durduğu belli olmayan Lübnan ekonomisi için çanların daha da yüksek bir sesle çalmasına sebep oluyordu. Ülkenin başşehri Beyrut’ta yaşayan iki “expat”  olarak eşimle birlikte, son bir iki ay içerisinde bankaların yaşadığı likidite krizi, diğer expat’lar ve yerlilerle sohbetler ve yerel esnafla alışveriş yaparken yaşanan kimi diyaloglar nedeniyle “yer yer acı şekilde de olsa” gelmekte olanı hissetme imkânı bulmuştuk. Ama bu protestoların bu şekilde kapsayıcı şekilde ortaya çıkmasına ülkenin sekteryan siyasal yapısı ve özellikle orta-üst sınıfın konformistliği nedeniyle pek de ihtimal verildiği söylenemezdi.
 
Ne olduysa, biraz sulandırılarak verilen Whatsapp vergisi haberiyle birlikte oldu. Lübnan, siyasal elit de dahil olmak üzere herkesi şaşırtacak bir “organize ruhla” bir tür toplumsal hareket ruhuna büründü. Yalnızca Beyrut’la sınırlı kalmayan, ülkenin Hristiyan, Şii ve Sünni diğer kentlerine de yayılan protestolarda halk parti bayraklarının ya da dinî simgelerin arkasına sığınmadan ellerinde Lübnan bayraklarıyla sokağa çıktı. Yukarıda da belirttiğim üzere Whatsapp vergisi aslında geniş bir vergi yönetmeliği taslağının parçasıydı; ama toplumsal anlamda sinirleri en çok hoplatan maddenin bu madde olmasının da kimi sebepleri var. İlki şu: Lübnan’da GSM hizmetleri aşırı pahalı. 5GB’lik mobil  için aylık asgarî 25 dolar’ı gözden çıkarmanız gerekiyor. Paketiniz yalnızca interneti kapsıyor. Zira konuşma + internet şeklinde hizmet veren başka kontörlü servis tarzı servis yok. Konuşma ise oldukça pahalı. Operatöre göre değişse de dakikası 1 dolar civarı. Faturalı servislerde de durum benzer.
 
İnsanların, özellikle gençlerin konuya bulduğu çözümse bugüne dek Whatsapp ve benzeri servisler üzerinden iletişim kurmaktı. Lübnan’da eve servis yapan pizzacıdan, çalışanını arayan CEO’ya dek Whatsapp üzerinden arama ve iletişim çok yaygın. Her yerde Whatsapp Bundle denen sadece Whatsapp için geçerli veri paketleri satılıyor. Evlerdeki internet bağlantıları için de durum farklı değil, Türkiye’ye göre 6-7 kat pahalı ve 5-10 kat daha yavaş internet bağlantısından söz ediyoruz. İ
 
kincisiyse şu: Lübnan’da özellikle orta ve alt sınıfların hayatlarındaki tek eğlenceli şey internet diyebiliriz. Ülkeye öyle ya da böyle girmiş Suriyeli göçmenlerden, Kafala denen modern kölelik sistemi etrafında ülkede çalışan Asyalı ve Afrikalı göçmenlere ülkenin “en dibindeki” kesim için internet dışında ve pazar günleri “işverenleri lütfederse” çıktıkları Hamra caddesinde geçirdikleri birkaç saat dışında dünyayla kendilerini bağlayacak bir şey yok. Lübnanlılar için de durum farklı değil. Daha geniş bir anlamda internet, ülkenin borçlanacak kadar bile lüksü kalmamış alt sınıfları için geri kalan tek hayal ve iletişim kurma kaynağı. Üst sınıflara yaklaştıkça da global trendlerde görüldüğü üzere bir mobil telefon bağımlılığı var. Zaten popüler kültür bağlamında ABD’den etkilenip ABD’nin kültürel ürünlerini tüketmeye eğilimli bir genç nüfusları da olduğundan —Türk dizileri pek popüler olsa da— internet çok çok mühim günlük yaşamda. Bana kalırsa son sebep ise hükümetin stratejik bir hata yapması. Zira, Whatsapp vergisiyle “fado futbol fiesta" formülüne benzer bir sistemle "şişa, parti ve whatsapp” üçgeni içerisinde kendini kaybetmiş ve bulmaya pek niyeti de olmayan orta sınıfı ve kredi borcuna rağmen keyifle kullandıkları son model arabaları dışında pek de övünecek bir şeyi kalmamış orta üst sınıfı sinirlendirmeyi başardılar. Oysa, Lübnan’da yaşayanlar bilir: Tuzlu akan sudan günde 3-6 saat arasında gidik olan elektriğe, jeneratör mafyasından “vasıta” adı verilen rüşvet sistemine ülkede karşı çıkılması gereken yüzlerce şey var. Yani Lübnanlıların ceketlerini alıp sokağa çıkmamış olmaları zaten mucizeydi bunca zamandır.
 
Aslında ülkede hükümetin kurulması kutlanalı daha 6-7 ay oluyor. Başta aylarca hükümet kurulamamış ve nihayet bir hükümet kurulduğunda (rakip partileri içeren garip bir hükümet) top atışlarıyla ülkede bir kutlama yapılmıştı. Ama, politik sistemin kırılganlığı gereği nüfus sayımı bile yapmayan bu ülkede siyaseti dinler ve mezheplere dayanmadan konuşmak mümkün değil. Partiler isimleri ideolojileri işaret etse dahi açıkça belirli din ve mezheplere aitler. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı koltukları Hristiyan, Sünni ve Şii liderler arası paylaşılıyor durumda. Yani siyaset bilimcilerin “failed state” olarak adlandırdığı türde bir ülkeden bahsediyoruz esasen. Tüm bu yaşananlar aslında bir hastalığa toplumun verdiği tepkiden ziyade semptomlardan biri olan yolsuzluk ve yoksulluğa verilen bir tepki gibi yansıtılıyor. Protestoların anahtar kelimeleri de aslında çok global mesajlar. Eşitsizlik, yolsuzluk ve istifa çağrıları. Bu istifa çağrılarının üstüne basıldığı kartlarda tüm politik liderlerin fotoğrafları var. Meydanlardan gelen mesaj şöyle: “Hepsi gitsin!”
 
Peki hepsi gidebilir mi? Ya da bir “Whatsapp krizi”, ülkedeki politik elitin fazlasıyla yozlaşmış iktidarının sonunu getirebilir mi?  100 milyar dolara yakın borcu olan ve turizm dışında pek de bir gelir kaynağı olmayan, şeffaflık konusunda sınıfta kalmanın kitabını yazmış ve sırf zenginler gereğince vergilendirilmesin diye devlet denetimine karşı hiper korunaklı bir bankacılık sistemi oluşturmuş Lübnan finansal sistemi aslında çok uzun zamandır uzatmaları oynuyordu. Siyasi liderler de sürekli ya birbirinden saçma çıkışlarıyla ya da Hariri örneğinde olduğu üzere mankenlerin hesaplarına yatırdıkları milyonlarca dolarla gündemdeler. Ülkedeki en büyük siyasî ve askerî güç olarak tanımlanabilecek Hizbullah’ın lideri Nasrallah ise hükümete destek verdiği mesajda bir yandan da aba altından sopayı göstermeyi ihmal etmiyor: “Biz sokağa inersek, gerekirse iki yıl sokakta kalırız…. Hükümet yoksulların sırtına yükü bindirmeyen reformlar yapmalı.”
 
Her ne kadar Hizbullah büyük bir askerî ve siyasî güç olup nüfus bağlamında da ülkede ciddi bir kitlenin sempatisine sahip olsa da (hattâ Hizbullah’ın çok sayıda Hristiyan destekçisi de var) bu krizden güçlenerek çıksalar da kısa vadede mutlak iktidarı elde ederek çıkacaklarını söylemek güç. Zira Lübnan iç savaş sonrası silahları “gömmemiş” bir ülke ve böyle bir geçişin şiddetsiz ya da geniş bir kabulle olması ulusal ve uluslararası siyasi dengeler gereği pek de mümkün değil. Yine de bu krizden yoksul sınıfların örgütlenmesi vesilesiyle en güçlü şekilde çıkacak siyasi aktörün yine onlar olması fazlasıyla mümkün.
 
Peki tüm bunlar olurken hükümet ne yapıyor? Hariri hükümet ortaklarına uzlaşmaları için 21 Ekim 2019 saat 18:00’a kadar süre tanımıştı. Hükümetin Hristiyan ortağı olan Lebanese Forces hareketinin bakanlarının partilerince istifalarına karar verilirken Hariri’nin Lübnan’ı kurtarma planı da medya tarafından sızdırıldı. Hariri belli ki protestocuların mesajını aldığını göstermeye çalışıyor. Zira sunduğu planın öne çıkan unsurları şöyle: Bakan maaşlarında %50 kesinti ve banka ve sigorta kuruluşlarına %25 ek vergi. Şimdilik konuştuğum Lübnanlılar ancak bunun kısa vadede pratiğe dökülmesi hâlinde protestoların yumuşayabileceğini söylüyorlar ve Lübnanlıların öyle kolayca sokakları terk etmeyeceğini belirtiyorlar. Yine de bu reformları hükümetin onları anlamaya başladığı şeklinde yorumlayanlar da var.
 
Sorunun kökenine geri dönecek olursak hiçbir şey üretmeyen ama sokaklarında son model Mercedes’lerin, Maserati ve nice pahalı arabaların kol gezdiği, 10 binlerce liralık ve hattâ dolarlık ayakkabıları ve çantalarıyla orta üst ve üst sınıfın çocuklarının “kendilerine sunulan hayatın tadını çıkardığı”, ülkenin çalışan kesimlerinin de borç harç içerisinde bile olsa asla partiyi bırakmayan bir ülkenin partinin yavaş yavaş sonuna geldiğini görmek mümkün. Her ne kadar kimi meydanlarda turntable’ıyla kitleleri eğlendiren dj’leri görüyor olsak ve Lübnanlılar gerçekten eğlenmeye bayılan bir halk olsalar da bu hareketin kökenindeki öfke ve bıkkınlığın sağlam ve halkçı bir reform paketi ve hattâ çok daha keskin sonuçlar elde etmeden ortadan kalkacağını söylemek güç. Mevcut hükümet ve etraflarına kümelenmiş ülkenin çarpık devlet düzeninden faydalanarak zenginleşen sınıflar için partinin sonunda gibi görünüyoruz.
 
Şimdi herkes elit politik sınıfın ve kontrolsüz bir sömürü ve hesap vermezlikle zenginleşen ülkenin üst sınıflarının yarattığı bu hasarı onarma ve ülkenin içinde bulunduğu borç batağını temizleme işini kimin yapacağını merak ediyor. Onlarca yıldır borç harç içerisinde dahi olunsa eğlenilen gece kulüplerindeki eğlence, nihayet yerini genellikle popülist sloganların arkasına kendisini saklasa da mantıklı bir sonuca evrilebilecek bir öfkeye bırakmış durumda. Hesabı ise ya politik elit ve ülkenin eli sıcak sudan soğuk suya girmemiş ultra zenginleri ödeyecek, ya da yükü orta ve alt sınıftan farklı dini ve etnik gruplardan gelen yurttaşlar hep birlikte omuzlayacak. Asıl soru, bu kararın nasıl verileceği: Barışçıl protestolar sonunda iktidar inisiyatifiyle mi, yoksa Hizbullah’ın ya da başka bir siyasi gücün gerekirse iki yıl sokakta kaldığı daha sert bir alternatifle mi? Bu sorunun yanıtını zaman verecek.