Dünyanın sonunda hafıza
James, âşıkmış gibi yaparak Alyssa’ya yakınlaşmayı ve bıçakla onu öldürmeyi hayal ederken Alyssa bu ilginç oğlanla çıkmaya karar veriyor
01.12.2019
Dünyanın sonuna gelmiş gibi hissettiğimiz olur bazen. Hayatın kıyısında durur gibi. Kendimizle ne edeceğimizi bilemediğimiz, sokaklar dahil hiçbir yere sığışamadığımız zamanlar. Ama ya bu ruh hâli varoluşun, sen diye bildiğin şeyin ta kendisiyse? Daha başka türlü bir hayatı, hafifliği, mutluluğu hatırlamayacak kadar uzun bir zaman önce kaybetmişsen… O zaman James ya da Alyssa olursun. İsimleriyle bir insanlık hâlini anlatanlardan biri: si*tiriboktan dünyanın sonunu görmüşlerden biri.
Jessica Barden ve Alex Lawther'ın başrolünü paylaştığı The End of The F***ing World, tam da bu hâlin hikâyesi. Merakla beklenen ikinci sezonuyla kapanışını yapan ama müdavimlerinin ruhunda açtığı boşluklarla uzun süre hatırlanacak olan hikâye ayrı ayrı kaybolmuş iki gencin birlikte kendini buluşuna odaklanıyor. Kendine ve birbirine kavuşma denen şey ise hem geçmişin hortlakları hem bugünün kabusları dahil sayısız bedel ödeten bir macera.
İkilikler ve çelişkiler
2017’de İngiltere’de Channel 4’da yayınlanmaya başlayan ardından Netflix’e geçen The End of The F***ing World, sekiz bölümden ve her bölümü ortalama 20 dakikadan oluşan bir dizi. Charles Forsman’ın aynı isimli çizgiromanından uyarlanan ve Jonathan Entwistle, Lucy Tcherniak, Lucy Forbes, Destiny Ekaragha tarafından yönetilen seri bir İngiliz kara mizah örneği. Yani iki üç kelimeyle tür ve konu belirtmek gerektiğinde mecburen bu tanıma başvuruluyor. Oysa güldüğünüz şeyin acıklılığından utandıran ve mutlu anlarında ağlatan bir yanı var. Dolayısıyla tür tanımına ve sürenin kısalığına aldanıp yemek sırasında izlenebilecek o hafif yapımlardan biri olduğu sanısına ne olur kapılmayın. Lokma boğazda boğulma tehlikesi var. Zaten daha birinci dakikada James kendisini “Ben James, on yedi yaşındayım ve psikopat olduğuma eminim” diye tanıtıp bizi sekiz yaşındayken “bir şeyler hissetmek” istediği için elini, babasının aldığı Amerikan malı fritözün içindeki kaynar yağa daldırdığı âna götürdüğünde bir karar vermek gerekiyor. Hazırsanız başlayalım gibi bir cümle var sanki hiç söylenmemiş. Hazırsak, başlıyor.
The End of The F***ing World
Bir diğer uyarı da yazının kapsamı gereği diziyi izlemiş olduğunuz varsayımına göre ilerliyor oluşum. İzlemeyenler lütfen önce yolculuğu tamamlayıp öyle buluşsun benimle. Sonra bana küfretmesin.
Hoş küfür de yeni bir anlam kazanacak bu dizi sonrası. Çünkü yıldızlarla kaplı adından da anlaşılacağı üzere bu hikâyenin dili bol bol küfre ve argoya yaslanıyor. Ama o derece yerli yerini buluyor ki kelimeler, hani başka türlü ifade etmek mümkün olmazdı zaten yaşananları. Küfür küfür değil, durum tasviri. Günlük hayat dili eşliğinde ilerleyen kurgu hayatın absürtlüğüne ayarlı olduğu için her şey olanca inanılmazlığı içerisinde sahici. Kurgulasan kimse inanmazdı ama hayatta tam da böyle olur zaten hissi. Bir süre sonra bir şey izlemekte olduğunuz bilgisi de buharlaşıp kayboluyor bu iki ruhu yaşlı gençle birlikte yollara düşer ve dünyanın binbir boktan haline bakakalırken.
Dizinin hikâyesi adeta ikilik kavramı üzerine kurulu. Birbirine koşut ilerleyen ya da çelişen ikilikler… En büyük ikilik James ve Alyssa’nın karşılaşması elbette. James geriye dönük hatıralarında on üç yaşından itibaren öldürdüğü ve hiçbirini unutmadığını söylediği hayvanları gösterip şimdi artık daha büyük bir hedefe yönelmek istediğinden bahsederken, okul kantininde yanına Alyssa geliyor. Gelmeden önce kantinde oturduğu masadan karşısındaki kız kendisiyle konuşmak yerine “bedavaya” olduğu için mesaj atınca çıldırıp cep telefonunu kırıp kalktığını görüyoruz. James’e ilk sözü, oğlanın yanındaki kaykayı görünce kafadan uydurduğu “Seni kayarken gördüm. Bok gibiydin” repliği. James de katatonik yüz ifadesiyle “Si*tir git” diye karşılık veriyor. İçinde nereye koyacağını bilemediği bir öfke hisseden Alyssa için bu James’le bağ kurmak adına en doğru karşılık.
The End of The F***ing World
James, âşıkmış gibi yaparak Alyssa’ya yakınlaşmayı ve nihayetinde babasının on üç yaş hediyesi olan o meşhur bıçakla onu öldürmeyi hayal ederken Alyssa da ilginç bulduğu bu oğlanla çıkmaya karar veriyor. Alyssa’nın evi, yuva dışında her şey. Babası küçük yaşta evi bırakıp gitmiş. Alyssa, kendisi gibi toplumla uyumsuz olduğunu düşündüğü babasını suçlamıyor. Sadece özlüyor ve onun her doğumgününde sektirmeden attığı tebrik kartlarıyla koca deri ceketini emanet gibi hep yanında taşıyor. Şimdi evde arada kendisine de sarkan bir üvey baba ve o üvey babadan olma ikizler var. Alyssa bebeklerin başını koklamayı seviyor ama partide yeni eşinin her dediğine boyun eğen annesi Gwen’in (Christine Bottomley) ricasıyla garsonluk yaparken bu aile maskaralığına son vermeye karar veriyor. James ise babası Phil’le (Steve Oram) yaşıyor ve Alyssa’ya annesinin Japonya’da olduğundan bahsettiğinde yalan söylediğini biliyoruz. Baba, ortamı espirilerle ve boş konuşmalarla şenlendirmeye çalışan çaresiz bir adam. Alyssa ertesi gün James’e geldiğinde James’in bıçağı kanepenin yastıkları arasında hazır ama beklenmedik olan Alyssa’nın “Gel buradan gidelim. Sen gelmesen de ben gideceğim” demesi. Hayatından sıkkın James, yolda Alyssa’yı daha rahat öldüreceğini düşünerek teklifi kabul ediyor. Babasını yumruklayıp arabasını alıyor ve ikilinin büyük yol ve hayat macerası böylelikle başlamış oluyor.
The End of The F***ing World
Sesler ve uğultulu sessizlik
James ve Alyssa özellikle ilk başlarda adeta telgraf usülü kesik kesik konuşurken her ikisinin iç sesini izleyici olarak biz duyuyoruz. Bu ikili düzen, gerçekte ne hissettiğini bildiğimiz karakterlerin ifadelerine ve beden dillerine yepyeni bir gözle bakmamızı sağlıyor. Bir anlamda süre de aslında yirmi dakikadan en az iki misline çıkıyor. Dizinin müzikleri ise adeta üçüncü bir başrol oyuncusu gibi devreye giriyor. Blur’den Graham Coxon dizi için yaptığı özel bestelerle esas tınıya damgasını vururken, beklenmedik şekilde başlayıp başladığı gibi bir anda kesiliveren beş ila on saniyelik geniş bir repertuvara dayalı müzikler, kimi zaman gösterilen sahnenin vahşetine tezat bir yumuşaklıkla akıyor kimi zaman da esas duygunun tercümanı oluyor. Diş dünyanın seslerini James ve Alyssa’ya ulaştığı kadarıyla algılıyoruz. Keza dünya da onların karşısına çıkan insanlarla sınırlı.
The End of The F***ing World
İkilinin yol boyu karşısına çıkan insanlar, dünyanın ne kadar boktan, şiddete meyyal bu gençlerinse ne kadar masum olduğunu gösterir nitelikte. Aralarındaki ilişki geliştikçe dizinin flashback sahneleri de artıyor. İşin büyüsü de burada. James de Alyssa da hiçbir şeyi uzun boylu sahneler olarak hatırlamıyor. Ses tamamen kesiliyor ve birkaç saniyelik an görüntüleri adeta hareketli fotoğraflarmışçasına gözümüzün önünde çakıyor. Hafızanın bu görsel tasviri dizinin en güçlü yanlarından biri. Bu anlarda James’in annesinin küçük oğlunun gözleri önünde arabasını göle sürerek intihar ettiğini ve James’in “psikopatlık” olarak tanımladığı şeyin devasa bir suçluluk ve keder olduğunu görüyoruz.
James ve Alyssa biri düştüğünde diğerinin onu kaldırdığı sağlam bir bağ inşa ediyor yol boyu. James, emekli bir asker tarafında tuvalette tacize uğradığında onu kurtaran Alyssa oluyor. Alyssa, evi arayıp üvey babası annesiyle onu konuşturmadığında sarılmasını istediği kişi de James. Dönecek bir evleri, gidecek bir istikametleri olmayan ikili sonunda Alyssa’nın isteğiyle kızını sekiz yaşındayken terk eden gizemli baba Leslie’nin yanına gitmeye karar veriyor. Akşamı geçirmek için sığındıkları evde, aniden ortaya çıkan ve seri bir tecavüzcü olan felsefe profesörü Clive Koch’un (Jonathan Aris) Alyssa’ya saldırması üzerine James adamı öldürüyor ve o an bir yandan kusar ve sonsuza kadar ikisini de o odaya hapsedecek kanlı görüntülerle boğuşurken psikopat olmadığını da anlamış oluyor.
The End of The F***ing World
Baba Leslie’nin tam bir yavşak çıkacağı, dizinin seyrine alıştıktan sonra adeta kendisi fısıldayan bir iç bilgi. James adamın ne ml olduğunu görüyor ama bir yandan başları boylarından büyük bir belaya girdiğinden diğer yandan Alyssa, babasına karşı yaşanmayan çocukluk yıllarının özlem ve zaafıyla doluyken onun yanında kalmaya devam ediyorlar. Bu arada gıyaplarında önce verilen ilanlardaki kayıp çocuklarken, cinayet mahalli eşliğinde başlarına ödül konmuş katil zanlılarına dönüşen ikili, kanun önünde suçları arttıkça masumiyetlerinde billurlaşıyor. Alyssa’nın daha o yola çıkmadan önce evin bahçesinde çimenlere yatıp gökyüzüne baktığında söylediklerini anlıyor oluyoruz.” Bazen böyle bir süre uzanmam gerekiyor çünkü her şey çok fazla geliyor ve yukarı bakıp maviyi ya da griyi ya da siyahı gördüğümde, içinde eriyormuşum gibi hissediyorum. Ve bir saliseliğine özgür oluyorum. Ve mutlu. Masum. Bir köpek, bir uzaylı ya da bir bebek gibi.” Bu cümle bir şekilde Alyssa’nın o zamana kadar varlığından haberdar olmadığı o bıçaktan ve James’in kendisini korumak için de olsa bir insanı öldürmesinden korkarak onu terk etmesi üzerine James’in bizimle paylaştığı hisle birleşiyor: “O gün sessizliğin gerçekten gürültülü olduğunu öğrendim. Sağır edecek kadar gürültülü. Belki babam da bütün hayatını bu sessizlikten kaçmaya çalışarak geçirdi. Sessizlikte bir şeyleri dışarda bırakmak zor. Hepsi burada içinde ve onlardan kurtulamıyorsun. Bir zamanlar bir şeylerden kurtulmayı başarıyordum ama o günden sonra bunun artık kolay olmayacağını biliyordum… Ben asla Alyssa’nın koruyucusu olmadım. Asıl o benim koruyucumdu.”
Alyssa hatıralara dair “Çok tuhaf. Çoğu zaman hayatındaki önemli anları olmakta oldukları an içerisinde değil geriye dönüp akınca görürsün” diyor. Oysa James’le başladığı şeyin önemli olduğunu daha yaşadığı o an içerisinde biliyor oluyor. Zaten her ikisi de bu anıları, olmakta olan an içinde hatırlamaya bu yüzden teslim oluyor. Hatıralar da geçmişe değil bugüne ait olduklarından ve geleceği şekillendirdiklerinden…
The End of The F***ing World
Birbirini iki yıla yayılan bir süre içerisinde kerelerce kaybedip yine bulacak ama sonunda kendilerine rağmen oluşan o bağı inkâr edemeyecek hale gelecek James ve Alyssa’nın aşkını nasıl tarif edersin diye sorsalar sanırım birinin yanında kendinle olduğundan daha fazla kendin olabilmek derdim. Ve elbette sorumluluk almaktan bahsederdim. Çünkü yetişkinlerin sapır sapır döküldüğü bu dünyada James “On sekiz oldum ve sanırım insanların birbiri için ne ifade ettiğini anlıyorum” dediğinde, Alyssa’yı kurtarmak için bütün suçu üzerine almış ve kelimenin gerçek anlamıyla ölümüne doğru koşuyor oluyor. Oysa Alyssa’nın babası onları ödül için polise ihbar etmekten çekinmemişti. Ve gençlere organik ve sağlıklı olduğunu iddia ettiği otları satarak ve Alyssa sonrası başka bir kadından olan oğlunu da terk ederek zerre olgunlaşmadığını kanıtlıyordu. “Zıvanadan çıkmış bir dünyada deli olmak delilik değil sağlıktır” derken bu şık cümledeki delilik sadece sırasını savmaktan ibaretti. Asıl deli olan ve bunu kendi akıl sağlıkları için yapan James ve Alyssa olacaktı. Bu aynı zamanda Alyssa’nın da babasıyla ödeşme anıydı: “Öylece çocuk doğurup sonra da onları terk edemezin. Çünkü sonra onlar bütün hayatları boyunca bir şeyleri yanlış yaptıklarını düşünürler.” James’e annesinin ölümünün onun suçu olmadığını söyleyen de Alyssa’ydı. Tam da bunun söylenmesi gerektiğini bildiğinden. Senin olmayan yükü dünyaya iade etmek ve nefes almak için.
Alyssa söyleyemediklerini Jamesle dans ederek aktarmaya çalışıyor ve elbette asıl his ve düşüncelerini iç sesini duyan bizler biliyor oluyoruz. Bu bilgiyle onların çıkmazına bakmak çok acıtıyor insanı. Ama zaten dizi, acıtmak istiyor. James’in “Alyssa ile olmak bana bir şeyler hissettirmeye başladı ve bundan hiç hoşlanmadım” itirafının o psikopatlık kalkanındaki ilk çatlak olduğunu hissediyoruz. Kalkan giderek param parça olurken, o iç seslerin dış diyaloglara yaklaşması umuduyla yaşıyoruz.
The End of The F***ing World
Dizinin ikinci sezonu, yazar Charlie Covell’ın kendi hayal gücü eşliğinde devam etmiş. Aşırı baskıcı annesiyle asosyal bir çocukluk geçiren ve sonunda yolunun kesiştiği profesör Clive Koch’a âşık olup onu tehdit ettiğini düşündüğü bir kadını öldürerek hapse giren Bonnie (Naomi Ackie) karakteriyle de tanıştığımız bu sezon Bonnie’nin sevdiği adamın katili olarak gördüğü James ve Alyssa’yı öldürme planıyla yeni bir döngü yaratıyor. Bu arada yolları zorunlu olarak ayrılan James ve Alyssa’nın da kendi cehennemlerine, kayıplarına, yaslarına, hayal kırıklarına, ödeşmelerine ve dünyanın bütün boktanlığına inat buldukları inanca tanıklık ediyoruz. Bu inanç bizim aradığımız umut oluyor.
The End of The F***ing World
Dünyanın sonunda hafıza nihayet bugünle buluşup anılar, asıl taşıması gereken anlama geri çekildiğinde, gençlerin tepeden baktığı o manzaradaki dünyaya, bütün boktanlığına rağmen yaşanası olan hayata hep birlikte bir şans daha veriyoruz.
Onlar mutlu olsun istiyoruz. Ve o mutluluk hepimizin hakkı oluyor.