Toprağım sensin
Toprağı küstürdüğünde geriye hayat kalmıyor. En şehirli olanlarımızın bile yalın ayak toprağa basma ihtiyacı hep bu aidiyet duygusundan
16.01.2020
Ateş, su, hava sonrası toprakla noktalanıyor hafızanın yapı taşı temeli. “Topraktan geldik toprağa gideceğiz” sözünün varlığı hatırlandığında, aslında her şeyin başı ve sonu sayılan bu hayat simgesinin kısa tanımı da yapılmış olur. Doğum ve ölüm toprakta birleşir; toprak, hayatı kapsayan koca bir battaniye gibidir.
İnsana can veren, onu besleyen büyüten ne varsa topraktan çıkar. Bu hâliyle toprak bereket tanrıçalarının alanıdır. Mevsim dönüşümleri pek çok eski kültürde kadının gençlik, olgunluk ve yaşlılık hâlleriyle özdeşleştirilmiştir. İlkbahar duyuların uyanışı, yaz bereketin patlayışı, sonbahar geçişin şarkısı, kış bekleyişin uykusudur. Döngü kendini bitimsizce yineler toprağın üstünde.
Başlangıcın farklı isimleri
Antik Yunan’da yeryüzünün ana tanrıçası Gaia idi. Hayat onunla başladı, dünya onunla var oldu. Bütün diğer tanrıların da doğa ana Gaia’dan türediğine inanılırdı. Yine kendisinden çıkma gökyüzü tanrısı Uranos’un, doğurduğu bütün çocukları kendi içine geri gömerek hükümranlığını korumaya çalıştığını gören Gaia, Uranos'tan olan oğlu Kronos'un yardımıyla onu yenerek çocuklarını özgürlüğüne kavuşturdu. Kronos da kendi oğlu Zeus tarafından Tartarus'a atılarak aynı kaderi paylaşırken, Roma’nın Terra ismiyle devraldığı ana tanrıça hep doğumun, hayat verişin simgesi olarak kaldı.
Toprak ve bereket tanrıçası Demeter Rheia ile Kronos’un kızı ve Olympos kralı Zeus’un kız kardeşiydi. Demeter’in, kardeşi Zeus ile gizli birlikteliğinden kızı Persephone dünyaya geldi. Demeter yeryüzündeki ekinleri ve buğdayı, hasat bereketini simgelerken kızı is bir efsane uyarınca mevsimlerin oluşumundan sorumlu oldu. Buna göre, yeraltı tanrısı Hades, Persephone’u görür görmez aşık oldu ve yer altı dünyası Tartaros’a kaçırdı. Çılgına dönen anne Demeter, Olympos’u terk ederek yeryüzü için hiçbir şey yapmamaya başladı. Büyük bir kıtlık ve ölüm salgını ortaya çıkınca, Zeus Hades’i iknaya girişmek durumunda kaldı ve varılan anlaşma uyarınca Persephone’nin yılın üç ayını Ölüler Diyarı’nın Kraliçesi olarak Hades’le birlikte, kalan dokuz ayı da annesiyle birlikte yeryüzünde geçirmesine karar verildi. Persephone her sene sonbahar ekinlerinin hasatından sonra, kış ayları için Tartaros’a Hades’in yanına dönerken dünya çoraklaştı. Tanrı Helios bir kez daha dünyayı güneşiyle ısıtıp, günler uzayınca Persephone yeryüzüne Demeter’in yanına döndü ve anne Demeter yeniden tohumların çiçek açmasını sağladı.
Hint mitolojisinde toprak ana Prithivi, toprağı dölleyen bir boğa olarak canlandırılmıştı. Toprak küstüğünde hayat durduğundan, toprağın lanetinden korkulur, her şeyi döllemesi için dua edilirdi. Pagan geleneği olan hasat bayramlarının semavi dinler içerisinde de anlam ve isim değiştirerek varlığını sürdürmesine şaşırmamalı. Bugün Ermeni halk arasında Üzüm Bayramı olarak bilinen ve Meryem Ana’nın göğe alınışına adanmış Astvadzadzin Bayramı, kiliselerde kutsanan üzümlerin dağıtıldığı, köklü hasat geleneğine yaslanır. Keza ilkbahar rütüeli olan doğanın kış uykusundan uyanışının kutlandığı şenlikler de İsa Mesih’in ölülerden dirilişine adanmış Paskalya bayramı vesilesiyle varlığını sürdürdü. Ölümden sonra hayat simgesi bir kültür mirası olarak devralındı.
Kibele’nin masalı
Anadolu’da da bütün tanrıların ve toprağın anası Tanrıça Kibele idi. Frikya ve Likya bölgelerinin kralının kızı olan ve erkek çocuk bekleyen babası tarafından Kibelos Dağı'na ölüme terk edilen Kibele, vahşi hayvanların sütüyle büyüdü ve kendisine sahip çıkan çobanların yanında yaşadı. Kendi talihsiz hikâyesinden hareketle Kibele’nin küçük çocukları şifalandırma gücü vardı. Rivayete göre büyüyünce Attis isimli bir delikanlıya tutulan ancak onun sadakatsizliği karşısından genci delirten Kibele, Attis’in kendi erkeklik organını kesip atmasına yol açtı. Toprağa saçılan kandan ve erkeklik tohumlarından çiçekler ve bitkiler fışkırdı, Attis de bir çam ağacına dönüştü. Attis'i yitiren Kibele; yalnız ve acılı bir âşık olarak Anadolu'da kent kent gezip dolaşmaya başladı. Diyonisos ve Apollon'la dolaşan Kibele, Frikya'yı kasıp kavuran veba salgını üzerine görkemli tapınaklarda dualar edilen bir ana tanrıçaya dönüştü. Tanrıça Kibele’nin ünü zamanla Anadolu'dan, Yunanistan’a oradan İtalya’ya kadar sıçradı. Bereketin tanrıçası bugün sayısız motifte yaşamaya devam ediyor.
Kökenini anımsa
Toprağın doğum ve ölümü kapsayışı, modern zamanlarda da devam eden bir anlayış. İklim tartışmaları, doğayı hor gören insanın karşılaşacağı felaket senaryoları üzerinden ilerliyor. Zira toprağı küstürdüğünde geriye hayat kalmıyor. En şehirli olanlarımızın bile bir ormana, bir parka kaçıp yalın ayak toprağa basma ihtiyacı hep bu aidiyet duygusundan. Adına “topraklanma” dediğimiz, elektriğimizi akıttığımızı, köklerimize bağlandığımız genetik bir mirastan.
Tevazu sahibi toprak, nasıl büyük ve vazgeçilmez bir hazine olduğunu ancak zararı pahasına hatırlatabiliyor çoğunlukla. Heyelan olduğunda ayağının altından toprak değil üzerindeki bütün hayat parçaları kayar. Depremle yeryüzü sallandığında toprağın uğultulu sesi duyulur. Ölümlülüğümüzü hatırlarız. Aynı zamanda ne kadar uzağında kalsak ya da bırakılsak da doğanın nasıl da ayrılmaz bir parçası olduğumuzu. Gelmiş geçmiş bütün topraklı anılarımız bir anda canlanıverir; kumsalda ıslak kumlarla yaptığımız kaleler, bahçeye umut diye ektiğimiz meyveler, sebzeler, hasretinden yanarken yanımıza aldığımız bir avuç toprak, “Toprağım sensin” denecek kadar sevilmiş bir sevgili ve daha nicesi… Toprak merhametlidir, sonunda hep affeder bizi.
Farklı vedalaşmalar olsa da ölünün toprağa verilmesi halen en yaygın geleneklerden biri. Benzersiz yalınlığı içinde kırık sesi ve sazıyla Kara Toprak diyen Âşık Veysel, toprağın kadim dostluğunu miras bırakmıştır hepimize. Ne olduğumuzu hiç unutmayalım diye…
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne faydalandım
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Toprağa bağlılık köken anımsatır, bir iç terbiyedir. Nereden geldiğini bilmek, üretmek ve şükretmektir. Tevekküldür, iç özgürlüğüdür. Görece güzelliklerin gelip geçiciliği karşısından özveriyi anımsatandır. Kendi eliyle çorak topraklarda güzelim bahçeler kurmuş olan Âşık Veysel, tam da dediği gibi eylediğinden bu denli etkilidir ya. Toprağın sesidir o. Dingin ve derin…
Karnın yardım kazma ile bel İle
Yüzün yırttım tırnak ile el ile
Yine beni karşıladı gül ile
Benim sadık yârim kara topraktır
Dileğin varsa iste Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan
Benim sadık yârim kara topraktır
Bütün kusurlarımı toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarımı tuzluyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yârim kara topraktır
Toprak insana kendi gücünü, kudretini, yoktan var etme yetisini anımsatır. Azim oldukça sıfırdan hayat kurulabileceğini, dünyayı insan eliyle cennet mekân kılma ihtimalini. Üzerine ne kanlı savaşlar verilir de devlet sınırlarından haberi olmaz toprağın. O hep hayat vermenin peşindedir. Her şey tekelleşir ve büyük sanayiinin parçası haline gelirken küçük bağımsız kolektiflerin, komünlerin giderek daha görünür oluşu aslında toprağın iade-i itibarıdır. İnsanlığın da.
Yağmur sonrası mis gibi toprak kokusu yükselir. Tabii betonlar arasında toprağı bulursanız. O koku, hayatın, taze başlangıçların ta kendisidir. Canlanır insan bir anda, üzerindeki “ölü toprağını” yine toprağın kokusuyla silkeler. Ayağının altındaki zemini, bir inat gibi duran ağacı, ağacın müdavimi kuşları fark eder. Hem bağımsız olduğunun hem de koca kâinatın bir parçası olduğunun ayırdına varır. Dengelenir, kendilenir, güzelleşir. Diz çöker, öper toprağı. Diller, dinler, milletler, ülkeler dışı olan o bağrı…