Türkiye’nin efendi-köle diyalektiği
Cemevleri için kararı hukuk verirmiş. Hangi hukuk? Cemevlerinin ibadet yeri olup olmadığını Diyanet’e soran hukuk mu, evrensel hukuk mu?
19.01.2020
Sanırım Türkiye’de en büyük sorunumuz, insanların kendilerini tanımlama hakkına saygı duymamamızdan kaynaklanıyor.
Bu saygısızlığın altında yatan muhtelif nedenler var şüphesiz. Bir tanesi, insanların kendilerini özgürce tanımlamalarına izin verildiğinde, daracık tanımlanmış ulusun dağılıp gideceği korkusu.
Öbürü de, bir tür efendi-köle diyalektiğine dayanıyor. Ancak, diğerlerinin kim olduğunu tanımlayabilen, kendini birinci sınıf vatandaş olarak görüyor ve özgür hissediyor. Birinci sınıf olmak için hep ikinci sınıf olanlara ihtiyaç duyuyoruz.
Tabii, burada, izleyen herkesin gözünü alıveren bir el çabukluğu var. Karşımızdakini tanımlarken, güya onları birinci sınıf vatandaşlar içinde sayıyoruz. Ama tanımladığımız bu insanlar o birinci sınıf tanıma uymadığı için, biz onlara “siz de birinci sınıfsınız” dediğimizde, onlar otomatik olarak ikinci sınıf hâle geliyorlar.
Örneğin, Kürtlere, “siz de Türksünüz” diyoruz. Adamın Kürt olduğunu kabul etsen, Türkçeyi sonradan öğrenmesine rağmen çok iyi konuştuğunu fark edip hayranlık duyacak, yani onu iki dil konuşan biri olarak görecekken, onu Türk yapıp, Türkçeyi aksanlı konuşan birisine dönüştürüveriyorsun. Yani bir tür hokkabazlık yapıyorsun.
Aynı şey Aleviler için de geçerli. Alevisi, Hristiyanı, Musevisi, Ateisti ve daha nice farklı inanış ve dünya görüşünden insandan alınan vergilerden kendisine ayrılan paralarla semirdikçe semiren, pek çok bakanlıktan daha büyük bütçeye sahip olan Diyanet İşleri, Alevilere diyor ki, “sen Müslümansın, senin ayrı bir inancın yok, sen de birinci sınıf vatandaşsın.”
O da birinci sınıf vatandaşsa, senin neden bir tane bile Alevi çalışanın yok o zaman?
O da birinci sınıf vatandaşsa, onun ibadetini neden tanımıyorsun?
Neden Cemevi diye bir ibadet yeri yoktur diyorsun?
“Sen de birinci sınıf vatandaşsın” dediğin anda senin inandığına inanmayan, senin gibi düşünmeyen, senin gibi hissetmeyen insanları, muazzam bir cenderenin içine sokuveriyorsun.
Alevi’nin çocuğu okula gidiyor, ona zorla Sünni inancını öğretiyorsun.
O çocuk evde bir dünya, okulda bambaşka bir dünya ile karşılaşıyor.
Geçen gün İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde yapılan oylamada AK Parti ve MHP’li Meclis üyelerinin oylarıyla Cemevi’nin ibadet yeri olmadığına karar verildi.
Yani Alevi’ye “sen Müslümansın, sen de bizdensin” diyorlar.
Bunu derken de ne büyük bir aşağılamada bulunuyorlar.
“Senin ibadetin ibadet değil, senin ibadet yerin ibadet yeri değil” demiş oluyorlar.
İnternete düşmüş, dolaşıp durmakta olan bir video var.
AK Partili Meclis üyesi bir beyefendi, “Cemevlerinin ibadethane yeri olup olmamasına teologlar ve hukuk karar verir” diyor.
Burada teologlarla kastedilenin, Alevi vatandaşların da vergileriyle maaşlarını alan Diyanet İşleri görevlileri ve İlahiyat hocaları olduğuna şüphe yok.
Senden aldığım para ile hayatımı sürdürür ve senin kim olduğuna ben karar veririm.
Seni ben tanımlarım.
Cemevlerinin ibadet yeri olup olmadığına hukuk karar verirmiş.
Hangi hukuk olacak bu?
Cemevlerinin ibadet yeri olup olmadığını Diyanet İşlerine soran hukuk mu, yoksa evrensel hukuk mu?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, çok açık çok net kriterle Cemevi konusunda Türkiye’yi iki defa mahkûm etti.
Dedi ki, “bir cemaatin hangi dinî inanışa ait olduğuna devlet değil o cemaatin en yüksek yetkilileri karar verir.”
Yine dedi ki, “Sünni ibadet yerlerine tanıdığın ayrıcalıkları Alevilerin ibadet yerlerinden esirgeyerek açıkça ayrımcılık yapıyorsun.”
İstanbul Belediye Meclisinde konuşan AK Partili beyefendi farkında olmayabilir ama hukuk çoktan Cemevi konusunda karar verdi.
Verdiği karar, Cemevinin ibadet yeri olup olmadığına, sizlerin ve Diyanet’in karar veremeyeceğidir.
Ama Türkiye’nin efendi-köle diyalektiği farklı olanın tanınmasına bir türlü izin vermiyor.
Kürtçe, devlet katında “bilinmeyen bir dil”e dönüşüyor.
İçinde yüzlerce yıldır ibadet yapılan Cemevi, folklorik bir motife dönüşüyor.
Gayrımüslim’in kurumları ise yok hükmünde…
Fakat bu efendi-köle diyalektiği, Hegel’in de dediği gibi, sonuçta kimsenin özgür olmamasıyla sonuçlanıyor.
Diğerini yok sayacağım, kontrol edeceğim derken hiç kimsenin özgür olmadığı bir dünya yaratılıyor sonuçta.
Örneğin din bir türlü devletin kontrolünden çıkamıyor.
Biz iktidardayız, diğerleri üzerinde tahakküm kurarız diyenler, yarın iktidar değiştiğinde, kendilerinin üzerinde tahakküm kurulacağı bir düzeni tahkim edip duruyorlar.
Bir türlü görmüyorlar, ki ancak kölenin olmadığı yerde bütün insanlar özgür olabilir.
Köle varsa, efendi de, o durumun kölesidir.