Demokrasi nasıl ölür, nasıl dirilir?
Demokrasi bu kadar hastalanmışken, seçimle gelenin seçimle gitmesi gibi muazzam iyileştirici bir şeyin de kenarında duruyoruz
ORHAN KEMAL CENGİZ 08.06.2020
Önünüzde olup bitenleri başkalarından dinlediğinizde, ayıltıcı bir etki yapıyor.
Bir kere, yaşadığınız şeyin sadece sizin başınıza gelmediğini, başka ülkelerin de benzeri bir kaderi paylaştığını anlıyorsunuz.
Ayrıca, gündelik hayatın içinde tanık olduklarınızı, başka birilerinin kavramlaştırdığını görmek, o tanık olduklarınıza yeniden başka bir gözle bakmanıza neden olabiliyor.
Türkiye’de bitmek tükenmek bilmez bir tartışma var.
İktidar rejimi değiştiriyor mu, değiştirecek mi?
Türkiye yarım yamalak demokrasisini de mi kaybedecek?
Papatya falı bakar gibi, Türkiye’deki gelişmelere bakıyor ve kâh umutlanıyor, kâh karamsarlık içine yuvarlanıyoruz.
Hâlbuki ne karamsarlığa ne iyimserliğe gerek var.
Doktorla yüzleşmekten kaçınan ve hastalığını inkâr eden bir hasta olmaktan vazgeçip, ilk önce gerçekle yüzleşmek, ardından da ne yapılabileceğine bakmak gerekiyor.
Demokrasilerin nasıl hastalandığını teşhis etmeye çalışan Demokrasiler nasıl ölür (How Democracies Die) isimli kitap, bizim durumumuzdaki hastalanmış demokrasilerin, nerelere sürüklenebileceğini fevkalâde açık bir şekilde anlatıyor.
Kitabın yazarları Steven Levitsky ve Deniel Ziblatt’a kulak verdiğinizde seçimle gelenlerin ülkeyi demokrasiden uzaklaştırmasının hemen daima tedrici bir süreç olduğunu görüyorsunuz.
Kimisi daha hızlı, kimisi daha yavaş ama aşama aşama demokrasiden uzaklaşıyor bu ülkeler.
Levitsky ve Ziblatt demokrasiden otokrasiye sürüklenen ülkelerde hemen daima üç aşamanın geçildiğini söylüyorlar.
Birinci aşama, onların deyimiyle “hakemlerin” zapturapt altına alınması. “Futbol ya da basketbol oyununda şike yapmak istiyorsanız, ilk yapacağınız hakemleri ele geçirip onların sizin lehinize kararlar vermesini sağlamaktır. Siyasette de bu genellikle yerlerini size sadık kişilerle doldurabilmek için yasa yapıcıları ve yargıçları kovarak yapılır.”
Yazarlara göre ikinci aşama muhalif aktörlerin gözden düşürülmesidir. Bu da rüşvetle ve gözdağı vererek yapılır.
Demokrasinin yok edilmesindeki üçüncü aşama yeni sistemde her şeyin otokratın lehine işlemesi için, kuralların değiştirilmesidir.
Levitsky ve Ziblatt başka ülkelerin tecrübelerinden söz ediyorlar ama herhalde anlattıkları Türkiyeli okura hiç de yabancı gelmeyen şeyler.
Türkiye’de belki de sorun, “rejim değişiyor mu” diye soranların bir İslamî rejime ilişkin ipuçları aramaları.
Rejim değişikliği tartışmaları yapanların, Şeriat devletine geçişin izlerini sürmeleri belki de en büyük yanılgı.
Demokrasiler nasıl ölür’ün yazarları rejim değişikliği ile, sosyalizme, faşizme, nazizme, şeriata geçişi falan kastetmiyorlar; onlar demokrasinin nasıl öldürüldüğünü anlatıyorlar.
Onların kavramlaştırmasıyla bakınca Türkiye’de ne görüyorsunuz?
Yarım demokrasimiz ileriye mi, yoksa can çekişmeye doğru mu gidiyor?
Demokrasiyi kemiren hastalıklar iyileşme mi yoksa kronikleşme yolunda mı?
Hakemler ele geçirildi mi?
Muhalefet kriminalize edildi mi?
Kurallar sadece bir kişinin daha da güç kazanması için mütemadiyen değiştiriliyor mu?
Peki Türkiye hastalığın hangi aşamasında?
Henüz dönülmez akşamın ufkunda değiliz belki…
Bakın Konda en son yaptığı ankette AK Parti oylarının yüzde 30 civarında olduğunu söylüyor.
Medya üzerindeki muazzam kontrole, iktidarın dağıttığı muazzam imtiyazlara rağmen durum böyle…
Yani, demokrasi bu kadar hastalanmışken, seçimle gelenin seçimle gitmesi gibi muazzam iyileştirici bir şeyin de kenarında duruyoruz.
Bu iktidar nasıl ki İstanbul seçimini kaybetti, siyasal iktidarı da kaybedebilir.
Ama, bunun için demokrasinin yara berelerini iyileştirmeye ant içmiş, farklılıklarını bir kenara koyup bir araya gelebilen bir muhalefete ihtiyaç var.
Bunun için, ne yapıyor diye AK Partinin ağzının içine bakmayan, kendi oyun planını kurabilen bir muhalefete ihtiyaç var.
Ama ne acıdır ki, milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılırken, sadece kendi vekillerine ağlayan bir muhalefet görüyoruz.
İki Kürt vekil hapiste bırakılıp bir Türk vekil Koronavirüs nedeniyle dışarı çıkarılırken “onları da çıkarın” diyemeyen bir muhalefet görüyoruz.
Kendisinin ne zaman seçim istediğinden değil, iktidarın seçim planlarından bahseden bir muhalefet görüyoruz.
Türkiye demokrasisi hastalığın ölümcül ve geriye dönüşsüz aşamalarına geçmeden, iyileşmeye başlayabilir; ama bunu yapmak için, demokrat bir muhalefete ihtiyacımız var.
Demokrasiyi kurtarmayı hayatî bir öncelik olarak gören politikacı ve liderlere ihtiyacımız var…