Kahvenin hatrı
Hiçbir şey yapamadığımda “Kendime bir kahve koyayım” diyorum bazen. Kahve bir ritüeldir ne de olsa.
15.01.2021
Sokaklar sadece geçip gitmek için var ne zamandır. Hızlıca bir yere varmak, işini görmek ve yeniden eve dönmek için. Bunu yapamadığın günler, haftalar da var. Pandemi dünyayı vurduğunda, yaşanan felâketin boyutunu gösteren iki yer vardı: koridorlarına kadar sedye dolu hastaneler ve sadece kedisi, köpeği, güvercini kalmış sokaklar…
Geçenlerde arkadaşımla kısacık görüştük. Aman o ne mutluluktur. Sadece karşılıklı bir köşede durup maskelerin ardından anlattığımız bir şeylere gülebildiğimiz, birbirimizin gözüyle hasret giderebildiğimiz için mutluyduk. Dünya artık böyle bir yer mi olacak diye gülmekle ağlamak arası bir yerde gittik geldik. Malûm artık bir masaya ilişmek, karşılıklı oturmak diye bir şey yok. Küçük esnaf kan ağlıyor mahallemde. Çoğu dükkân kepenklerini bile açmamış. Muhtemelen günlük elektrik masrafını karşılamadığından. Bir kısmında sahibinden satılık ya da kiralık tabelası. Öylece ayakta dikilirken ya da sakin ara sokaklarda koşturmadan yürürken elimizi ısıtan kahveye minnettarım. Kış mevsimi için özel denemeler yapmış üretici: süt, karamel sosu, tarçın… Hani kendini zorlasan o şömineli dağ evi klişesini yaratabilirsin zihninde. Yumuşacık yastık, tüylü halı ve battaniyeler arasında, köşeli, sert her şeyin uzağında kaldığına inanabilirsin.
Ama gün ışığında her şey işte çırılçıplak karşında. Salgın insan hayatının kırılganlığını, ruh, beden ve emek sömüren neo-kapitalizmin dayandığı sınırı gösterdi. Hayat öyle beş yıllık planlar yapılabilir bir tekil tasarım harikası değilmiş. Bazılarımız bunu zaten biliyorduk, bazılarımız yeni öğrendi. Hatta 2021 adına çıkan ajandaları görünce bir gülme aldı beni. Sırf muhabbet olsun diye takıldım satıcıya “İyi cesaret etmişiniz ajanda getirterek” diye. Ajanda kullanılabilecek bir yıl olur mu bilinmez ama işte bir ânı paylaştık karşılıklı gülüşerek.
Telveler diyarında
Bunca bilinmezliğin ortasında kahve falı eskiden ona hiç yüz vermeyenleri bile cezbetmeye başladı. Telveler diyarından medet ummamız bundan belki de. Rutinler bir bir tedavülden kalkarken basınçlı bir durgunluk ortamında el yordamı yeniden anlam bulma ve kendince bir kurgu oluşturma ihtiyacı var hepimizde. Normla, normalle hep sorunu olmuş biri olarak ben bu güncel hâlimize yeni normal demezdim. Zaten tanım bulmak, adlandırmak sonra da normal dediğin o şey, hayatın biricik ve mutlak doğrusuymuş gibi davranmaktan oldu olan. İnsan denen o şaşmaya ve şaşırmaya en hazır varlığı bir tornaya sokma hırsından. Şimdi çarkın dişlileri tıkanmışken, her ev bambaşka bir hayatta kalma mücadelesi verirken, dayanışmaktan ötesi yalan. Sarılmak ve dokunmaktan, kol kola ya da bir başına ama mutlaka aval aval dolaşmaktan daha fazla özlenen bir şey yok. İşlevsel olmamak, saçmalamak, sadece tadına varmak ömür diye bağışlanmış o muallak zamanın.
Karton bardaklar
O gün arkadaşım yanımdan ayrılmadan “Hadi bir de Türk kahvesi içelim” dedi. Türk kahvesinin anlamı faldır bizde. Ben fal bakarım, ona varlığı kadar ışıklı bahtlar dilerim içimden. Ama Türk kahvesi dediğin öyle ayakta içilmez. Hele karton bardağa hiç yakışmaz. Kahvenin o gariban hâlini görünce hastane kantinlerine ışınlandım. Orada Türk kahvesinin de minik karton bardakta olmasına alışıyorsun. Bir tane de boş bardak verirlerse içine azıcık su doldurup küllük yapıyorsun. O küllüğe ve kahvene mutlaka birkaç dertli eşlikçi geliyor. Bazen sessizliği bazen sadece bir yabancıya söylenebilecek denli mahremi paylaşıyorsun. Hastane kantinlerine hastası yokken de gitmeli insan, sırf birilerine bir bardak kahve eşliğinde iyi gelmek için.
Silkelendim sonra. Burası çarşının ortasında hep kahvehane olmuş, şimdi de kendi suretinin eksikli kopyası gibi duran o bildik yer. Zaten hep âna dönmeye çalışıyorum. Yani hayatın günlük akışı içerisinde ilerlemek, bir görüntüye, bir sözle eskilere kaymamak çaba istiyor. Hayal kurmak da öyle.
Fal bakmak nedir ki?.. Hayatın absürt gerçekliği ayağının dibinde zemin namına hiçbir şey bırakmadığında bir hikâyeye, bir kurguya daha çok sığınmaya ihtiyaç duyar insan. Bir hikâye, bir kurgu aracılığıyla insan sıcağına. Enerjisiyle birleşirim karşımdakinin. Onu kendi içindeliğinde hissederim bir an. İşte telvelerin rastgele lekelerden birtakım şekillere, oradan da resimlere dönüşümü böyle başlar. Bir süre sonra bardağa bakmaz olursun, kelimeler öylece dökülür içinden. Bir insanla birlikte kadere örülürsün.
Cezvenin aynası
Hiçbir şey yapamadığımda “Kendime bir kahve koyayım” diyorum bazen. Kahve bir ritüeldir ne de olsa. Cezvede usul usul eriyişi, sessizce kabarışı. Başında beklerken dalıp gidersin bir yerlere. Cezvenin aynasından kendine bakarsın ya da unuttuğun eski zaman resimlerine. Kahvenin kokusu usulca evi sarar. Kendinle yalnız olmak iyidir de, bazen kendine yalnız olur insan. İşte kahve o zamanların sırdaşıdır. İlle de bir köşe ister içilmek için. Sehpanın üzerinde unutulmaya gelmez. Seni âna çekerken anılarını da bugüne davet eder. Geçmişi bugüne çağırırken anıların hatırlanan değil yeniden ve bugünkü aklınla yaşanan deneyimler olduğunu fark edersin. Onlar eşliğinde bir gelecek düşlemeyi de. Sana seni hatırlatır bazen bir kahve.
Birhan Keskin “Bir Mevsim Yok Anne Gibi…” şiirinde bir küslüğün soğukluğunda çocukluğun ilk kırılışına götürür bizi.
Çocukluğumdan kesilen saçlarımı
geri istiyorum berberlerden
(anneme küstüğüm için oluyor bütün bunlar)
yüzümü ve dizlerimi bi koşu
kanatıp okulun bahçesinde
tekrar dönerim, hemen.
Büyüklere mahsus şeyler de konuşuruz
seninle istersen.
Zordur hayat koca şehirde. Trafiği gibi karmaşık. Neye üzüldüğünü unutturacak kadar hoyrat. Sevdiğinle kırgın olmak daha da savunmasız kılar sanki. İçinde gedik açılır, rüzgâr ulur habire böğründe. Neyin kavgasındaydın sahi, değmiş miydi? Çocukluğun sabırsızlığıyla her şey düzelsin istersin. Sessizliğin hükmü yıkılsın. Kelimeler bulunsun yeniden. Hani şu kalbe iyi gelenlerinden.
Yoruldum çok
kente ve sana durmaktan
öfkem ne sana ne de başkasına
üstelik geceden Marilyn Monroe
ve senin gözyaşın geçti
hadi barışalım.
Kahve böyle ellerinin sana fazla geldiği zamanlar için var. Kendinle, içinde sıkıştığın çaresizlikle ne edeceğini bilemediğin zamanlar için. İyi olma ihtimali için. Hayattan kısacık bir es alıp “Nerede kalmıştık?” diye dönebilmek için. Korkunu telveyle bastırmak, umudunu falla uçurmak için.
Hem hiç bir mevsim ısıtmaz ellerimi
anne gibi
istersen kahve içip fal da bakarız yine
bana üç vakte kadar bir yolculuk görünür
belki ay doğar fincanda hanemize.
Alevi içine bakan bir mumum ben
derine kaçan bir anıyı istiyorum
berberlerden.
Anıyı ve ânı birleştirir kahve. Çember zamanı hatırlatır. Kırk yıl hatrının olması da bundandır. Yalana mahal vermeyişinden. Her seferinde bu kez acaba ne edeceksin diye seni izleyişinden. Aynı hataları tekrarlayıp onu kahretme sakın. Hatanın bile yenisi var, başka bir yerden yanıl mesela. Hayat derslerini de hani o son gün son an panik içinde sınava çalıştığın gecelerde medet umduğun duble kahveler eşliğinde öğrenmemiş miydin? Telafi dersi de açılmıyor üstelik deneyim okulunda. Son yudumdaki acılıktan biliyorsun damakta.
Sert görünür ama merhametlidir kahve. Yamacına oturtur, bekler öylece. Dökülmeni bekler. Durgun bir göl gibi görünürken içinde saklı girdabı, tependeki çağlayanı bilir. O beklediği için akmaya başlarsın sen de. Muhabbetin hasını edersin kahve eşliğinde. Muhatabın bazen bir pencere bazen bir duvar bazen bir insandır. Fark etmez. Kim bilir ne kadar zaman sonra doğru sorularla, dobra yanıtlarla dikilirsin hayatın karşısına.
Ne çıkarsa bahtına.