USS Liberty / 3 • Peki niye?
İsrail ordusu bu “pürüzü giderdikten”, istihbarat gemisi Liberty’yi devre dışı bıraktıktan sonra işgal harekâtına başlamıştı.
22.05.2021
Liberty'ye saldırı üzerine ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk sert tepki gösterdi. Bakanlığın hukuk danışmanı Carl Salans, İsrail’in masumane yanlışlık yaptığına inanmadığını ilan etti. Başka yetkililer de, böyle bir şeyi Ruslar veya Araplar yapsa nasıl tepki göstereceksek öyle yapalım, dediler. Mantıken, bir sonraki adımda, ellerinde kanıtlarla İsrail'in karşısına dikilmeleri gerekirdi.
Böyle olmadı. Başkan Johnson İsrail'in özürünü kabul etti. Deniz Kuvvetleri'nin kurduğu mahkeme de, saldırının planlı olduğunu reddetti, hattâ bu yönde konuşanları susturmaya çalıştı ve daha çok, Liberty personelinin tutumunu soruşturdu.
USS Liberty'nin sağ kalan personeli, yıllar boyunca kaç defa, saldırıyı soruştursunlar diye Kongre üyelerine başvurdu. ABD siyasetçileri bu konuda parmaklarını oynatmadıkları gibi, olayın nasıl cereyan ettiğine dair bilgileri duymak bile istemediler. Oysa ortada savaş suçu var ve savaş suçunu soruşturmamak kendi başına suç. 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonu, bunu imzalamış olan ABD hükümetini, hükümet yetkililerine ihbar edilen savaş suçlarını soruşturma yükümlülüğü altına sokuyor. İstisnası yok. USS Liberty'nin sağ kalan personeli yıllardır, 8 Haziran 1967 günü kendilerine yapılanları ayrıntılarıyla anlatıyor. Bu, savaş suçunu hükümet yetkililerine ihbar etmek demek. Ama işe yaramadı. USS Liberty gazilerinden Joe Meadors, Kongre ve Senato'nun etik komisyonlarına, başvurularını dikkate almayan siyasetçiler hakkında şikâyetlerde bulundu. Bunlar da geri çevrildi.
ABD Donanması’nın, George Washington Üniversitesi'nde akademik çalışmalar yapan komutanlarından Walter Jacobsen, 1986 kışında, Naval Law Review dergisinde, Liberty'ye İsrail saldırısını hukukî bakımdan tahlil etti. Jacobsen'e göre saldırı birçok bakımdan Cenevre Konvansiyonu'na aykırıydı ve savaş suçuydu. Üstünde işaret bulunmayan uçakların kullanılması, suya atılmış kurtarma sallarının taranması, uluslararası acil yardım (telsiz) frekansının bloke edilmesi ve torpilleri atan hücumbot komutanlarının, tamamen hareketsiz bırakılmış ve savunmasız kalmış düşmana hemen yardım teklifi yapmaması, ayrı ayrı, uluslararası hukuk ihlalleriydi.
Ancak, işte, kimse bunlarla ilgilenmiyor, suç varsa suçlunun ceza görmesi gerekir, diye düşünmüyordu.
Aksine…
USS Liberty'nin süvarisi William Loren McGonagle, saldırı sırasında gösterdiği kahramanlık nedeniyle Kongre Onur Madalyası'na hak kazanmıştı. Bu, ABD'deki en yüksek resmî madalyaydı. Ama bu madalya USS Liberty'nin kaptanına, geleneksel âdâba uygun şekilde, Beyaz Ev’de başkan tarafından verilmedi. Washington’da Deniz Kuvvetleri’nde “sessiz bir törenle” takdim edildi. ABD tarihinde bu onura layık görülüp de madalyasını Beyaz Ev’de başkanın elinden almamış tek insan, USS Liberty'nin süvarisi.
Liberty gazilerinin sitesinde telsizci Richard "Rocky" Sturman'in mesajı var, madalya meselesiyle ilgili. ABD hükümetinin, Liberty süvarisine onur madalyası vermeden önce İsrail devletine, “Bu sizi rahatsız eder mi?” diye sorduğunu belirtiyor Sturman. “Böylece bize saldıranların kimliğinden de kimse şüphe duyamaz artık,” diyor.
Ama niye?
İsrail’in suçunu pişkinlikle geçiştirmeye çalışmasında alışılmadık taraf yok. Ama bu saldırıyı niye yaptığı büyük merak konusu elbette.
Yazar James Bamford’a göre İsrail suçunu gizlemek istemişti. ABD’nin Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) o sıradaki başkan yardımcısı, saldırıdan iki hafta sonra şöyle demişti: “Emri muhtemelen USS Liberty’nin kendi faaliyetlerini gözetlediğini sanan bir üst düzey komutan verdi, Sina Yarımadası’ndan.”
Teğmen rütbesiyle USS Liberty'de bulunan, saldırıda yaralanan, Amerikan Deniz Kuvvetleri'nde 27 yıl hizmet ettikten sonra 1978'de emekliye ayrılan ve 1980'de, Assault on the Liberty adlı kitabında USS Liberty'nin öyküsünü anlatan James Ennes, İsrail ve Mısır basınında yeralan bazı bilgilere dayanarak, bu suçun ne olduğuna dair görüşünü yazdı.
İddiaya göre, İsrail ordusu 1967 savaşında 1000'den fazla Arap esiri katletmişti. İsrailli gazeteci Gabi Bron 1967 yazında askerdeydi. 8 Haziran sabahı İsrail askerlerinin Sina'daki Al Ariş şehrinde Mısırlı esirleri öldürdüklerini bizzat gördüğünü yazacaktı. Bron, Al Ariş havaalanında 150 kadar Mısırlı savaş esirinin elleri enselerinde, yerde oturduğunu görmüştü. Birkaç dakikada bir, askerler gelip, Mısırlı esirlerden birini İsrail ordusu üniforması giymiş iki kişinin önüne götürüyor, esir sorgulanıyormuş. Sonra adam, esirlerin tutulduğu hangarın arkasında bir yere götürülüyor, eline kazma veriliyor ve çukur kazdırılıyormuş. Bron anlatıyor: “Bir adamın onbeş dakika boyunca mezarını kazışını izledim. Sonra [İsrail askeri] (…) Uzi'sini ona doğrulttu ve iki defa tetiğe bastı, her defasında üçer dörder mermi attı.” Bron, getirilen esirlerin bu çukura sokulup vurulduğunu, üstüste yığıldıklarını, bu tür birkaç infazı izlediğini, sonra bir albayın kendisini oradan uzaklaştırdığını söylüyordu.
USS Liberty bu sırada Al Ariş'e 13 mil mesafedeydi. Ennes, şehrin camisini çıplak gözle görebildiklerini, dürbünle bazı binaları seçebildiklerini, eğer doğru yöne bakmış olsalar infazları da görebileceklerini söylüyor. “Acaba,” diye soruyor, “telsizcilerimiz bu cinayetlerden haberdar olmamızı sağlayacak birtakım görüşmeleri mi dinlemişlerdi? [İsrailliler] Bu kirli işlere dair haberleşmeyi kaydettiği için bir Amerikan gemisine saldırmayı düşünecek kadar deliye mi dönmüşlerdi?”
1967’de ordu için çalışmakta olan İsrailli askerî tarihçi Aryeh Yitzhaki, savaş esirlerinin öldürülmesiyle ilgili olarak yürütülen soruşturmada, bu işi bizzat yaptığını anlatan “onlarca” askerin ifadesini aldıklarını söylemişti. Savaş esirlerinin öldürülmesi konusu, ordusunun “ahlâkî üstünlük” iddiasıyla böbürlenen İsrail siyasetinde epey tartışmaya yolaçmıştı.
Reverdy S. Fishel’e göreyse, sorun Mısırlı esirlerin infazı değil, Golan Tepeleri’nin işgalini hedefleyen gizli plandı. Birleşmiş Milletler bütün gücüyle savaşı durdurmaya çabalıyordu, 9 Haziran’da ateşkes ilân edilmesi öngörülmüştü, ABD hükümeti de bu yönde baskı yapıyordu. Ve İsrail ateşkes yapılmadan önce Golan Tepeleri’ni ele geçirme peşindeydi. ABD’ye emrivâki yaparak.
Golan’a saldırının 8 Haziran günü saat 11.30'da başlaması öngörülmüştü. Bir an önce Suriye'ye taarruz için hazırlık yapan İsrail, başlamasına birkaç saat kala Golan saldırısını erteledi. Liberty’ye saldırı ile İsrail’in Golan planı arasında bağlantı kuranlara göre buna sebep, İsrail’in harekâta dair birtakım telsiz görüşmelerini Liberty'nin yakalayıp kaydettiğinden endişe duymasıydı. Liberty'nin yeri ilk olarak saat 06.00'da tesbit edilmişti. İsrail’in Golan planı ortaya çıkarsa ateşkes daha erkene çekilebilirdi.
Yani İsrail ordusu bu “pürüzü giderdikten”, istihbarat gemisi Liberty’yi devre dışı bıraktıktan sonra işgal harekâtına başlamıştı.
Fishel, “İsrail Savunma Bakanlığı bu savaşta pek az hata yaptı,” diyor.
Bu açıklamaya John F. Kennedy ve Lyndon Johnson dönemlerinde dışişleri bakan yardımcısı olarak görev yapan George Ball da katılıyor. Ball, 1992’de çıkan kitabında, ateşkesten önce Golan'ı ele geçirmek isteyen İsrail'in, Liberty'nin edineceği istihbaratın bu planına engel olmasından korkup vahşice ve kesin bir çözüme gittiğini ileri sürdü. Ball, ayrıca, ABD hükümetinin olayı nasıl örtbas etmeye çalıştığına, mürettebatı nasıl susturduğuna dikkat çekiyordu. “Herhangi bir üst düzey ABD yöneticisinin, İsraillilerin Liberty'ye ne yaptığını bilmemesine ya da bunun sahiden masumane bir yanlış olduğuna inanması mümkün müdür?” diye soruyordu. Ball’un ABD-İsrail ilişkilerini konu alan kitabı ana akım medya tarafından yok sayılmış, ABD'nin İsrail'e “tutkulu bağlılığından” yakınan Ball ile kitabı üstüne hiçbir görüşme yapılmamış, yayımlanmamıştı.
ABD istihbaratının, NSA’in üst düzey yetkilileri de, yüksek teknolojik donanımlı Liberty aracılığıyla ABD kritik haberleşmelerini dinlemesin diye İsrail’in bu saldırıyı gerçekleştirdiğinden emindiler.
Birçok ABD’li bürokrat, siyasetçi ve diplomatın zaman zaman, asla yüksek sesle olmamak kaydıyla, İsrail’in Washington’a çeşitli taktiklerle emrivâki yapmasından yakındığı bilinir. ABD-İsrail dengesi özellikle her ikisine de iyi gözle bakılmayan yerlerde çoğu zaman, biri ya da öteki lehine patronaj ilişkisi gibi görülür. Bizdeki gibi, dünyayı “emperyalistler” ve onların emirlerini yerine getiren tetikçilerden ibaret saymaya dayalı yaklaşımlar, hele tekil olaylarda, gerçeği bütün boyutlarıyla kavrama kapasitesine sahip değildir.
USS Liberty olayını, devletler dünyası hakkında daha fazlasını anlamak isteyenler için hiç eskimeyecek bir dönem ödevi sayabiliriz.