​Hani, yani

“Hani birlikte gidecektik oraya.” Hayalini kurmuştuk, ikimiz yola çıkacaktık.

KARİN KARAKAŞLI

07.06.2021

Ezelden beri kendini okuma, dinleme, izleme eylemleriyle derdi olanlardanım. Canlı yayınlara katılmakta, sahnede konuşmakta, mülakat vermekte hiç zorlanmam da iş kayıt dinlemeye, tashih, düzeltme ya da etkinlik için okuma yapmaya geldiğinde ne yapacağımı şaşırırım. Kendi sesim kulağıma yabancı tınlar, verdiğim yanıtlara, yüzümdeki ifadeye yabancılaşırım. Anlayacağınız, her tür ses verme, hitap etme, söyleşme ediminde rahatımdır da, iş kendimi izlemeye geldiğinde acı çekerim. Program yayın saatlerinde kendi kendimi izlemek zorunda kalmamak için evden kaçtığım dahi görülmüştür. Yine aynı sebeple yazdıklarımı bir zorunluluk olmadıkça okumam. Ama elbette o zorunluluklar mutlaka hasıl olur. Ve kimi zaman kendime rağmen ilginç bir şeyler fark ederim. Hani ve yani kelimelerini kullanma şeklim gibi.

Bana sorsalar, cümle içinde boşlukları doldurmak, anlatmak istediklerimi daha sarih kılmak için yani kelimesini sıklıkla kullandığımdan bahsederdim. Oysa yani’den çok hani diyormuşum. Hâl böyle olunca üzerine düşünmeye başladım. Ne de olsa kullandığımız kelimeler, konuşma arasındaki boşluklar, takıldığımız yerler, kısaca her bir ses ve nefes meramımıza dair.

Böyle anlatsam anlar mısın?

Hani kelimesinde karşındakini bir hayale ortak kılma, onu heyecanına dahil etme, bir şeylere coşkuyla ikna etme isteği var. Derdini anlatmayı, en derininden anlaşılmayı istiyorsun sonra. İşin tuhafı buna inanıyorsun da. Sözünün, sesinin muhatabını bulmasını, ulaşmayı arzuluyorsun deli gibi. Kendi kendine konuşurken hani demezsin. Hani, kendini işittirmek ve anlaşılmak istediğin o insanın koluna uzanan bir el gibi. Şöyle bir durduran, bir bana baksana, beni görsene diyen bir yalvarış. Anlama ve anlatma gayreti. İliğinden anlaşılma isteği. Hayatın bütün olasılıklarını içermeye talip bir kapsayıcılık. Hayale inanç… Tıpkı Çiğdem Talu’nun eskimeyen sözleri ve Erol Evgin’in yumuşacık sesiyle hafızaya kazınan o Melih Kibar bestesindeki gibi: 

Seni düşündüm dün akşam yine
Sonsuz bir umut doldu içime
Bir de kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma

Hani ıssız bir yoldan geçerken
Hani bir korku duyar da insan
Hani bir şarkı söyler içinden
İşte öyle bir şey

Şarkı dediğin, ilk dinlendiği zamanın ve mekânın duygusuyla sarmalanıyor. O yüzden sevdiğin bir şarkıyı mırıldanmak biraz da ruh çağırmak, eskilerde kalmış kayıp bir parçanı bulmaya çalışmak demek. Hani kelimesi de o eskiyi bugüne taşıyan büyülü bir sabun köpüğü. Hatırlanan şey geçmişteki bağlamından kopmuş, gökyüzüne yükselmiş sanki. Havada salınıyor ama pek bugünün zeminine de inmiyor daha. İşte bu arada olma, bu süzülme hâlinden dolayı büyülü tam da. Bugünün yalnızlığını duyuran biri var şarkıda, bir gizli özne. Ve hâlâ ona içindeki her şeyi anlatmaya çalışan bir seven. Hani’sinde ısrarcı bir inatçı düşleyen.

Hani eski bir resme bakarken
Hani yılları sayar da insan
Hani gözleri dolar ya birden
İşte öyle bir şey

Seni düşündüm dün akşam yine
Sonsuz bir huzur doldu kalbime
Bir de kendimi düşündüm sonra
Bir garip bir duygu çöktü omzuma

Bazen kendi geçmişini sahiplenemezsin. Ömrünün kimi noktalarında hat kırılmıştır. Sen hayatta kaldığına ve devam ettiğine göre, besbelli düştüğün yerden kalkıp hayat çizgine tırmanmayı başarmışsındır ama o kırılan yerde bir boşluk var artık. İşte o boşluk kendi adına konuşur. Senin kelimen yoktur. O yüzden susarsın.

Hani yıldızlar yanıp sönerken
Hani bir yıldız kayar ve insan
Hani bir telaş duyar ya birden
İşte öyle bir şey

Hani bir yağmur yağar da bazen
Hani gök gürler ya arkasından
Hani şimşekler çakar peşinden
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey

Kelimeye dökemediğin şeylerin de ifadesidir o hani. Baştan kayıp bir savaşın tek cephedeki ölüm-kalım mücadelesi. Çünkü en zoru duyguların dile getirilişi. “Ne düşünüyorsun?” diye sordurtan o kalakalmışlığın. Aslında düşünceyle bir ilgisi yok o ânın, hiçbir zaman da olmadı. Ama anlatması da anlaması da irade ve çaba gerektirdiğinden, kimse kolay kolay “Ne hissediyorsun?” diye sormaya cesaret edemez. İçinde eşzamanlı kıpraşan birbirinden farklı hatta kimi zaman tezat hisler için doğru kelimeleri bulmak pek zor mesai. Hani diye başladığın cümlelerde daha hiçbir şey demeden seni anlayan bir insana duyduğun şükran da saklı. Başladığın sözün devamını getirecek biri o. Sonrası kendini rahatsız hissetmediğin, sürekli konuşma zorunluluğu duymadığın huzurlu bir suskunluk. Uzlaşılmış sessiz bir muhabbet. 

Kırılan kalbin sözü

Boyu küçük kendi büyük hani kelimesi kimi zaman da çok kuvvetli bir serzeniş ifadesidir. İhanet edilen hayallerin, kaçak dövüşlerin isyanı. “Hani birlikte gidecektik oraya” dediğinde misal, o küçücük kelimenin içine dünyalar sığdırmış olursun. Hayalini kurmuştuk, ikimiz yola çıkacaktık. Oysa bak, sen kendi kendine basıp gitmişsin. Bana da bunu bir başkasından duymak kalmış. Ya da şimdi gideceğini söylüyorsun misal gözümün içine baka baka ve ben sanki kahrolacak bir şey yokmuş da her şeyi kafamda kurmuşum gibi kalakalıyorum. “Hani birlikte gidecektik oraya” cümlesi, soru olmaktan dahi çıkıyor, bir tanıma dönüşüyor. Gidecektik, gitmedik. Bütün kelimeler patır patır boşluğa yuvarlanıyor. 

Kastetmedim, doğrudan dedim işte

Konuşma boşluklarını doldurmalarda ilk akla gelen yani’nin ise bambaşka bir hikâyesi var. Bir mesele var öncelikle. Belli ki senin için önemli. Ona dair cümleni kurmuşsun. En sarih hâlini söylemişsin ama anlamamayı tercih etmişler. O zaman bir yani sözü giriyor devreye. “Neyi kastettin?” şeklindeki o acımasız hamleye karşı “Kastetmedim tam da bunu dedim işte” diye verdiğin bir yanıt o. Pat diye bırakıyorsun bombayı orta yere. Gerisini onlar düşünsün. Fırat Tanış’ın sesi ve sözünden dinlediğin ‘Yani’ şahidindir.

Geçtiğimiz yolları arıyor gözüm yine
Sanırım şehir uzakta kalıyor
 
Ellerimi uzatsam tutmak isterim günü
Ama güneş her gece tepemde doğuyor
 
Yani olmuyor, olmuyor istesem de
Kimse gelmiyor beklesem de
Yani olmuyor, olmuyor istesem de
Kimse gelmiyor
 
Yani, bir itirafın başlangıcı. Tarifi mümkün olmayanı adlı adınca söyleme kararlılığı. Çünkü kaybedilmiş ve asla bulunamayacak bir şeyler var. Eski bir zamanın içinde hapis kalmış, bugüne sığışamayan bir öz. Olmama, olamama hâli. O bir vakit yaşadığın şeyi söylemeye mi çekineceksin, elbette ki hayır. Soran, vereceğin yanıtı da göze alıyor demektir. Sırrını bir yani’yle emanet edeceksin.
 
Yaz kokusu duyardım kışın ortasında bile
Uzun cümleler kurardım konuşurken
Eski filmlerde kaldı böyle sözler deniyor
Ama şimdi filmler bile eskimiyor

Yani olmuyor, olmuyor istesem de
Kimse gelmiyor beklesem de
Yani olmuyor, olmuyor istesem de
Kimse gelmiyor

Genelde haksızlık edilir şu yani kelimesine. Yaradılışının tam tersi bir amaç için, geveleme ifadesi diye kullanılır. Her yani ile başlayan cümle, söylemek istediğinden daha da uzaklaşır sanki. Dünyayı bir laf kalabalığıyla doldurur. En boş doluluktur o. Günün sonunda ne dendiğini düşündüğünde sana kalan hiçbir şey olmadığını fark edersin. Yani’ye bir kez daha ihanet edilmiş olduğunu oradan bilirsin. 

Senin içinse elvermez böyle bir haksızlığa. Yani kelimesi hakikati dile getirmek için var. Uzun sözün kısası demek için. Hiç unutulmayacak bir kayıt olarak hafızada yerini almak için. Yıllar sonra dahi en sahici ânın olarak kalmak için. Bir zamanlar yaşadıkların şu an için masalmış, şimdi başka bir âlemdesin, başka bir hikâyenin içerisinde . Bütün fırtınalarını teninin altına, gözünün bebeğine sığıştırmışsın. Ama ortaya dökmemen onların varlığını yok etmiyor. Aksine yaşananın kıymetini teyit ediyor. Layıkıyla taşıyacak olana bırakacaksın bütün yanilerini. Seni gözünden tanıyana. O zamana kadar gerektikçe açarsın ağzını, kendi içine doğru konuşursun hatta. O en sadık muhatabına…