Ormanın kalbi

Bazen minik bir balkondan ya da eğri büğrü zeminli bir arka bahçeden ulaştığın tek bir ağaç ve ona konan kuşlardır ormanın

KARİN KARAKAŞLI

22.07.2021

Bazen durup dururken canım orman çeker. Dondurma ister gibi. Biraz yakından bakınca, o kadar da durup dururken olmadığını anlarım. Bir şeyler birikmiş: uzaklarda olma isteği, ardında bırakma ihtiyacı, hayatı hatırlama özlemi. Orman beni çağırmış.

İllâ ki görmüşsünüzdür, kimi fotoğraflarda belirir önümüzde, ince uzun ağaçların arasında sızan huzmeleriyle bir orman… Zamanın durduğu bir andır sanki. Kimselerin bozamayacağı bir uyum. Çılgın dünyanın ötesinde unutulmuş bir dinginlik. Bir davet kendini hatırlamaya.

Ormanın içinde yutulmak diye bir şey var. Geri dönemeyecek kadar o kalbe doğru ilerlemiş olmak. O noktaya vardığında, artık her şey dışarıdadır, orman sınırının ötesinde. Şehrin ya da çevrenin sesleri bir bir solar, yaprak hışırtılı, rüzgâr uğultulu yeni bir dil başlar. 

Yapraklar tıpkı tozu alınmamış ev gibi toprağın üstünde bir tabaka oluşturmuş. Ayak sesini duydukça kendini bedeninin dışından hissediyorsun. Bu adım atan varlık sensin işte, bir yandan da sanki kendine biraz yukarıdan bakıyorsun. 

Baldırlarında bir yanma var. Ne zamandır zorlamadığın kaslar da sana kendini hatırlatmış. Buradaydık bak, unuttuğun bedenindeydik. Bizdik, bizimle değişecek hayatının çarkı. Gitmediğin yollara cesaret ettiğinde. Başka türlüsünü denediğinde.

Nedenini bilmiyorum ama en derin konuşmalar bazen sanıldığının aksine “Şöyle karşılıklı oturalım” denilerek yüz yüze değil de yan yana yürürken yapılır. Kim bilir bir yolu birlikte omuz omuza yürümek duygusundan mı, ormanın o tuhaf kuytusunda kendinden dahi kaçamayacağın itirafında mı; sebep her ne olursa olsun, ağzından çıkan kalbindeki denk gelir orman yolunda. 

 

Masalların vazgeçilmezi

Orman cinleri vardır sonra, ormanın tatlı perileri. Hem korkutucu hem büyüleyicidir bu varlıklar, tıpkı ormanın kendisi gibi. Kadim halkların çoğunun ağaçlara tapması muhtemelen bundan olmalı. Derin ve kuytu ormanlar insanlığın ilk mabedi sayılır. Onca ses, onca dua, onca dilek, onca sır biriktirmiş. Hakikatin ta kendisini.

İnsanlığın tarihine bunca eşlik ettiğinden, masallar da ormansız olmaz. Hansel ve Gretel babaları tarafında terk edildikleri ormanda dönüş yolunu bulmak için ekmek kırıntıları serper ya hani, yolu bulunacak bir ev kalmamıştır. Ormanlarıyla barışmaktan başka çareleri yoktur.   Dönemeyecek kadar ileri gitmeyi göze alır mısın ruhunda? O masal yeniden yazılacak olsa orman çocukların asıl eviydi diye bitirmek isterdim, yuva olmamış yere neden dönülsün? Kaybolmadan varılmazmış ya hani mihenk noktana.

Meydan okuma alanıdır orman. Kahramanların hep geçit vermez ormanlardan geçmesi beklenir. Zamanla ulu ağaçlar güneşi bile sızdırmayacak kadar dallanıp budaklanmış, çalılar adeta barikat olmuş önünde. Hakikat hep apaçıktır hem de derinlerde saklı. Engelleri yara yara ilerlemen gerekir. Oranı buranı yaralasan da vazgeçmeyeceğini bizzat hayatın kendisine göstermen gerekir. O zaman işte ormanın kalbinde en sahici arzun önünde beliriverir. 

Sonra ayartılma coğrafyasıdır orman; saklı dürtülerinin, cinselliğin metaforu. Pamuk Prenses’i öldürmek için avcının seçtiği yer elbette ormandır. Büyükannesine giden Kırmızı Başlıklı Kız’a “yoldan çıkmaması”nı öğütlemiştir de anne, kız ormanda kurtla ayartılır. Sayısız edebiyat metninde cinsel arzunun uyanışı yaban hayvanlarla ve ormanla özdeştir. O yüzden de orman, insanı iliğinden bilendir. Ehlileşmez, onun vazifesi sana kendi doğanı hatırlatmaktır. Ürperirsin, tüyleri diken diken sözünün hakkını verircesine.

Beton diyarı büyük şehirlerdeysen, orman uzaklarda, ancak çabayla ulaşılacak bir yer olarak kalır. O yüzden de bazen minik bir balkondan ya da eğri büğrü zeminli bir arka bahçeden ulaştığın tek bir ağaç ve ona konan kuşlardır ormanın. Tefekküre dalabildiğin yerdir, kendinden çıkıp da kendine varabildiğin mekân. Zaman durur, anılarla hayaller arası bir düzlemde sen başlarsın. 

Kimseye sarılamadığında bir ağacın gövdesini kucaklarsın. O pürtük yüzeye yüzünü yaslarsın uzun uzun. Kökleri belki artık kaybettiğin aidiyet hissi, dalları yine ve inadına çağırmak istediğin umudundur. Ormanın kalbinde hizalanmayı öğrenirsin, kâinatın minicik bir zerresi olduğunu ve buna rağmen ayrıca bir de biricik olduğunu…

Bırakmayı öğretir sana orman. Akışa direnmemeyi, döngüleri fark etmeyi. Bak yerde hem kupkuru sarı-kahve yapraklar hem de yeşil dallar var. Hayat ve ölüm aynı anda var, birbirine rağmen değil, bir arada. Çember zaman tamamlandığında nasıl bir hikâye yaşadığın önemli olacak sadece. Kendine ihanet etmemiş olman bir de. 

 

Şarkıların duy dediği

Çocukluğun leitmotifidir orman. Bir sürü şarkıya konudur ve hayat bilgisi dersinin baş konuğudur. Hep bir ağızdan söylersiniz: “Tohumlar Fidana/Fidanlar ağaca/Ağaçlar ormana/ Dönmeli yurdumda/Yuvadır kuşlara/Örtüdür toprağa/Can verir doğaya/Ormanlar yurdumda/Bir tek dal kırmadan/Ormansız kalmadan/Her insan bir fidan/Dikmeli yurdumda”

Tıpkı “Kitap okumak yararlıdır” düsturunda oluğu gibi bu şarkı da bir başına orman sevgisi aşılamaya yetmez elbet. Deneyimle sabitlenmemiş hiçbir gerçekliğin hükmü yoktur hafızada. Geri kalan her şey lüzumsuz bilgi olarak boşluğa akar. O şarkıyı değil hayatında gördüğün ilk ormanı hatırlarsın. Yeşilin kokusunu bilmezdin, bunca kuşun aynı anda şakıyışını da duymamıştın. Önünde ağaçların iki koldan sana reverans ettiği upuzun bir geçit. Kendi hikâyenin baş rolüne soyunman için devasa bir fırsat. Ama aynı zamanda yanı başında ilerleyen karıncalar eşliğinde sana yerini de hatırlatan bir bilgelik. 

Ama hayat, en çok da çelişkileriyle ünlü. Her şeyin tersi ve yüzü geçerli. Ormanın diğer yüzü var bir de. Hani şu tekdüze sesli haber bütenlerinde “ormanlık arazi” diye geçen kısmı. Ormanlık arazide cesetler bulunur. Cinayetin, vahşetin, işkencenin, cinsel saldırının ez cümle insan onuruna aykırı ne varsa hepsinin işlendiği ve cürmün gizlendiği yerdir burası. Toplu mezarlar buradadır, inkâr edilen kırımlar da. Durmakla mükellef bir ormanın yapabileceği fazla bir şey yoktur o noktada. Senin o ormana bakman, toprağın altını üstüne getirmek gerekir. Ancak böyle yeşerebilir yeni fidanlar. Ancak böyle hatırlar orman ormanlığını. En çok da varlığının hakikate adanmışlığını.

Çocukluktan miras başka bir şarkı da var. En az diğer kadar masum tınlıyor: “Baltalar elimizde/Uzun ip belimizde/Biz gideriz ormana/Hey ormana/Yaşlı kütük seçeriz/Testereyle biçeriz/Biz gideriz ormana/Hey ormana”

Bakmayın siz burada ağaç değil yaşlı kütük denilmesine. Balta elde olunca, gerisi bahanedir. Yeşil arsaları, ormanları, bostanları dikilecek beton yapılar için potansiyel arazi, bu haliyle de gereksiz boşluk olarak gören bir dünyanın sonu elbette ki iklimden olacak. Kıyamet alametleri selle, tufanla, kasırgayla, donla, eriyen buzullarla gösteriyor kendini tek tek. Elbette sadece görmek isteyen göze. Kadim ormanlar şahittir o bilinçli görmezden gelişlerimize.

Orman hem huzur hem tehlike, tıpkı hayatın kendisi gibi. Sığınmak istediğinde kollarını açacak sana, dönüşmene olanak tanıyacak. Ama kendinden saklandığını anlarsa, tekinsizliğin ta kendisi olacak. Zira ormanın kıyısında güvenle piknik yapmasını herkes bilir, mesele kalbine ilerlemekte.  Bütün duyularınla hissetmekte hayatı. Hakkını vere vere. Orman daha azına razı gelmez. İhmal ve inkâr edilmeye de. Ormanından kaçamazsın yani, o hiç yokmuş gibi yaşayamazsın bir ömür hayatı. Sıkıcılığından öte bir tehdidi olmayan tatil kamplarına benzemez orman yeri. Bir rüzgârla savurur seni kim bilir nerelere gömdüğün anılarından içeri. Yüzleş diye, sal diye artık yüklerini. Sonra daha seni dallarında oturtacak ağaçlar. Tırmanma çabana ve cesaretine layık bir de ufuk sunacak hepsi. Yeşil de fosforlu olurmuş bileceksin, denizsiz ufuk çizgisi de mümkünmüş öğreneceksin.

Yeniden çıktığında ormandan dışarı artık başka birisin. O ki kalbini tuttun nice zaman sonra avuçlarında. Ormanınla varsın artık, ormanınla kabul edecek isteyen seni, üstüne titrediğin yabanıllığında.