Hayalimin gerçeği
“Gün gelecek, özgürlüğümüzün önünde birer engel olan bütün vadiler yükselecek, bütün dağlar eğilecek.”
28.09.2021
Hangimiz çocukken “Ah, yavrum ne de güzel hayal kuruyor” diye sevildik ki… Olsa olsa azar işittik “Yine nerelere daldın? Bir kere de dediğimi tek seferde duy be çocuğum” diye. Hayal, yasak diyardı, geri çağırıldığımız bir ayartılma. Yanıt verilecek sorular, dikkatimizi vermemiz gereken ödevler, yerine getirmemiz beklenen sorumluluklar vardı. Hayale yer yoktu. Hayal ancak ayak bağıydı.
Yine nerelere daldın sorusuna verilecek yanıt da yoktu oysa. Yine nerelere gittin deseler ve samimiyetle merak etseler belki anlatırdık. Oysa her şey retorikti, hâl böyle olunca da en iyi yanıt sessizlikti. Zaten nasıl anlatacaktık usulca boy veren bir tutkuyu? Saçmalama diye hor görülmesi pek mümkün bir arzuyu? Hayalperest denilen kavimdaşları bulana kadar her şeyi çaresiz içimizde yaşadık.
Gerçekle baş edememek demeye de gelir mi hayal kurmak? Acz midir yani bir yanıyla? Kimilerince öyle. Sanki bir kaçış dünyadan ve onun günlük hayat diye dayattığı tekmil sıkıntılardan. Bana göre öyle değil. Neyin hayalini kurduğun kendi hakikatinle doğrudan alâkalı ne de olsa.
Ben hayalsiz olamazdım. Hayal, her şeyin yanı sıra bana eşlik eden bir güzellik değil, başlı başına bir ihtiyaçtı. Minik ayaklarımı arasından sarkıttığım demir parmaklıklı pencereleriyle küçük bir giriş katı dairesinde kurmuştum ilk hayallerimi. Hayal kurmak nedir, onu da bilmeden elbette. Okuduğum o ilk resimsiz kitabın satır aralarında sadece benim gözlerimin görebileceği dünyalar olduğunu fark etmiştim. İçine ışınlanabildiğim farklı zaman ve mekânlar vardı. Artık o günde ve o apartman dairesinde değildim. Hayal diyarına ışınlanmıştım, daha da döneceğim yoktu.
Oysa hayal dediğin, yaşanabilir olan gerçek. Yaşamayı arzu ettiğimiz hatta. Yani içinde bulunduğumuz gerçekten daha hakiki, daha sahici günün sonunda.
Ne sandınız ya, büyük güç ister hayal kurmak. İnanç ve irade ister. Şimdiki zamanda, hâli hazırda oluyormuş gibi yaşayacaksın hayalini. Onu çokça özlenen bir hayat ihtimali kılacaksın. Hayal, çabayı çağırır peşi sıra. Dolayısıyla romantik bir kaçış değil, başlı başına bir muharebe hazırlığıdır.
‘Düşündüm düşümden ayrı kaldım’
Sibel Alaş’ın 90’lardaki sevilen şarkısıydı Adam. Rüyasını tuvale dökmeye çalışan, hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı bir arafta salınan bir kadın olarak görürdük onu video klipte. Şarkı öncesindeki giriş bölümüyse başlı başına bir hikâye anlatırdı.
Sevip de söyleyemediğim şarkılar var
Bir dizesini asla hatırlayamadığım şiirler
Keşke, keşke o ben olsaydım dediğim hikâye kadınları
Düşlerim var
Uyandığımda yalnızca başını hatırladığım
Ve asla sonuna kadar görmeyi beceremediğim
Bir adam var düşümde, tam dokunacakken uyandırıldığım
Bir adam, sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemediğim
Düşümde bir adam var, benim mi bilemediğim
Bir adam var diyorum, düşünüp düşümden ayrı kaldığım
Durup da söyleyemediğin adımsa, gizli kapaklı
Sevda türküleri tuttursam da ben, telli duvaklı
Yanıma korlar mı adam seni?
Koparıp acıtmazlar mı beni?
Nafile yanar elim, dudağım
Seni bana yâr ederler mi?
Yağmur, bulutu unutursa
Dalında çiçeği kurutursa
Yâr benden utanırsa
Düşündüm, düşümden ayrı kaldım
Hayali gerçeğinden daha çok yer kaplayan, kendine bu toprakların yüz ölçümünde yer bulamayan aşklardandı şarkıda anlatılan. Tekrarlanan o dizeyse tatlı bir söz oyunu olarak yıllarca benimle kaldı: Düşündüm, düşümden ayrı kaldım.
Hayalle fikir, düşle düşünce yan yana kalamaz uzun süre. Biri kanatlandıracak özgürlüğü çağırır, diğeri ayakları yere bastıracak mantığı. Ama ben her seferinde birinciliği hayale veririm. O olmadan üretilebilecek mantıklı düşünce, yapılacak plan da yoktur sanki. Önce olmayanı düşleyeceksin, olmasını deli gibi istediğini söze dökeceksin. Gerisiniyse sonra düşüneceksin.
Düşünecek, hatta dert edecek çok şeyin de olacak, hiç şüphen olmasın. Boy vermiş hayali görmezden gelmek baştan kayıp bir mücadele ne de olsa. Ürkütücüdür bu yanıyla hayal gücü. Belki de bu yüzden sanat hayalin gücünü, kaçınılmazlığını hatırlatmaktan hiç vazgeçmedi. Hayallerine sadık kalmanın zorluğunu da. Sözün çağırdığı bir eylem vardı, sebat edilmesi gereken bir arzu. Koruna sahip çıkılması gereken bir ateş. Güç gerektiren buydu işte. Ve göze alınması gereken bir tehlike de vardı. Hayalin sadece kendi çabanla elde etmeyi ümit ettiğin bir sonuca değil de bir insana dairse, her daim kırılabilirdi. Biri seni hayal kırıklığına uğratabilirdi zira. Ve çoğunlukla bütün işaretleri gördüğün hâlde, kendini kandırma pahasına bu insana dair olmayan bir gerçeklikte ısrarcı olunca en çok da kendi kendini kırmış oluyordun günün sonunda.
Ama tersi de geçerliydi işte. Sevdiğin insandan razı olmak. Hayalinden de. Gülten Akın, Kış Yolculuğu şiirinde duyunun uyanışıyla hatırlanan anıyı, uyanıkken görülmüş, paylaşılmış bir rüyayı anlatırken razı gelinen bir insanı, istense de unutulamayacak sahicilikte bir ânı anlatıyordu sanki.
Karlı bir bahçede apansız karşıma çıkan
Adını bilmediğim o fırtına mavisi çiçek
Eğilsem baksam yeniden görünecek
Bozkıra uzanmış sereserpe
Gökyüzü maviliğinde
Dünya, onunla ben, ikimiz
Çok genciz daha çok genciz
Okul kaçağı tadında
Gülümsememiz
Dönüş mü hayal mi yaşlandık mı
Aramızda o fırtına mavisi çiçek
Onunla ben dünya ikimiz
Gider döneriz
Bakmayın geçmişle özdeşleştirildiğine. İlk günkü tazeliğindedir anı. Adeta zamanını şaşırmış bir hayaldir. Ne etseler bizden alamayacakları tek şeydir. Her şeyin sonunda ömrü yaşanmış kılan öz, hayata anlamını veren muska taşıdır.
Bir an gelir, yaşadığından dahi şüphe edersin o biricik hikâyeyi. Sana gerçeğini veren hikâyeyi. Çünkü hayaline daha yakındır. Sanki çok sayıklamaktan sonunda gerçek sanmışsın. Oysa senin işte o deneyim. Yaşayan sen, yaşlanan sen; zamansız an anılarına sahip olan yine sen. Sana seni unutturmaya kalktıklarında bunları hatırlayacaksın işte.
Toplu hayalin gücü
Hayalin toplumsal boyutu en radikal özelliği belki de. Bir an gelir, birileri nicedir katlanılmaz olan, yalana, riyaya bulanmış gerçekleri sapır sapır ifşa eder. Başka türlüsünün mümkün ve dahası gerekli olduğunu gösterir. Adı konmuş adaletsizlikle yaşayamaz olursun. Bilmiyordum deme kolaycılığı elinden alınmış, karar vakti gelip çatmış. Başka türlüsünü hayal edebilmek için mecbur yüzleşeceksin.
İnsan hakları savunucusu Martin Luther King’in 28 Ağustos 1963’te 200 bin kişiye hitap ettiği Lincoln Anıtı’ndaki tarihî konuşmasının “Benim bir hayalim var” (I have a dream) başlığını taşıması da rastlantı değil bu anlamda. Köleliğin, adaletsizliğin, baskı ve zulmün sürdüğü Georgia, Mississippi, Alabama eyaletlerinde dahi siyahların ve beyazların kardeşçe yaşayacağı bir geleceğin hayalini paylaşan King, siyahların kararlılığını ve haklı taleplerini şöyle dile getirmişti: “Bir anlamda bugün, ülke başkentine artık vadesi dolmuş çeklerimizi bozdurmak için geldik… Biz Adalet Bankası’nın iflas etmiş olduğuna inanmıyoruz. Bu ülkenin engin fırsatlar hazinesinin iflas etmiş olduğuna inanmak istemiyoruz. Onun için buraya; bu çekin, dilediğimiz anda özgürlüğümüzü ve sosyal güvencemizi geri verecek olan bu çekin, karşılığını almaya geldik.”
Eşit ve özgür yaşama talebi insan onuruna yaraşır bir gelecek tahayyülü sadece ABD’nin değil dünya üzerindeki çok farklı coğrafyaların bitmeyen mücadelesi oldu. Ve her seferinde Martin Luther King’in dillendirdiği o hayal hatırlandı:
“Evet, bir hayalim var…! Gün gelecek, özgürlüğümüzün önünde birer engel olan bütün vadiler yükselecek, bütün dağlar eğilecek, engebeli yerler hizaya gelecek ve Tanrı’nın yüce şanı yeryüzüne inecek ve bütün canlılar bunu hep birlikte göreceğiz. Bizim umudumuzdur bu… Bu umutla güneye gideceğiz. Bu inançla umutsuzluk dağlarını yontarak bir umut anıtı yapacağız. Bu inançla ülkeyi saran ahenksiz sesleri kardeşliğin senfonisine dönüştüreceğiz. Bu inanç sayesinde bir gün özgür olacağımızı bilerek hep beraber çalışacak, hep beraber dua edecek, hep beraber mücadele edecek, hep beraber hapse düşecek, özgürlük için hep beraber ayağa kalkacağız…”
Başa çıkamadığımız yalan gerçeklere mahkûm hissettiğimizde, bu hayali ve bu hayalin gücünü hatırlamak iyi gelir. Bir fantezi değil, hak edilmiş hakikattir bahsi geçen. Her birimiz özgür, eşit ve adil bir hayat yaşamadıkça, insan eliyle kurulmuş cehennemlerin asla çok da uzağımızda olmadığı uyarısıdır. Hayale tutunmak kanat verir, sorgulanmadıkça taşlaşan adaletsizliğe şöyle bir tepeden bakmamızı ve o bilgiyle yaşamamızı sağlar. Bu anlamda hayal en büyük uyanıştır. Kabus biter, gerçek başlar. O gerçek de bize çok iyi gelir.