Suskunluk çeperi
Paylaşılan suskunluk, kelimelerden çok daha güçlü bir bağ ifade eder. İki insan her an konuşmak zorunda hissetmeyecek kadar yakın demektir.
29.11.2021
Hayatın kıpırtısı sesle hissedilir. Açılan kepenk, sahile vuran dalga, dalları ve yaprakları eğen rüzgâr, havlayan sokak köpeği, çiftleşen kedi, vapurun düdüğü, arabanın kornası, seyyar satıcının kafiyeli nakaratı diye uzar gider liste. Doğan güneş sesin eşliğine ihtiyaç duyar. Canlı cansız her şey uyanır.
Ses, yaşanmakta olan anlar kadar kaydedilen anıların da mihenk taşı. Kimi zaman büyük şehir keşmekeşinden, dört koldan üzerimize çullanan gürültüden yılsak da çevrenin sesine ihtiyaç duyarız. Mekân değişikliği isteği dahi yeni yerler görmek kadar bambaşka sesler duymak ihtiyacı üzerinden şekillenir.
Hâl böyle olunca sessizlik de bir karşıt kutup olarak belirginleşir günlük hayat akışında. Sessiz, sakin bir yer diye ağzımızdan çıkıveren o yaygın özleme karşın, her şeyin bir anda susmasında çok ürpertici bir yan var. Ses kesildiğinde bu doğrudan sessizlik olmuyor çünkü suskunluk diye bir şey var ve o, sessizlikten çok farklı.
Suskunluk deyip geçme. Seslerin sınırsızlığına yakışan çeşitte suskunluk var. Her biri başka bir şey anlatır sessizliğinde. Zorunda bırakılanı kadar tercih edileni de var suskunluğun. Birlikte ve tek başına susmak var. Susmaktan başka çaresi olmayanla susmaya yeminli olan var.
Kendinle susmak
Semavî dinlerin de farklı inanç sistemlerinin de inziva geleneğinde susmanın çok temel bir rolü var. Konuşmama yemini edersin ve bu deneyimin derinliğiyle çarpılırsın. Meğer sesleri ne çok oyalanma, dağılma bahanesi ediyormuşuz. Boşluk doldurmak için ne kadar boş laf sarf ediyormuşuz. Susunca fark ederiz israf ettiğimiz kelimeleri. Ezber replikler, sahte iltifatlar, fesat dedikodular kayar gider üzerimizden. Suskunluğumuzla kalırız.
Böylesi bir kararlı susma hâli, zihninin uğultusuyla baş başa bırakır insanı. Günlük keşmekeş içerisinde kaçınabildiğin bu iç uğultu, inziva yemini etmemişlerimizi de geceleyin yakalar kıskıvrak. Geceleyin zaman kendi içinde katmanlaşır. Gündüz o hani kendimizi çok meşgul kıldığımız zaman diliminde ötelediğimiz ne varsa geceleyin ortaya çıkar. Herkes el ayak çektiğinde, sessizliğin uğultusunu duyabildiğinde çıkarırsın ortaya cümlelerini. Sadece buzdolabı gürültüsü ve zemin gıcırtısı eşlik eder bu uğultuya. Ve o çın çın sessizliği içerisinde gecenin, nihayet hakikatini itiraf edersin.
Başkasıyla susmak
Kalabalık ortamlarda sık rastlanan şeylerden biri de herkesin bir ağızdan konuşurken, aynı anda birdenbire susması. Uzadıkça yankılanan çok tuhaf, sıkıntılı bir sessizlik olur bazen. Sanki hiç kimse bir sonraki kelimeyi bulamaz. Sanki herkes repliğini unutmuştur da bir şekilde birbirini kilitler karşılıklı. Böylesi anlar için Türkçede “Bir yerlerde bir kız çocuk mu doğdu?” deniyor. Her gün kadınların erkek şiddetine uğradığı ve öldürüldüğü bir ülkede bu deyişin kendisi çok hazin bir alt metne sahip. Oğlan çocuğun doğumu düğün dernek edilen, kız çocuğunkiyse susulan bir şey olarak görüldükçe elbet hiçbir şey düzelmiyor. Aynı durum için Fransızcada kullanılan un ange est passé (melek geçti) deyimi, acıyla gülümseten romantik bir yaklaşım. Hayat işte, bazen ülkeler de farklı susuyor.
Birlikte susmak denen şey apayrı açıdan zorlu bir eylem. Yanındaki insanla huzurla susmak mümkün olduğu gibi gerginlikle susmak diye bir şey de var. Başka bir söze gerek kalmadığı için susmakla, söyleyecek bir söz kalmadığı için susmak arasındaki devâsâ fark bu.
Suskunluk da söze dahil. Tıpkı es'in de müziğe dahil oluşu gibi. Paylaşılan suskunluk, kelimelerden çok daha güçlü bir bağ ifade eder. İki insan birbirine her an konuşmak zorunda hissetmeyecek kadar yakın demektir. Böyle bir ortamda suskunluk garip değil, yanındakine hiç olmadığı kadar huzurla bağlı hissettirir. Çünkü söze gerek kalmadan anlaşmak, bir varlığı yaydığı titreşimlerden anlamaya eştir.
Utandıran suskunluk
Susmanın suç ortaklığı sayıldığı zamanlar da var. Zulüm karşısında sustuğunda iş birliği yapmış oluyorsun. Doğrudan failliğe soyunmasan da görmezden gelişinle o kıyım için ortam hazırlıyorsun. “Öyle değil mi, söylesene!” diye isyan eden insanın karşısında suskun onayını veriyorsun gıkını çıkarmadan. Birilerinin en büyük hayal kırıklığı oluyorsun.
Birini susturmak da suskunluğun utandıran şekillerinden biri. “Sus çocuğum”, “Kes sesini” uyarıları çocuğun kendini ifade etme hakkına kasteder. Sadece o ânı değil, sonrasını da etkiler bu tutum. Zaten susturulacağını bildiğinden sözünü hiç söylememeye başlar. Sözü içine kaçar.
Elbette tersi de geçerli. Dile getirilmesi yasaklanmış sözler, dayatılmış suskunluklar sözün kudretini arttırır. Sus denilen yerde inadına ses çıkarmak direniş sayılır.
Ölümle susmak
Susmak yasın da dilidir. Yaşadığın acının kelimesini bulamadığında susarsın. Yüzeyde hayatın içerisinde akıyor, işlevlerini yerine getiriyorsundur. Konuşma baloncuğu misali hazır, kalıp cümlelerin de vardır ve hiçbiri içine denk değildir. Susarsın çaresizliğinde.
Bazen nutkun tutulur. Yaşadığın şeyin haksızlığı, hoyratlığı öyle bir boyutta olur ki dilin lâl olur. Kelimeni bulamaz, içinden taşarsın. Bir vazgeçiş de ifade eder aslında o susuş. Söz söylemeye değecek bir yanı kalmamıştır yaşadığının. Her ayrılık, her aldanış da küçük ölümdür. Aynı yas suskunluğunu çağırır. Ahmet Erhan’ın dediği gibi:
“Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor…”
Çaresiz suskunluk en acısıdır. Diyecek bir şey kalmadığı için, ne etsen olmayacağı için susmak. Vazgeçiş de sayılabilir kabulleniş de. Kabullenmiş bir vazgeçiş, vazgeçilmiş bir kabulleniş de. Birhan Keskin’in Tüller ve Silah’ta kastettiğidir.
soğuktu, ısınamıyorduk. Bu kadar yakınken. Aramızda
yalnızca o hava boşluklarının dolaştığı odalardaydık.
Biriken bütün rüzgarlar işte orada, o deniz kasabasında
o çok köpekli, çok rüzgarlı yerde patladı. ikimizi aynı
gökyüzüne baktıran, neydi o, ışık söndü. Sustum.
Sustum. Sustum. Sustum.
Bütün aşkların sonunda yaptığım gibi,
konuşmak hiçbir şeyi, hiçbir şeye ulaştırmıyordu.
Biliyordum
Suskunluk söyleyemediklerindir elbet ama, neyi neden söyleyemediğine göre biçim değiştirir anlam dünyası. Bazen hissettiklerinin yoğunluğundan susarsın, sanki yeni bir dil gerektir ruhuna. Tuhaf bir şekilde kelimelerden ziyade ünlemler yetişir imdadına. Beklenmedik bir güzellik için bir oh, delip geçen acı için bir ah, sonsuzluk boyu var olmuşsun gibi içini daraltan can sıkıntısı için bir of edersin.
Edip Cansever’in "Çağrılmayan Yakup" şiirindeki “Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın” dizesiyle bir ihtimalin adı olur suskunluk. Hayal edilmiş de dile getirilmemiştir. İçinden yaşadığıdır insanın. Kendine sakladığı hayali. Susulmuş dilek, hiç hak tanınmamış seçenektir.
“Susma söyle” dediğimizde bir haksızlığa ses çıkarılmasını, “Sus söyleme” dediğimizde söylenecek olanı işitmeye tahammülümüz olmadığını anlatırız. Susulmaması gereken er geç dile gelecektir zaten. Boşluk sevmeyen doğa, susulanı dile getirecek varlığı elbet bulur da çıkarır içerisinden. Füruh Ferruhzad’ın dizelerindeki gibi bütün oyunları bozar.
Sükût nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili?
Sükût nedir ki söylenmemiş sözlerden başka
Ben konuşmakta yetersiz kalıyorum ama serçelerin dili
Doğa şenliğinin akıp giden cümleler dünyasının dilidir
Kuşların dili yani: Bahar, yaprak, bahar.
Kuşların dili yani: Esinti, ıtır, esinti
Kuşların dili ölüyor fabrikalarda
Sözüne eklenerek onu tamamlayan bir suskunluk varsa, sustuğunda en gerekli olanı söylemiş olursun. Tuhaf bir güç kaplar benliğini. Laf kalabalığında kaybolmasına izin vermedin sen gerçeğin. Susarak haykırdın koca bir yalanı. Açık ettin. Daha ne edecektin?..
Gecenin karanlığında susarak konuşturduğun kendine şükredersin. Yarın gün başladığında razı olacaksın varlığından. Ve tam da bunu yapabildiğin için o insanı dileyeceksin.
Birlikte susmayı nasıl da hak ettin.