Uzaylı Yazılar 13: Kapitalist Bir Tanrı’nın Çocuklarıyız.

Lelelerin değil de, Batı geleneğini kuran bu rekabetçi Tanrı’nın çocukları olduğumuz için, yazık bize!

LEVENT YILMAZ

19.01.2022

Uyarayım baştan: Bu haftaki Uzaylı biraz uzun. Kolay gelsin!

Mary Douglas, 1963’te Kasai Leleleri hakkındaki büyük çalışmasını yayınlar. Leleler, o zamanki Belçika Kongo’sunun güney-batısındaki Basongo bölgesindeki Kasai Nehri’nin batı kıyılarında yaşayan bir topluluktur. Douglas’ın çalışması bu bölgedeki bir Lele köyünün ekonomik, dinsel ve toplumsal açılardan tasviri ve tahlilidir. Çalışmasının dördüncü bölümü ise, köydeki görevler ve yaşa bağlı önem sıralaması üzerinedir.

Bu bölümde Douglas ilk olarak köydeki reislik görevi üzerinde durur. Lelelerde her köyün bir reisi bulunur: kum o bola. Bu yarı-naklî bir görevdir. Köyü oluşturan bir ya da iki klanın en yaşlı kişisi bu göreve getirilmektedir. Yaşlılık, en önemli kıstastır burada. İmtiyazlı klanın en yaşlı kişisi kendiliğinde bu görevi üstlenir. Adaylık ya da seçim yoktur. Bir reis öldüğünde yerine kimin geçeceği bellidir. Öte yandan bu görev için yaştan başka bir kıstas da istenir bir şey değildir. En yaşlı olmak yeterlidir. Kişinin özel bir inanç kümesine dahil olması, takipçilerinin ve hayranlarının bulunması ya da önemli işler başarmış olması, yani liyakat, bir kıstas değildir. Bu kişi yaşlı, kır saçlı ve yorgun bir kişidir; vaktinin çoğunu gölgede pinekleyerek geçirir (Ah! Keşke bütün reisler pineklese! Ya da: Dünyanın bütün reisleri! Pinekleyin!)

Douglas, seçim yönteminden ve kişinin özel hiçbir yeteneğinin olmayışından yola çıkarak bu görevin “arzulanır” bir görev olmadığını, dolayısıyla da toplumda bu görev için kişiler arası bir rekabet oluşmadığını söyler. Erkek köy mensupları “reis” olma hırsı ve arzusu taşımazlar, bu görev için can atmazlar. Kum o bola’nın tek işi köyü temsil etmektir. Verdiği kararlar kendisinin değil, köy meclisinin toplantılarında alınan kararlardır (bir nev’i Fahri Korutürk). Bu kararlar onun ağzında ifadesini bulur (onaylanıp resmi gazetede yayınlanıp yürürlüğe girer gibi, değil mi?). Ama dikkatinizi celbetmek isterim: Bunun karşılığında aldığı bir parça şarap ile etin lezzetli kısımlarıdır sadece. Mustafa Sarıgül gibi tek hayâli bir kez daha Nusret’e gitmek ve altın kaplı bonfile yemek isteyen bu reisimizin,  bu pineksever Kum o bola’nın tek bir gücü vardır: Saygısızlığa kızmak ve lanetlemek. Lanet, yani mihangi, Tanrı’ya seslenmek ve onu tanıklığa çağırmaktır. Lelelerde kişiler babaları, halaları ya da anneleri tarafından lanetlenmekten çekinirler, korkarlar. Mihangi’ye maruz kalmak istenir bir şey değildir. Saygısızlığa karşı köyü lanetleme gücü ise reiste olabileceği gibi, kendisini köyün sahibi olarak gören (munabola) kurucu klan mensuplarında, ikizlerde ve bazı inanç kümelerindeki kişilerde de olabilir. Köy reisi kızmış ve lanetlemişse (Anayasa kitapçığı fırlatmışsa) ya da suskun kalıp kızgınlığını belirtmişse, bu durumdan kurtulabilmenin tek yolu, özür dilemek ve lanetini kaldırmasını istemektir. 

Douglas’ın tahlilleri sonucunda vardığı sonuç şudur. Lele toplumu sürekli olarak iç dengeyi, barışı korumak ve şiddetten kaçınmak üzere bir simgesel düzen ve davranış geliştirir. Yalnızca reis değil, herkes bir kavgada araya girmek, tarafları barıştırmak, düzeni tekrar tesis etmek zorundadır. Bunun için de herkes, kabul edilmiş ideal davranış biçimleri içinde hareket etmeye çabalar. Birlikte barış içinde yaşamak isteği, bunun en önemli düşmanı olarak görülen bir duygunun, kıskançlık duygusunun da bastırılması, hatta hiç oluşmaması üzerine kurulmuştur. 

Anlatılan bir efsaneye göre insanlar kavgalı oldukları zaman orman kendini avcılara kapatmakta, av başarısız olmakta ve insanlar aç kalmaktadır. Bu yüzden de, toplum, içinde kıskançlığa benzer bir şeyler doğan kişileri, bu duygularını bir an evvel topluluk önünde söylemeye, açığa vurmaya zorlamaktadır. Douglas’ın söylediğine göre Lelelerde önemli husus ne sıklıkla kavga edildiği değil, bu kavgalardan ne derece korktukları, kaçındıklarıdır. Çünkü Leleler birbirlerini “kardeş” olarak görmektedirler. Bu “kardeşlik” Douglas’a göre ortak bir anneden gelmek anlamında biyolojik değil, birlikte aynı yerde yaşamak ya da besinleri paylaşmak anlamında toplumsaldır. Ancak bu “kardeşlik” durumunda, yaş, önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Biyolojik açıdan, eğer ikiz değillerse, iki kardeşin arasında üç yılı geçkin bir yaş aralığı varsa, büyük olan, “ağabey”dir artık (“ablalık”a ilişkin bir bilgi yok maalesef). 

Bu “biyolojik” büyüklük, aynı anneden doğmamış toplumsal kardeşlik açısından da geçerlidir. Büyüklük ve küçüklük “kardeşler” arasında tesis edilmiştir ve bu müessesenin kendi kuralları vardır. Büyük “ağabey” küçüğünü korumakla yükümlüdür, küçükler de büyüklerini “saymakla” (tabii, aklımıza elbette Türkiye’deki “küçüklerimi sevmek, büyüklerimi saymak” diyen eski “ilkokul andı” geliyor). Saymanın da ötesinde, küçük kardeş, kazandıklarını ya da ürettiklerini ne yapacağını da ağabeyine sormakla yükümlüdür. Örneğin, küçük kardeşin müstakbel kayınpederi ona iki tavuk verdiyse, bu tavukların ne yapılacağı konusunda küçük kardeş, ağabeyine danışmak durumundadır – mesela kendi kendine çerkez tavuğu yapma kararı alamaz. Küçük kardeş mesela palmiye şarabı getirirse, bunun nasıl dağıtılacağına karar verecek olan da ağabeydir. Dolayısıyla, Douglas’a göre, küçük kardeş, sadık bir hizmetkâr gibi görülmekte, öyle davranması gerekmektedir. Bunun karşılığında alacağı ödül ise, ağabeyin ona evliliğine yardım edeceği sözü ve külte dair görevlerinde ona destek vereceği beklentisidir. Douglas’a göre bu ilke küçük kardeşler olduğu müddetçe ve ayrıca çok sayıda olmadıkları takdirde iyi çalışmaktadır. Öte yandan bu “kardeşlik hukuku” bütün hayat boyu ikisinin ilişkilerini yönetmesi beklenen bir hukuktur. Her bir sorun anında, ağabey kardeşini korumakla yükümlüdür. Mesela küçük kardeşin karısı ölürse ve ağabeyin iki karısı varsa, birisini ona vermek durumundadır. Küçük kardeş hapse girerse, ağabey ona yemek götürmek ya da para cezası aldıysa onu ödemek durumundadır. Ya da, büyücülükle suçlanırsa, küçük kardeşin suçsuzluğunu savunmak zorundadır. Anlaşılan, Leleler için, der, Douglas, kardeşlik temel bir ilişki biçimidir. Ancak, bu durum, kardeşlerin sayısının çok olduğu büyük ailelerde sorun yaratmaktadır. Küçükler tam olarak ne yapmaları gerektiğini bilememekte, geleceğe dair ağabeyler tarafından verilen kimi sözler tutulamamakta, bu da topluluk içi bağı gevşetmekte, ya da anlamsız kılabilmektedir. Başa dönersek, nasıl “reis” seçiminde bir rekabet yok ise, kardeşler arasında da “rekabet” Leleler tarafından mümkün olduğu ölçüde önlenmeye çalışılmakta, deyim yerindeyse, yok hükmünde olsun istenmektedir. Aynı kıskançlığa ilişkin pratikte olduğu gibi, rekabetin de bu biyolojik, ya da toplumsal kardeşlik bağını kirlettiği, çözdüğü, yok ettiği düşünülmektedir. 

Küçük-büyük kardeş ilişkisi gibi, topluluk içi katmanlar arasında da küçükler ve büyüklerden, ağabeylerden oluşan kümeler vardır. Bu kümeler arasındaki mümkün rekabet de, kıskançlık da, hırs da Lele toplumu tarafından önlenmeye çalışılmaktadır. Öte yandan, gayet gerçekçi olarak, kardeşler arası kıskançlığın, hatta nefretin mümkün olabileceği kabul edilmektedir Lelelerde. Bu duyguları, iki sözcükle özetlerler. Tainy, cinsel açıdan kıskançlıktır, bupih ise belirli bir alanda kendisinden bazı işleri daha iyi yapana karşı duyulan nefret, hatta daha ileri gidip, büyüler aracılığıyla onu yok etme arzusudur (“haset” doğru bir karşılık mı acaba?). 

Douglas, Lelelerde kadınların bupih’e kapılmalarının daha az olası olduğunu, çünkü kadınların dünyasında “mertebe” denen şeyin neredeyse olmadığını aktarır. Bupih, toplumsal düzene bir tehdittir. Örneğin, genç bir oğlan, kimi fiziksel etkinliklere daha yatkın olabilir ve bu türden bir etkinlikte mükemmelleşmiş ve bunun sonucunda da şan, şöhret, ün ve prestij kazanmaya başlamış olabilir. Ancak, Lelelerde bu “şan, şöhret, ün ve prestij” doğrudan yaşa, yaşlılığa bağlı olduğu için, toplum genç oğlandan kendisiyle büyüklerle aşık atmamasını, hatta mümkünse, bu etkinliklerde kendi yaş grubu içinde bile sivrilmemesi için performansını düşürmesini istemektedir. Ağabeyinin uğraştığı bir işte sivrilen küçük kardeşe söylenen şey şudur: “Niye ağabeyinle rekabet etmek, yarışmak istiyorsun ki, genç mi ölmek istiyorsun?”

Anlaşılan Leleler, “hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun” deyişiyle özetlenebilecek bir gençlik kültüne olabildiğince uzaktırlar. Hatta Douglas, köyde birilerine davul çalıp çalmadığını, ahşap oyup oymadığını sorduğunda genellikle aldığı yanıtın “hayır, ağabeyim yapıyor” olduğunu aktarır. Ancak, eğer küçük, yaptığı işte sivrilmeye devam etmek istiyorsa, bu ancak büyük ağabeyin onayı ve sahneyi ona rızasıyla bırakmasıyla mümkündür. Ve bu durum, Lelelerde, biyolojik kardeşler arasında geçerli olduğu kadar, tüm toplulukta, yaş grupları arasında da geçerlidir. Aralarında kan bağı olmayanlar da, ağabeydir, ve aynı kan bağlı bir ağabey gibi davranmaktadırlar küçükler kümesine. Dolayısıyla, Lelelerde, küçükler kümesi (babilenge) ile ağabeyler kümesi (baotale) bir karşıtlık olarak tesis edilmiştir. 

Yani, Leleler’in bir Tanrı’sı vardıysa, o kesinlikle anti-kapitalist ama hiyerarşi-sever bir Tanrı idi sanırım.

Birazdan aktaracağım farklı Habil-Kabil hikâyesiyle ilk kez Pierre Bayle’in Dictionnaire Historique et Critique’inde (1687) karşılaştım. Ancak önce Tekvin’den (4:2) bildiğimiz hikâyeyi nakledeyim: Adem ile Havva’nın iki çocuğu vardır. İlk doğan çocuk Kabil’dir. İkinci ise Habil. Yani, Kabil, Habil’in ağabeyidir. Aralarında ne kadar yaş farkı olduğu söylenmez. Kabil, çiftçi olur. Küçük kardeş Habil ise çoban. Tanrı, bir gün ikisinden de kurban ister. Habil hayvanların ilk doğanlarının en makbul, yağlı kısımlarından getirir, Kabil ise tahıl. Tanrı, Habil’in kurbanını tercih eder, sanki bu saçma yarışmayı kendisi istememiş gibi. Bunun üzerine Kabil çok bozulur. Tanrı da ona, bozulmamasını, ama yapması gerekeni yapmasını söyler. Kabil’in öfkesi geçmez, Habil’i tarlaya götürür ve onu orada öldürür. Tanrı Kabil’e Habil’in nerede olduğunu sorar. Kabil, “ne bileyim ben, kardeşimin bekçisi miyim?” diye cevap verir. Bunun üzerine Tanrı, “kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor, artık döktüğün kardeş kanını içmek üzere ağzını açan toprağın laneti altındasın. İşlediğin toprak artık sana ürün vermeyecek. Yeryüzünde aylak aylak dolaşacaksın”. Kabil, bu durumdan korkar ve cezasının çok büyük olduğunu söyler, ve ekler: “Kim bulursa öldürecek beni”. Bunun üzerine Tanrı da, Kabil’i kimse bulup öldürmesin diye onun üzerine (alnına?) bir işaret koyar. Kabil, bundan sonra Tanrı’nın huzurundan ayrılır, sürgüne gider. Ve uzak diyarlarda karısıyla yatar, karısı hamile kalır ve Hanok doğar.

(Şimdi, bu hikâyedeki müphem unsurlar, uzun zamandır müşerrihlerin ilgisini çekmektedir. İlk zındık yorumcuların başında, ki bunu Bayle de aktarır, Kalvinist Isaac La Peyrère gelir, 1655 tarihli Prae-Adamitae başlıklı kitabıyla. Bu kitabında La Peyrère, tam da demin zikrettiğimiz pasajdan yola çıkarak şu müphem soruyu sorar: Kabil, birileri tarafından öldürülmekten korkmaktadır. Eğer ilk insan Adem, ikincisi Havva ise, kimdir bu diğerleri? Ve Tanrı, o birilerinin Kabil’i öldürmemesi için bir işaret koyar üzerine, dolayısıyla vardır bunlar. Kimdirler? Öte yandan, Kabil, sürgünde evlenir. Bu evlendiği kadın kimdir? Nereden çıkmıştır? Bu ve benzer sorulara yaptığı yorumlarla La Peyrère, Eski Ahit’te sözü edilen insanların Yahudi halkının ataları olduğunu, diğerlerinin ise diğer insanların ataları olduğunu söyler. Böylece, Eski Ahit, insanlığın değil, Yahudi halkının tarih kitabı haline dönüşür.)

Habil-Kabil hikâyesinin aktarıldığı bu pasajda, açıkçası, Douglas’tan naklettiğim Lelelerdeki kardeşler arası iki tür rekabetin ikincisiyle, yani pubih’le karşılaştığımızı düşünüyorum. Neden? Çünkü, küçük kardeş, bir rekabet ortamında, ürettiklerinin makbul bulunmasıyla sivrilmiştir. Açalım bunu.

Kimi yorumcuların, mesela Calvin’in Habil ile Kabil’in ikiz oldukları savını bir kenara bırakırsak, aralarındaki yaş farkının kimi yerde on beş, kimi yerde otuz olarak verildiği bu iki kardeşin aralarında bir ağabey-küçük kardeş ilişkisi olduğunu savlamak oldukça mümkün. Bunu ilk olarak Kabil’in “ben kardeşimin bekçisi miyim?” sözünden çıkarsıyoruz. Bu metnin evreninde, içsel olarak, Kabil’den, aslında, aynı Lelelerde olduğu gibi, küçük kardeşine göz-kulak olması, onu koruması beklenmektedir. Korumak bir kenara, Kabil, istenilenin tam karşıtını yapar ve kardeşini öldürür. Koruması gerekeni yok eder. Lelelerin toplumsal açıdan kurmaya çalıştıkları, kaçındıkları “kıskançlık” baş göstermiş ve şiddet ortaya çıkmıştır. 

Lelelerin dünyasıyla benzeşlik gösteren bir diğer unsur, rekabet sonucu ortaya çıkan şiddetin, önlenememiş şiddetin sonucunda “toprağın artık ürün vermeyecek” oluşudur. Hatırlarsak, Lelelerde de, çözülmemiş kavgalar, şiddetli hırs, kıskançlık gibi rekabete yönelik durumlarda, toplumsal barışın bozulmuş olduğu durumlarda orman kendisini kapatmakta, av mümkün olamamaktaydı. 

Üçüncü unsur, Tanrı’nın, aynı köy reisi gibi, sonuçta, tek gücünün “lanetleme” olmasıdır. Ancak, öte yandan, bu pasajda, küçük kardeş Habil’in de, Leleler’deki toplumsal evrenin kardeşlik kurallarına aykırı davrandığını, yani pubih’in ortaya çıkmış olduğunu gösteren unsurlar da bulunur. Bir kere, bu metnin evreninde rekabet aslında tamamen dışlanmamış, iki kardeşin davranışlarının temelindeki itici güç haline getirilmiştir. Bu evrende Tanrı, iki kardeşten de kurban istemekte, onları rekabete sokmaktadır. Hatta, bu rekabetin sonunda, düzenin “reisi” Tanrı, iki kardeşin kurbanından birini, Habil’inkini “tercih” etmektedir. Lelelerdeki küçük kardeşin davranışlarına dair simgesel kodlar işlemiş olsaydı, Habil’in ağabeyiyle bir kurban rekabetine girmesi mümkün olamayacaktı. Habil, kurban vermek istese bile, bunu ağabeyinin izniyle, o da belki, verebilecekti. Oysa, burada, Habil, toplumsal açıdan, küçük çocukların kazanmaması gereken bir “prestij” ile donatılmaktadır. İşte Lelelerin kaçınmaya çalıştıkları durum tam da budur. Bu davranış düzenine aykırı durumun “kıskançlık”, dolayısıyla da “şiddet” doğuracağını bilmektedir Lele simgesel evreni. Lele simgesel evreni bundan kaçınırken, Eski Ahit’in simgesel evreninde Tanrı, bu rekabeti hem istemekte, hem de bunun doğurabileceği sonucun farkında değilmiş gibi davranmaktadır. Lele benzeri bir simgesellikte, Eski Ahit’in Tanrısı’nın bu iki kardeşi rekabete sokmaması beklenirdi. Yine aynı türden bir simgesellikte, Habil’in de Kabil ile bu türden bir rekabet ilişkisine girmekten kaçınması gerekirdi. Çünkü, Eski Ahit metninden anladığımız kadarıyla, daha iyi kurban veren, daha “doğru” haline gelmektedir. Ağabeyin kendiliğinden, yaş sebebiyle daha “doğru” olmasının beklendiği bir yerde roller tersine çevrilmiştir. Aslında, küçük kardeşin, ağabeyinden daha doğru olmamaya çalışması beklenirdi, eğer Lele simgeselliği ve düzeni işleseydi. Öte yandan, bu türden rekabetçi bir ortam olsa bile, yine de Kabil’in kıskançlığa kapılmaması gerekirdi gibi bir durum ortaya çıkar, Eski Ahit’in bu hikâyesinde. Hele bu kıskançlığın sonucunda uygulanan şiddet kabul edilmezdir. Ağabeyin yapmaması gereken bu şiddet eylemi sonucunda, Tanrı Kabil’i cezalandıracaktır. Ancak, bu ceza durumunda bile Tanrı, Kabil’e müşfik davranır. Onun diğer kişiler tarafından öldürülmesini engellemek için gereken önlemi alır. Kabil lanetlenmiştir, ancak, kardeş katlinin cezası kısasa kısas düzeninde belirmez, Kabil öldürülmez, sürgün edilir.

Habil ile Kabil hikâyesinin Kur’an versiyonunda ise Kabil katlettiği kardeşine karşı son görevini dahi yerine getirmez ve onu gömmez. Onu en azından gömmesi gerektiği ise Allah tarafından gönderilen bir karganın örnek davranışıyla bildirilir ve bu da insanlık durumuna ilişkin bir diğer pişmanlık durumu yaratır.

Habil ile Kabil hikâyesinin, dediğim gibi, ilk kez Bayle’de rastladığım bir diğer versiyonu daha var. Bu versiyon, sanırım Flavius Josephus’un Yahudi Tarihi’nden (1.1) kaynaklanıyor. Josephus’un kitabında bu hikâyeye ilişkin kısa pasajda, Habil ile Kabil’in birer kız kardeşleri olduğu bilgisi verilmekte. Bu bilgiden yola çıkarak Doğu Hıristiyanlığı ile İslam bu hikâyeyi anlaşılan geliştirmiş, dallandırmış. Bu versiyonda Kabil’in bir ikiz kız kardeşi, Habil’in de bir ikiz kız kardeşi bulunuyor. Kabil ile birlikte doğan kız, İklime, Habil ile birlikte doğan ise Lebuda (Hıristiyanlıkta Auvina, Delbora, Decla, Edocla gibi isimler de var). Günümüzde bile bu versiyon, çeşitli yazarlar tarafından aktarılmaktadır: “Âdem ilk insandır, ilk şeriat sahibidir. Onun şeriatında kardeşlerin aynı batında olmamak kaydıyla evlenmesine izin verilmiştir. Bu, sadece ona mahsus bir uygulamadır, aksi takdirde neslin devamı imkânsız kalırdı. Bu itibarla, Âdem aleyhisselama mahsus olan uygulamaların tümünü ona mahsus saymamız gerekir.” 

Bu versiyonda, neslin devamı için, Adem, Kabil’in ikiz kız kardeşi İklime ile Habil’i, Habil’in ikiz kız kardeşi Lebuda ile de Kabil’i evlendirmek ister. Ancak, ortada bir sorun vardır. Kabil bunu istememektedir. İstememe nedeni de İklime’nin Lebuda’dan çok daha güzel olmasıdır. Habil ise tersine, güzel İklime ile evlenmek istemektedir. Kabil, Adem’e itiraz eder: Aynı batından doğanların aynı yatağı paylaşmaları daha doğru olmaz mı? Adem, bu evlilik isteğinin Allah’ın arzusu olduğunu, istiyorlarsa bunu sınayabileceklerini, Allah’ın onların vereceği kurbanlar karşısında göstereceği tavrın, evliliklerine ilişkin bir işaret olacağını söyler. Hikâyenin gerisini biliyoruz. Lelelerin simgesel ağabey-küçük kardeş ilişkilerine dönecek olursak, bu durumda da karşımıza kaçınılması gereken bir diğer duygu, cinsel açıdan kıskançlığı belirten tainy çıkar. Aslında burada da, Tanrı, rekabete açık bir simgesellik kurmuştur. Bu evren, bir Lele evreni olsaydı, Habil’in Kabil’in arzusunun önüne çıkmaması, geri çekilmesi gerekirdi. Simgesellik ve rekabet açısından Lele evreninden farklılaşan bu Eski Ahit dünyası, yine de, tam da bu duyguların türeyebileceği bir düzen içinde, Lele dünyasındaki kardeş-ağabey ilişkisinin tekrar üretilmesine taraftar görünür. Ağabeyin konumu, bu dünyada, kendisinden daha büyük bir gücün, otoritenin, önce babanın, baba dolayımıyla da Allah’ın altında konumlanır. Ağabey olması, küçük kardeşi öne çıkaran daha büyük bir otoriteye karşı çıkmasını gerektirmez. Kural budur: Ağabey’in üstünde, baba vardır. Ağabey, otoriteye boyun eğmeyip, kendi arzuları, hırsı, kıskançlığını öne çıkarır ve katil olur. Koruması gereken kardeşini, tainy’ye kapıldığı için, öldürür. 

Lelelerin değil de, Batı geleneğini kuran bu rekabetçi Tanrı’nın çocukları olduğumuz için, yazık bize!