O meydandan anlamlı bir sessizlik kopsaydı…

O masum çocuğun çaresizce muktedirden derdine derman aradığı o sözleri, meydanda derin bir suskunlukla karşılansa ne olurdu?

CAFER SOLGUN

04.02.2022

Geçtiğimiz 30 Ocak günü Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Trabzon’da katıldığı toplu açılış töreninde miting alanında toplananlara hitaben bir konuşma yaptı. Muhtemelen konuşmasında memlekette her ne yapıldıysa kendi iktidarları döneminde yapıldığını filan söyledi. 

Ama bu konuşma değil de kürsüye çağırıp eline mikrofon tutuşturarak konuşturduğu çocuğun sözleri “gündem” oldu. 

Çünkü çocuk, Erdoğan’ın yanı sıra bazı bakanlarının, il valisi ve diğer protokol efradının bulunduğu miting kürsüsünde ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “Bay Kemal” dedi, “hain” dedi ve Erdoğan’a oy istedi…

Erdoğan ve beraberindekiler 9 yaşındaki çocuğun elinden mikrofonu alıp, “Neler diyorsun sen öyle?” demedi. “Bunlar büyüklerin meseleleri, sen okulunu, derslerini düşün” demedi. “Kimse için böyle kötü laflar etme çocuğum” demedi. “Büyüklere uyma, bakma bize, biz zıvanadan çıktık çoktan” demedi. Çocuğun heyecanla bağırarak söylediklerini memnuniyetle ve gülümseyerek izlediler…

Meydanı dolduran kalabalık da bu sahneye alkışlarıyla ve Erdoğan’a tezahürat yaparak karşılık verdi…

Bu, çok düşündürücü bir tablo. Siyasette seviyenin nerelere kadar düştüğünün en son ve en çarpıcı göstergesi. 

Hikayesini sonradan öğrendik. Çocuğun babası bazı adli suçlar nedeniyle 10 yıldır hapishanedeymiş. Çocuk babasını “normal” hayatta hiç görmemiş, tanımamış. Ayda bir gittiği görüşlerde görebiliyormuş. 

Çocuk, tepkiler üzerine muhtemelen bazı yakınlarının yönlendirmesiyle iki gün sonra Kılıçdaroğlu’ndan özür diledi.

Tepkiler, genellikle çocukların siyasete alet edilmemesi gereği üzerinden gösterildi. Elbette doğruydu. Çocukların siyasete alet edilmesi, onlara anlamını idrak etmekten uzak oldukları laflar, sloganlar attırılması (vb) bunlar aklı başında, vicdanı yerinde her yurttaşın tüylerini diken diken edecek yanlış şeyler… 

Ama bu olayın başka düşündürücü boyutları da var. Çocuk hangi psikolojiyle, ne düşünerek, ne hissederek, ne tür bir dolduruşa getirilmiş olarak o kürsüye çıktı? 

Çocuğun bağırarak, ağlayarak Erdoğan’ın kendisini miting sahnesine çağırmasını sağlamasının bir evveliyatı olmalı. Belli ki kendisine belletilmiş; “Bu adam cumhurbaşkanıdır, ne derse o, o isterse babanı çıkartır hapisten.” Çocuk da can havliyle atılmış ortaya…

Acaba ne dese, isterse babasını hapisten çıkarma kudreti olan bu adamın gözüne girebilir? Ne dese bu adamın hoşuna gidebilir? Ne dese babası hapisten çıkar? “Bay Kemal” dese, “hain” dese, “Erdoğan’ı çok seviyorum” dese, “Erdoğan’a oy verin” dese, olur mu?

Şu veya bu nedenle zor durumdaki mağdur insanların ve onların çocuklarının gözünde Erdoğan nasıl kudretli, muktedir, hikmetinden sual olunmaz bir şahsiyet… İnsanların gözünde sahip olduğu makam ve payelerin ötesinde, adeta herhangi bir hukukla, yasayla bağlı olmaksızın bu denli “tek adam” durumunda olmak, mümkündür ki Erdoğan ve beraberindeki zevatın çok hoşuna gitmektedir, ama bu normal midir, “makul” müdür?

Peki o kudret sahibi kişilerin insanların mağduriyetini böylesine alenen ve olabilecek en çiğ şekilde siyasi çıkarları için pervasızca istismar etmeleri? 

Çocuğun psikolojisiyle birlikte beni en çok düşündüren hususlardan biri de miting meydanını dolduran insanların tepkisi oldu. Videosunu izledim; meydandan bir alkış kopuyor, anlaşılmaz seslerle huşu içinde tezahürat yapılıyor. Miting kürsüsündekiler de meydanı dolduran kalabalık da gayet memnun hayatından…

Acaba o masum çocuğun aslında çaresizce muktedirden derdine derman aradığı o sözleri, meydanda derin bir suskunlukla karşılansa ne olurdu?

Bir çocuğun iktidar adayı bir siyasi parti liderine “hain” demesi, “çok seviyorum” dediği Erdoğan’a oy istemesi, olacak şey midir yani! Böyle düşünseydi insanlar ve dahası gelmiyorsa ellerinden, sadece sussaydılar… ne olurdu?

Mevcut siyaset düzeyine, iktidar partisi ve liderine (ve önüne geleni tehdit etmeyi alışkanlık haline getirmiş küçük ortağına), gerilim, kutuplaşma siyasetinden nemalanan kimler varsa son derece anlamlı bir “ayar” verilmiş olurdu. 

Sayın Erdoğan kızar mıydı kalabalığa? “Ne susuyorsunuz! Duymadınız mı ne dedi çocuk? Bay Kemal dedi, hain dedi. Bir daha söyle bakayım yavrum ama bu sefer daha yüksek sesle söyle herkes duysun” der miydi? Diyebilir miydi?

Belki klişe bir sözdür ama doğrudur: Siyasetçiler toplumun aynasıdır. Siyasetçilere, ülkeyi yöneten iktidar sahiplerine baktığınızda, aslında toplumun gerçeklerini görmüş olursunuz. Ne “halkımız” ne de “milletimiz” edebiyatı yapmaya gerek var… 

Güç ve iktidar uğruna hitap ettikleri seçmen kitlelerinin suyuna gitmek popülist siyasetin “fıtratında” var. Karşılıklı birbirinin geriliklerini palazlandıran bir fasit daire… 

Bu sözlerimden “millet düşmanı” manası çıkarıp “vay hain” diyecekler olabilir mi? Olabilir. 

Oysa söz konusu ettiğim halkın tercihleri, değerleri, iradesi değil, aksine, “halk” olmanın, “toplum” olmanın ortak paydasını oluşturması gereken normlardan uzaklaşmanın vardığı herkes için düşündürücü olması gereken mevcut durum ve gidişat…

Herkes bir partinin, bir siyasi liderin yandaşı, taraftarı olabilir. Ama önce kendisi olmalı. Aklını, fikrini, vicdanını, kişiliğini ve karakterini koruyarak kimsenin kopyası, müridi, tebaası olmamalı. 

Hep alkış çalan değil bazen “yuh” diyerek ya da susarak, güdülen bir “kalabalık” olmayı reddederek varlığını hissettiren yurttaşlar olabildiğimiz zaman, kerametleri emaneten oturdukları makamlardan ibaret siyasetçiler de işlerini hadlerini, hudutlarını şaşırmadan yapmaya başlarlar…

O meydandan alkışlar değil de anlamlı bir sessizlik kopsaydı… Türkiye siyasetinde bir “milat” olurdu…