Uzaylı Yazılar 21: Y’nin icadı ve işlevi.

“Erdeme götüren sağdaki çetin yol ile daha kolay olan ama yıkıma götüren soldaki arasında seçim yapmak gerekmektedir.”

LEVENT YILMAZ

24.03.2022

Oğlu Giovanni’yi teslim ettiği Gilberto Baiardi’ye yazdığı Dostlara Mektuplar’dan birinde (Familiares, VII, 17, 1) Petrarca (1304-1374) bivium pythagoricum’dan söz açar: “Bu delikanlının fazlasıyla nasihate ihtiyacı var, çünkü yaşının verdiği sıkıntılarla boğuşuyor. Sizin de göreceğiniz gibi, hayatının Pythagorasçı çatalına geldi; dikkati asla bu denli az olmadı, asla bu denli bir tehlikenin içinde olmadı. Soldaki yol zorunlu olarak cehenneme, sağdakiyse cennete gider; ama ilki kolay, düz, geniştir ve insanlar geçtiği için oturmuştur, oysa diğeri çetindir, dardır ve zordur ve ancak az sayıda yolcunun izini taşır.” Hemen sonra Matta İncili’nden bir alıntı gelir (7, 13-14): “Dar kapıdan girin; zira helake götüren kapı geniş ve yol enlidir; ve ondan girenler çoktur. Çünkü hayata götüren kapı dar, ve yol sıkışıktır, ve onu bulan azdır.” 

Bivium pythagoricum seçeneği –iyi ile kötü ya da daha ziyade erdem ile kusur arasındaki seçim– kesinlikle rastlantısal değildir. Petrarca sonraki yıl hayati bir seçimin önünde bulunan arkadaşı Zenobi de Strada’ya yazdığı bir başka mektupta aynı sözcüğü yeniden kullanır ve anlamını açıklar: “[Pythagoras] dehasının örsünde yazı için kaçınılmaz olmayan ama hayat için çok kullanışlı bir harf üretti. Bu iki boynuzlu ve örnek harfin sağdaki dar boynuzu göğe doğru yönelmiştir, oysa daha geniş sol boynuz toprağa doğru eğilmiş görünür. Sol boynuzun cehenneme giden yolu gösterdiği, çünkü gidilmesi hoş ve kolay olduğu, ama istikametinin korkunç ve acı olduğu söylenir; oysa sağdaki yolu seçenler büyük çabalar sarf etmek zorundadırlar ama ödülleri benzersiz olacaktır.” Sol, çok uzun zamandan beri “kötü” taraftır (sinister). Robert Hertz de Sağ Elin Önceliği başlıklı benzersiz kitabında bu meseleyi etraflıca ele alan ilk antropologdur.

Bir zamanlar Warburg Enstitüsü’nü yönetmiş olan Nicholas Mann bize Petrarca’nın kaynaklarını göstermişti: Önce Servius’un Aeneis şerhi (VI, 136) ya da Lactantius’un Tanrısal Kurumlar’daki çözümlemesi (VI, 367), ama daha da önemlisi Sevillalı İsidoros’un Kökenbilgileri; burada şunu yazar: “Pythagoras γ harfini (upsilon, yani “y” harfi) hayatın simgesi olarak icat etmiştir: Kuyruğu gençlikle, çatalı ise yetişkinlik çağında olan şeyle özdeşleştirir: Erdeme götüren sağdaki çetin yol ile daha kolay olan ama yıkıma götüren soldaki arasında seçim yapmak gerekmektedir.”

Petrarca birçok kez, ama özellikle Ventoux Dağı’na tırmanışını anlattığı, Dionigi di Borgo San Sepolcro’ya yazdığı mektupta çok açık biçimde, ona kolay gelen yolu seçtiğini doğrular: “Ben özellikle daha ölçülü adımlarla dağdaki patikayı izliyordum, oysa kardeşim zirveye giden bir kestirmeyi seçtiği için daha yükseğe ulaşıyordu; gücüm az olduğundan yokuşsuz yerlerden gidiyordum ve bana seslenen ve kestirme yolu gösteren kardeşime diğer tarafta daha kolay bir yol bulmayı umduğumu ve daha iyi ilerlemek için daha uzun bir yoldan gitmenin beni rahatsız etmediğini söylüyordum. Tembelliğimi bu özürle kapatıyordum, diğer yol arkadaşlarım çoktan yükseklere çıkmışken ben vadilerde dolanıyordum [dolanma fiilinin Latincesi “errare”dir ve Batı dillerindeki “error” yani “hata” buradan gelir, Petrarca, anlayacağınız, tırmanış sırasında “erör” vermektedir! LY]; başka hiçbir yerde daha kolay bir yol yoktu, ama yol uzadıkça uzuyor ve boşuna sarf ettiğim çabalardan yoruluyordum. Bununla birlikte can sıkıntısı içinde girdiğim dolambaçlara üzülürken dosdoğru zirveye yönelmeye karar verdim ve nefes nefese kalıp tükenmiş bir halde beni bekleyen kardeşime yetiştim; uzun süre uzanmış ve gücünü yenilemişti; bir süre aynı hızda yürüdük. O tepeyi geride bırakmıştık ki girdiğim dolambaçları unutarak yine daha az dik yerlerden yürümeye ve daha uzun ama daha kolay yollar için vadilere inmeye başladım ve yeniden büyük sıkıntılara girdim.”

Petrarca bu “erör”ün en az üç kez tekrarlandığını söyler, kardeşi ise dalga geçip kahkahalarla gülmektedir. Böylelikle yorulmuş ve tükenmiş bir halde bir vadide oturur ve ruhların mutlu hayata doğru, yüksek bir yerde bulunan, dar ve birçok engelle tıkanmış yolun sonunda bulunan mutlu hayata doğru yükselişine benzeyen bu dünyadaki deneyimi üzerine düşünmeye başlar. İşte o zaman erdem kavramından söz açar: “Soylu adımlarla erdemden erdeme yürümemiz gerekir; zirvede her şeyin sonu ve yolun bitişi, yolculuğun amacı bulunur.” Kendi düşüncelerinden gözleri dolacak kadar heyecanlanan Petrarca gücünü toplar ve zirveye ulaşır. 

Petrarca mektubu indikten sonra, söylediği gibi, küçük bir dağ evinde mum ışığında alelacele ve bir çırpıda yazmamıştır elbette. Mektup mevcut olabilir, ama öyle sanıldığı gibi bir dağcılık hikayesi değildir; Petrarca’nın kendi hayatına ve genel anlamda insan hayatına dair bir görüşü yansıtır; çünkü bakın başka bir yerde de şunu yazar: “Bu dağı aşarken bugün pek çok kez tecrübe ettiğim şey, senin ve birçok kişinin başına mutlu hayata doğru yükselirken gelen şeydir; ama insanların bu kadar kolayca fark edemedikleri neden, beden hareketlerinin görünür, ruhun hareketlerinin ise görünmez ve gizli olduğudur.”

Bu mektubun yazılma koşullarını biliyoruz. Öncelikle Gherardo’nun çetin ve zor bir yoldan hızlıca yükselişi, onun bu yüzyılı (yani saeculum’u yani sekülerliği) terk edip Montrieux manastırına girme kararına göndermede bulunur. Gherardo’nun dine dönüşü 1343 tarihine rastlar. Ayrıca Dostlara Mektuplar’ı yazma fikri Petrarca’nın Verona katedralinde, Mayıs 1336’da Cicero’nun mektuplarını bulmasının doğrudan bir sonucudur. Nihayet Petrarca’nın belirttiği tarih olan 1336’da mektubun muhatabı Dionigi di Borgo San Sepolcro hâlâ Avignon’da, Papalık sarayındadır. Yani bizden Petrarca’nın yolculuğu yüz yüze anlatmaktansa mektup yazmayı yeğlediğine inanmamız istenir.

Anlatıya göre zirveye acılar içinde ve dünyevi şeylerle manevi şeyler arasında (“içimdeki iki insan”) çelişkiye düşmüş bir halde ulaşan Petrarca, Dionigi’nin ona verdiği Augustinus’un İtiraflar’ına dalar. Ya da cebinden çıkarıp (nasıl çıkarıyorsa o elyazması tuğla gibi kitabı!) Rastlantısal olarak bir sayfa açtığını söyler ve şu bölümle karşılaşır: “İnsanların dağ zirvelerini, denizdeki devasa dalgaları, geniş ırmakları, Okyanusun girintili sahillerini, yıldızların evrimini hayranlıkla izlemeleri ama kendilerine hiç dikkat etmemeleri ne tuhaf!” (X, 8). O zaman Petrarca dağa tırmanmak yerine uzun süre önce “pagan filozoflardan” (Seneca’yı anlamak gerek) ruha hayran olması ve Tanrı’nın yanına yükselmeye çalışması gerektiğini öğrenmediği için yakınmaya başlar.

Bu versiyonda bazı klişeler vardır. Augustinus dine otuz üç yaşına varmadan dönmüştü. 1336 yılında Petrarca otuz iki yaşındadır. Zirveye ulaşınca Petrarca Augustinus’un dine dönüşünü düşünür. Mektubunun sahte tarihi 26 Nisan 1336’dır –dine dönmek, yani tövbe için uygun bir gündür bu, çünkü Guiseppe Billanovich’in gösterdiği gibi, bir Cuma günüdür; hem de Paskalya’dan beş gün önce, günahlar için acı çekme ve affedilme günüdür; 1336 yılında Paskalya dinsel takvime göre 31 Nisan’a denk gelmektedir.

Petrarca dolambaçları bir kayıp olarak görmez. Yüzyıl içinde, bu kendi insani ve ölümlü varoluşunu kabullenip, kardeşinin seçtiği manastırdaki çileci hayata paralel başka bir yol oluşturmayı ya da mevcut yolu onarmayı ister. Bu “paralel”, mevcut ama kayıp yol, yeniden bulunması, incelenmesi ve taklit edilmesi gereken Roma erdemi’nden geçer (bu nedenle Petrarca tarihçi ve filologdur, Eskileri yeniden bulan kişidir, onların “ritrovatore”sidir). Bu dünyada gerçek yolun Tanrı’nın yolu olduğunu bilerek herkes “bir erdemden diğerine” atlayarak zafere ulaşabilir –elbette hoş bir zaferdir bu. Bu yol olabildiğince “iyi” olmayı sağlar. Petrarca’nın hayatının sonuna doğru istediği tek şeydir bu: “Onlara artık beni bir alim ya da şair olarak olmasa bile, ‘iyi insan’ (virum bonum) olarak sevmeleri için yalvarıyorum.” İşte Petrarca’nın “nasıl bilirdiniz” sorusuna arkadaşlarının vermelerini istediği cevap…

Quentin Skinner Petrarca’daki Romalı erdemlerin önemine dikkat çeken ilk yazarlardan biri olmuştur: Skinner’e göre Petrarca insanın dünyada çok yüksek bir düzeye gelebileceğini ve bunu yapmak için de eğitimin gerekli olduğunu göstermek amacıyla virtus kavramını dolaşıma sokmuştur; bu eğitimin içeriği retorik ve Eskilerin felsefesi olmalı, ama amacı Stoacılarınkine benzememeli, yani içe kapama ve çilecilik içinde bilgelik olmamalıdır. İnsanı kamusal görevlerine hazırlamak söz konusudur çünkü. Ders curriculum’unda tarih, ahlak felsefesi ve hitabet sanatına ulaşmak için zorunlu ders olan retorik olmalıdır. Gerçekten de Cicero’nun belirttiği gibi sorun, virtus arayışı sayesinde bir “insan” (vir, yani adam), “hakiki” (aynı vir kökünden gelen veritas) olmak söz konusudur. Skinner’e göre bütün eğitim bu vir virtutis’in gelişimini hedeflemektedir; sonunda bu “adam gibi adam” niteliği özetlenirken şu söylenir: “O, adamdı” (Skinner, Shakespeare’in Jül Sezar’ını alıntılar [V, V, 75]; Brutus hakkında Antonius şöyle söyler: “This was a man”). Buradaki man kelimesini, “insan” (uomo, homme) sözcüğü olarak değiştirirsek, bu döneme 19. yüzyıl tarihçilerinin (Burckhart, Michelet) vereceği adın (hümanizm) nedenleri ve anlamlarını fark edebilir miyiz? 

Bugün nasıl insan olunur? Hâlâ olunabilir mi?


Tepedeki resim: Francesco Petrarca'nın Portresi (İtalyan Okulu, 16. yüzyıl), Innsbruck, Schloss Ambras, Kunsthistorisches Museum Habsburger Portratgalerie.