Nasıl öptün, nasıl öpüldün?

Tsvetaeva da Kaminsky de hayatı öpmüş insanlar benim nezdimde. Söylediklerini ve eylediklerini sahici kılan da bu sönmeyen tutkuları.

KARİN KARAKAŞLI

24.03.2022

Size de olur mu? Bazen aramadığınız bir şeyler karşılaşırsınız. O şey ilginizi çeker, içine dalarsınız ve daldıkça zaman ve mekân sarmallaşır. Kim bilir bu dediğim belki bir yanıyla edebiyat ve sinemanın da tarifi. Dolayısıyla hafızanın da.

Marina Tsvetaeva’nın "A kiss on the forehead" (Alına bir öpücük) şiiriyle böyle tesadüfi bir şekilde karşılaştım. Tabii, tesadüfe yazılı bir kısmet olarak baktığımı ekliyorum buraya. Söz konusu şiiri bir başka Rus şair İlya Kaminsky, Jean Valentine’le birlikte çevirmiş.  Tsvetaeva ve Kaminsky’nin hayat öyküleri ve eserlerine dalınca, olaylar gelişti. Bir baktım, yine ve yeniden bambaşka bir dünyaya ışınlanmışım.

Bu ihtiyaçtan, bu alışkanlıktan başlayayım o zaman yazmaya. Var olan, yaşanagelen neden yetmez? O ânın gerçekliğinden, hayatın ortasından kaçmaya iten ne? Bir şiir, bir şarkı nasıl anlamın ta kendisine dönüşür?

Yaşadığın gerçekliğin bir sebeple yetmemesi muhtemelen bunun yanıtı. Her gerçek dosdoğru gerçek olmuyor. Dahası alenen yalanın ta kendisi olabiliyor. O zaman ele avuca gelmeyen bir şeyi, anlatmakta zorluk çektiğin hakikati ve onu anlatmana gerek kalmadan iliğinde hissedenleri arar oluyorsun.  

Bir şairin şiirinden çarpılmak yabana atılmaz. İlkel bir yanına denk gelir o kaza. İçgüdünle algıladığın, sanki hiçbir dilde karşılığını bulamadığındır. Bir şairin bir şairi çevirmesi, kendi edebiyat dünyasından çıkarak ömrünü biraz da bambaşka bir ses akıtmasıysa mucizedir. Egoların, herkesten ve her şeyden daha büyük bir kaynak içerisinde erimesi ve oradan iç içe geçmiş yepyeni bir desenin ortaya çıkışıdır. Kadim tarih. Yeni kader. 

"Alna Bir Öpücük", okuyabildiğim diğer Tsvetaeva şiirleri gibi sadeliğinde vurucu. 1917 tarihli şiir, Tsvetaeva’nın ünlendiği üslupla ters köşeli, söz diziminde alabildiğine yenilikçi, kara mizah dolu, kısa ve keskin ritimli. Devamını senin getirmeni talep eden açık bir sonu var. Hayat gibi ele avuca gelmez ve tahmin edilmez.
 

Alna bir öpücük- ısdırabı siler

Alnından öpüyorum.
 

Gözlere bir öpücük-uykusuzluğu kaldırır

Gözlerinden öpüyorum.

 

Dudaklara bir öpücük-bir yudum sudur

Dudaklarından öpüyorum.

 

Alna bir öpücük-hafızayı siler.

Alnından öpüyorum.

 

Hafızaya kazınan öpücükler var. Sevgilinin ilk öpücüğü, kerelerce sınanan ve kıymeti zamanla artan bir aşkın mühürlü öpücüğü, dosttan ayrılırken can yakan veda öpücüğü, sevgili bir ölüye kondurduğun buzul bir son öpücüğü… Bir insanı uykusunda öpmenin, öperek uyandırmanın vurucu karşılıksızlığı sonra. Bir dayanamama, sevdiğine kıyamama ifadesi olan öpücük. Salt onun mutluluğundan mutlu olma durumu. 

Marina Tsvetaeva, hafızayı sileceğini söylediği o alna konulacak öpücükle bitiriyor bir döngüyü. Bir öpücükle unutmak nasıl da ürpertici bir güç, düşününce. Bütün acılarından bir anda kurtulmak. Sadece masallara bahşedilmiş bir mucize.

Antik Çağ’dan çağdaş zamanlara, klasiklerden postmodern eserlere öpücüğün tasvirinden de tarifinden de hiç vazgeçilmedi. Anlam dünyasındaki genişlik pek çok anlatım arayışını da beraberinde getirdi. Avusturyalı sembolist ressam Gustav Klimt’in altın varak, gümüş ve platin içeren bir tuval üzerine yaptığı Öpücük (Der Kuss) tablosu, popüler kültürün en yaygın imgelerinden biri. Art Nouveau tarzında organik formlar, geometrik desenler barındıran, katmanlı dekorlu kıyafetleriyle öpüşen iki âşık, tablo 1908’de sergilendiğinde ‘pornografik’ bulunmuştu. Çıplaklığın olmadığı yerde gösterilen bu tepki, Bizans dönemi kilise sanatı parçası varakın dünyevi bir zevk ânı için kullanımı ve arzunun görünürlüğü üzerinden açıklanabilir bir yanıyla. Bir öpücüğün başlattığı o ilkel bütünleşme ihtiyacıyla.  

Yoğunluğuyla insanı boğabilecek aşkın bir tezahürüneyse fiziksel ve zihinsel sınırları zorlayan çalışmalarıyla tanınan, performans sanatının önde gelen isimlerinden Marina Abramović’in, kendisi gibi performans sanatçısı sevgilisi Ulay ile birlikte sergilediği Breathing In/Breathing Out performansında rastlarız. Burada Marina ve Ulay burun delikleri sigara filtresiyle tıkanmış olarak dudaklarını birleştirir ve oksijensiz kalana dek birbirlerinin nefeslerini içlerine çekerek öpüşür. İkisi de bayılana dek devam eden performans 17 dakika sürmüştür. 

 

İhanetin ve ölümün öpücüğü

Sevgiyle değil ihanetle yan yana gelecek öpücükler de var. Muhafazakâr anlayış belki bu noktada birbirine evlilik akdiyle bağlı çiftlerde taraflardan birinin bir başkasıyla girdiği cinsel ilişkiye ve bunun başındaki öpüşmeye yöneltecektir dikkati. Benimse ihanetle ilişkilendireceğim tek öpücük hissetmeden verileni. Ve elbette resim sanatında sayısız örneklerle ölümsüzleşen Yahuda'nın öpücüğü… Hıristiyan teolojisine göre İsa Mesih havarileriyle birlikte yediği Son Akşam Yemeği'nde sofrada bulunan öğrencilerine içlerinden birinin kendisine ihanet edeceğini diğer her şey gibi bir kehanet olarak bildirir. Romalı askerler ve dönemin yönetimi peşindedir. Ancak İsa Mesih’i havarileri arasında ayırt edecek kadar tanımazlar. Bu noktada Yahuda İskariot devreye girer ve öpeceği kişinin İsa Mesih olacağını söyleyerek para karşılığı bir anlaşmaya varır. Gethsemane Bahçesi'nde İsa Mesih’i öperek Romalı askerlere ele verdiğinde ondan duyduğu tek şey, bir kişiden çok daha ötesine dönük bir cürmün teyididir: “Yahuda, İnsanoğlu'na bir öpücükle mi ihanet ediyorsun?..”

Batı uygarlığının Judas’s kiss diye özel bir deyim olarak kullanageldiği, sayısız tabloya, kitaba, filme, oyuna konu olmuş bir eylem bu. İhanetin bir sevgi jestine bürünmüş olması nedeniyle daha da kan dondurucu. Sevgi adı altında işlenen suçların evrensel bir simgesi adeta. İnsanın kendisine dönük olanı başta olmak üzere her bir ihanette yanı başımızda.

Öpücüğün ölüm bildireni de var. Çıkış noktası olan İtalyan mafyasından hareketle Il bacio della morte olarak da bilinen Ölüm Öpücüğü, mafya liderinin aileye, örgüte ihanet ettiği düşünülen kişiyi ölüme mahkûm ettiğini ilgili kişiyi öperek haber ettiği bir jest. Tıpkı Yahuda’nın Öpücüğü gibi sayısız filmde ve romanda bir kültür göndermesi olarak yerini alıyor. 

 

Tutkunun peşinde

Öpücüğün yolculuğuna, belleğe yerleştiği türlü olaylara bakarken, buna vesile olan şiirin sahibine ve onu çeviren bir diğerine de kaydı aklım. Öpmek, salt dudaklarını bir tene dokunmakla yaşanan bir şey değil zira. Yaratırken de sana ait olmayan bir şeye coşkuyla emek verirken de usulca öpüyorsun bir eseri. Tutkuya teslim olurken. Sonrasında da veda ederek muhatabına doğru yolculuyorsun. 

Böylesi bir aşk ve yaratım tutkusuna sahip Rus şair Marina Tsvetaeva 1892'de Moskova'da doğdu. Babası bugün Puşkin Müzesi olarak anılan Güzel Sanatlar Müzesi kurucusu, Marina 14 yaşındayken tüberkülozdan ölen annesiyse konser piyanistiydi. İlk şiir kitabını 16 yaşındayken yayımlayan Tsvetaeva’nın hayatı tarihin en çalkantılı dönemlerinden birine denk geldi. Çocukluk ve ilk gençlik döneminin yurt dışı gezi ve konaklamaları hep daha iyi koşullara odaklıydı. Lozan’da ve Sorbonne’da okula devam etti, şehirler ve okullar değiştikçe İtalyanca, Fransızca ve Almanca öğrendi.  

1912’de Bolşeviklere karşı savaşan Beyazlar ordusunda görevli Sergei Efron’la evlenen şair, iki kızıyla birlikte Rusya’daki iç savaşın ve açlıktan kırılan Moskova’nın ortasında kaldı. Daha iyi bakılacağı inancıyla devlet bakımevine bıraktığı kızı İrina açlıktan öldü. Ardından aile için sürgün yılları başladı. Önce Berlin’e ardından Prag’a giden aile, 1925’te Paris’e yerleşti. Bu dönemde de büyük bir yoksullukla mücadele eden Marina Tsvetaeva, eşi Sergei Efron’un Sovyet gizli istihbarat teşkilatına çalıştığı suçlamaları sonunda her yerden dışlandı. 1939’da Sovyetler Birliği’ne döndüğünde eve kavuşacağını sanıyordu ama Stalin diktasında devrim karşıtı geçmişleri ve kızıyla eşinin yurtdışı faaliyetleri şüpheli bulundu. Efron idam edilirken, kızı Ariadna (Alya) çalışma kampına gönderildi. II. Dünya Savaşı’nın yıkım yıllarında Moskova boşaltılırken oğluyla birlikte Tataristan’ın Yelebuga şehrine sürülen Tsvetaeva, herhangi bir geçim imkânı bulamamanın ve yalıtılmışlığın çaresizliğiyle 31 Ağustos 1941’de kendini astı. Kaç ömre bedel bir hayatı sonlandırırken kırk sekiz yaşındaydı. Rivayet o ki kendini asmak için kullandığı ip, biricik şair dostu Boris Pasternak’ın, sürgün yolları için bavulunu bağladığı ipti. Oğlu Mur’a (Georgy) bıraktığı notta şöyle diyordu: “Bağışla beni ancak devam etmek her şeyi daha da kötüleştirecek.  Çok hastayım ve bu hâlimle ben ben değilim. Seni deli gibi seviyorum. Daha fazla yaşayamayacağımı anla lütfen. Eğer bir şekilde görürsen babana ve Alya’ya onları son âna kadar sevdiğimi söyle ve kendimi kapana kısılmış hâlde bulduğumu anlat onlara." Yelabuga mezarlığına gömülen Tsvetaeva’nın mezar yeri halen tam olarak bilinmiyor.

Kendisini bu çalkantılı hayatın ve etkileyici lirik sanatın büyüsüne kaptıran ve İngilizce çevirileriyle şairin dünyada tanınmasına katkıda bulunan Odessa doğumlu şair Ilya Kaminsky ise dört yaşında kabakulak geçirerek işitme yetisini yitirmiş, ailesinin siyasi mültecilik talebiyle New York’a gelmiş. Babasının ölümünün ardından İngilizce şiir yazmaya başlamış. Bir söyleşide bu dil tercihinin nedenini şöyle açıklıyor: “İngilizce yazmayı seçtim çünkü ailemde ya da arkadaş çevremde kimse bu dili bilmiyor. Konuştuğum hiç kimse yazdığımı okuyamazdı. Ben kendim de dili bilmiyordum. Paralel bir gerçeklik, inanılmaz güzellikte bir özgürlüktü. Halen de öyle.”

Kaminsky diğer Tsvetaeva çevirilerinde şairin Rusçada yarattığı müziği İngilizceye taşımak gibi beyhude bir çabaya girildiğini belirterek, kendi yaklaşımlarını şöyle özetlemiş: “Jean Valentine ve ben daha iyisini yaptığımız iddiasında değiliz. Aslına bakarsanız Tsvetaeva’yı çevirdiğimizi bile iddia etmiyoruz. Biz sadece üçüncü bir şaire âşık olan ve iki yılını birlikte onun şiirlerini okuyarak geçiren iki şairiz. Bunlarsa parçacıklar, sayfa kenarına karalanmış notlar. (Yazdığınız her şeyi silin der Mandelstam ama sayfa kenarındaki notları bırakın.)” 

Tsvetaeva da Kaminsky de hayatı öpmüş insanlar benim nezdimde. Söylediklerini ve eylediklerini sahici kılan da bu sönmeyen tutkuları. İyi ki tanımışım onları. Birlikte yolculuk etmişiz. Öpüşerek vedalaşmışız. Ne de olsa günün ve hayatın sonunda nasıl öptüğün ve nasıl öpüldüğün kayıtlara geçiyor hafızanda. Gerçek ve mecazi anlamıyla.