“Maksat seçmen kaçmasın abi!”

Bence Türkiye, “Bunlar iktidara gelirse camileri ahır yapacaklar… Türkçe ezan okutacaklar… İmam hatipleri kapatacaklar” dönemini aştı.

CAFER SOLGUN

01.04.2022

Perinçek destekli AKP-MHP koalisyonu seçmen ve kamuoyu desteğini hızla yitiriyor. Bu artık deyim yerindeyse, “görünen köy.” 20 yıllık bir iktidar sürecinin ardından ülkeyi kötü yönettiklerini görüyor insanlar ve en “yandaş” olanlar dahi bu iktidarı savunmakta giderek daha fazla zorlanıyorlar. Nasıl zorlanmasınlar ki, memleketin temel demokratikleşme sorunlarını bırakalım çözüme kavuşturmayı demokrasinin kendisini iyiden iyiye tartışılır hale getirdiler… Bazen “Avrupa Birliği perspektifinden vazgeçmiş değiliz” şeklinde açıklamalar yapsalar da AB ile ilişkiler derin dondurucuya kaldırılmış gibi… Dış politikada düğümlenmiş sorunlar var… “6 ay içinde Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılacağız” şehvetiyle bodoslama müdahil oldukları Suriye’deki iç savaşın ekonomik, politik ağırlığı altındalar ve “Hep CeHaPe’nin yüzünden” de diyemiyorlar… Ekonomi ise, malum; günü kurtaran “şükredecek” hale geldi…

Liste daha da uzatılabilir.

Normal şartlarda yıpranan, söyleyecek sözü kalmamış olan, artık topluma, insanlara gelecek adına umut, güven vermeyen bir iktidar yıprandığı ölçüde “ana” olanı başta gelmek üzere muhalefet partileri de yükselişe geçer.

Gelgelelim bizde öyle olmuyor. 20 yıldır iktidarda olan bir parti, oy yüzdesi 30’lara düşmüş olmasına karşın hâlâ anketlerde birinci parti çıkıyor. Ana muhalefet partisinin oy oranı, bir parça harekete geçmiş görünüyor ama hâlâ 30’lar seviyesinden uzak. İttifak blokları açısından bakıldığında, anket ve araştırmalarda Millet İttifakı, Cumhur İttifakı’ndan bir miktar ileride görünüyor ama “çok net” denilebilecek bir fark da ortaya çıkmış değil.

Bazı anket araştırmalarının sonuçlarına göre yüzde 80’ler oranında “memleketi kötü yönetiyorlar, ekonomiyi batırdılar” diyen bir kamuoyu var oysa.

Bu enteresan tablonun sebebi “sır” değil; muhalefet partileri seçmene arzuladıkları ölçüde güven vermiyorlar.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçmen kitlesinin önemli bir kesiminde CHP’ye yönelik var olan tedirginliği aşma amacıyla başlattığı “helalleşme” çıkışı, bu açıdan önemliydi elbette. Bu kapsamda özellikle mütedeyyin seçmenlere yönelik özeleştirisel çıkışları da oldu; mesela başörtüsü gibi konularda partisinin geçmiş tutumlarını eleştirdi. Kürt sorunuyla nasıl yüzleşeceklerine, Kürtlerle nasıl “helalleşeceklerine”, sorunu nasıl çözeceklerine dair somut hiçbir şey söylememesine rağmen Diyarbakır gezisi de anlamlıydı denilebilir…

Peki Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” yolculuğuna partisi, parti örgütleri ne denli sahip çıkıyor? Gerçek bir “helalleşme” ve daha yerinde bir deyişle “yüzleşme” ne denli içselleştirilmiş, benimsenmiş?

Bu soruya gönül rahatlığıyla olumlu yanıt verme imkanı yok. Daha önce bir yazımda da dikkat çekmiştim; CHP’nin “kemik” tabanında, “Ne helalleşmesi? Hesap soracağız!” diyenler çok. (Yazı burada.)

Böyle düşünenler Kılıçdaroğlu’nun “taktik” yaptığına inanarak kendilerini ikna ediyorlar. Bunun bir başka versiyonu da, “maksat seçmen kaçmasın” sözlerinde ifadesini buluyor.

Bu sözü son bir haftada CHP’nin çelişkili bazı tutumları üzerine sohbet ettiğim CHP’ye gönül vermiş bir arkadaşımdan duydum.

6 muhalefet partisinin 28 Şubat’ta yayınladığı deklarasyonda HDP’li belediyelere kayyum atanması eleştirilmişti… Ancak Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi (YBYK) 42. Genel Kurul Toplantısında CHP’li üyeler AKP ve MHP’li üyelerle kayyum politikasını savunan bir tutum takındılar.

Neden?

“Maksat seçmen kaçmasın.” Nasıl yani diye sorduğunda, cevap, “Şimdi kayyumları eleştirsek bu sefer ‘Biz demedik mi bunlar terörle kol kola’ diyecekler.”

Hangi ihtiyaçtandır bilmediğimiz Diyanet Akademisi kurulmasına ilişkin tasarıya neden destek verildiğini sorduğunuzda da cevap aynı; “Maksat seçmen kaçmasın abi! Bunlar Diyanet’e karşı, zaten iktidara gelirlerse imam hatip okullarını kapatacaklar derler sonra.”

(Enteresan olan TBMM Genel Kurulu’nda iktidar-muhalefet işbirliğiyle kabul edilen yasa tasarısına HDP’li vekillerin de “çekimser” kalmasıydı.)

Bence Türkiye, “Bunlar iktidara gelirse camileri ahır yapacaklar… Türkçe ezan okutacaklar… İmam hatipleri kapatacaklar” şeklinde algı operasyonları yapılan dönemi aştı. AKP kurmayları bile artık bu tür konuşmalar yapmaktan vazgeçtiler. Mümkündür ki hâlâ samimi veya samimiyetsiz bu tür endişeler taşıyan insanlar vardır ama Türkiye toplumu bu tür gerçeklere gözlerini, kulaklarını kapamış fanatik tiplerden ibaret değil herhalde.

Muhalefetin seçmen nezdinde güven ve itibar kazanması, ilkeli ve tutarlı olmasıyla mümkün.

Bazı seçmenlerin gözüne gireceğim, gönlünü alacağım diye ilkesiz, tutarsız tutumlar sergilemek, arzu ettikleri güven çıtasını yükseltmiyor.
Örnek verdiğim CHP’li profilinin bir de aksi versiyonu var elbette; “Ağızlarıyla kuş tutsalar oy vermem” diyen…

Ama bir de soran, sorgulayan, ilkeli, tutarlı bir siyaset ve siyasetçi özlemi duyan insanlar var. Toplumun kutuplaşmış olmasından rahatsızlık duyanlar var.

Bence sorun şudur: Memleketi yönetmek iddiasında olanların asıl “gözüne girmesi” gereken seçmenler, tarafların “fanatik” kesimleri mi olmalıdır, yoksa sağduyu sahibi seçmenler mi?

Siyasetin “dün dündür bugün bugündür” kafasıyla yürütüldüğü bir ülkede ilkeli, tutarlı siyaset beklentisi içinde olmak, biraz abartılı değil mi diye soran olursa eğer, doğrusu, cevap vermek için hayli düşünmem gerek…

—-
Görsel: Gordon Johnson (Pixabay)