Yeni Yaşanmışlık
Asıl hatırlamak istediklerimiz için yer açmışız. Çok sevmişiz hatalarımızı. Hem hayattakileri hem hafızadakileri…
07.04.2022
Hafızanın oyunları, çocukluğun sokak aralarındaki koşturmacalarıyla yarışır. Hangi köşeden neyin, kimin çıkacağını, sana neler yaşatacağını bilemezsin. Tuhaf bir şekilde hatırlamanın sadece yaşanmış olanı yeniden gözünün önüne getirmekten ibaret olmadığını anlarsın. Hatırlamak eskiye değil yeniye dairmiş meğer. İz bırakan bir ânı yeniden ve başka şekilde yaşamakmış.
Hatırlamak, yaşamaktan daha şaşırtıcı hem. Halihazırda olmuş bitmiş bir şeyin her seferinde nasıl bu kadar değişik bir bağlamda karşımıza çıkabildiğini anlamak akıl alır iş değil. Mesele sadece olan biteni tam da olmuş bitmiş haliyle hakikaten film şeridi gibi başa sararak görmekten ibaret olsaydı, hep aynı sahneyle karşılaşmanın o tekdüze rahatlığında akardı hatırlamak denen deneyim. Oysa öyle olmuyor, her seferinde sil baştan başka bir ayrıntısı, vurgusu, farklı bir çerçevesiyle şaşırtıyor bizi anılar. Tam neye ihtiyacımız varsa, hatta tam ne gibi bir şeyden kaçınmışsak, onu adı ve ta kendisi oluyor. Bir yandan yaşanmışlık diyoruz. Ne de olsa geçmişten çağırılmış. Öte yandan alabildiğine beklenmedik. Yeni yaşanmışlık diyorum o yüzden anılara.
Hafıza oyunlarının en ürperticilerinden biri déjà vu (Fransızca telaffuzuyla “deja vü”) olsa gerek. Fransızca kelime anlamıyla daha önceden görmüş olmak anlamına gelen kavram, evrensel geçerliliğe sahip pek çok ifade gibi diller üstü bir konuma yerleşmiş durumda. Ânı daha önceden yaşamış olma hissi şeklinde tanımlanabilecek olan kavram, başa geldiğinde hayli sarsıcı bir deneyim.
Hepimiz için de bir yerlerden tanıdık. Hani ilk kez gittiğimiz bir yer saniyeler içerisinde tanıdık gelir. Ya da yeni tanıştığımız bir insan ona çok eskilerden aşina olduğumuzu hissettirecek bir şey yapar. Ya da belli bir anda birisine söylediğimiz bir şeyi tam da o şekliyle şu an hatırlayamadığımız belirsiz bir geçmiş zamanda yaşanmış hissederiz. Biraz rüyada olmaya benzer bu his. Nitekim bir açıklamaya göre, rüyalarda oluşan silik anılar, gerçek hayatta benzerleriyle karşılaşmamız halinde sahte anılar yaratabiliyormuş. Her halükârda sürekli denetim ve otomatik pilottan yürütülebilecek denli bir rutin üzerine kurulu günlük düzenimiz sarsılır. Tam anlamıyla ne olduğunu, neden böyle olduğunu açıklayamadığımız için de korkarız.
Bilimin elbette açıklamaları var. Bu durumun beynin, yorgunluk ya da başka bir nedenle bir görüntüyü, sesi ya da başka bir girdiyi, giriş ânı sırasında algılayamamasından kaynaklanabileceği düşünülüyor. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi bu olayı daha önce yaşadığı hissine kapılabiliyor. Her saniye üzerimize sağanak hâlinde gösterge, imge, bilgi yağan modern çağda, bir şeylerin daha önceden yaşanmış olma yanılsaması uyandırmasından daha doğal bir şey olmasa gerek.
Bir diğer açıklama beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasının da deja vu hissine neden olabileceği yönünde. Bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf bu olayın daha önce yaşanmış olduğu yanılsamasına kapılabiliyor. Yoğun miktarda alkol içilen bir gecenin sabahında nam-ı diğer akşamdan kalmayken gerçekleşme ihtimali de daha yüksek.
***
İlk kez 1928’de Edward Titchener'ın tanımladığı hâliyle beyin, bir deneyime yönelik olarak tam bir algı üretmeden önce, kısmi bir algı yaratıyor. İşte bu kısmi algı da daha önce deneyimlenmiş bir olay olduğu hissine yol açıyor. Öte yandan deja vu’nün bazı hastalıklarla ilişkisi olduğu da düşünülüyor. Tarih boyunca deja vu, tam boyutu ortaya konmasa da şizofreni, anksiyete ve kişilik bozukluklarıyla ilişkilendirildi. Ancak aşırı nöral elektrik boşalmasına yol açan epileptik nöbetler doğuran yan lop epilepsisi isimli bir hastalıkla, doğrudan ilişkisi olduğu keşfedildi.
Böyle bir şey hiç olmadı, hatırlamıyorum
Deja vu deneyiminin karşı kutbunda yine Fransızcadan dünyaya armağan başka bir hafıza deneyimi var. “Asla görülmemiş” anlamına gelen jamais vu (Fransızca telaffuzuyla “jame vü”), daha önce yaşanmış bir şey karşısında sanki ilk kez karşılaşıyormuşuz, bildiğimiz, gördüğümüz bir şeyi ya da kimseyi hiç görmemişiz gibi hissetmemize verilen isim. Jamais vu sırasında insanlar, tanıdığı bir çevrede yabancılık çekebiliyor. Bu bellek yanılsamasında kişi kendini anlık olarak daha önce bulunduğu mekânlarda hiç bulunmamış, daha önce konuştuğu insanlarla hiç konuşmamış gibi hissedebiliyor. Genellikle amnezinin belli tiplerinde, belli dil bozukluklarında, bilinç kayıplarında ve epilepsi durumunda gözleniyor.
Bellek hatalarına ilişkin bir diğer durum ise psikolojide konfabulasyon olarak anılıyor. Bellek boşluğu sonucunda, bilinçte herhangi bir etkilenme olmaksızın, istemsiz olarak ortaya çıkan masal anlatma, gerçek dışı bilgiler uydurma durumuna verilen isim bu. Kişi kendisi ya da dünya hakkında uydurma ya da yanlış anılar üretiyor.
Kandırma niyeti olmadığından ve kişi, bahsi geçen bilginin yanlış olduğunu bilmediğinden konfabulasyon yalan söylemekten ayrılıyor. Bilinen konfabulasyon vakalarının çoğu, anevrizma, Alzheimer hastalığı ya da alkolizmin neden olduğu tiamin eksikliğinin yaygın bir tezahürü olan Wernicke-Korsakoff sendromu gibi beyin hasarı veya demanslarına bağlı.
Araştırmalar, konfabulasyonun uzun süreli hafızadan bilgi alımını denetleyen bilişsel süreçlerin işlev bozukluğu ile ilişkili olduğunu göstermiş. Bazıları, konfabulasyonların bellek yitimi yaşayan insanlarda tutarlı bir benlik kavramını korumaya yardımcı olmak gibi duygusal ve benliğe hizmet eden bir rolü olduğunu savunuyor. Bellek yitimi yaşayan insanlar boşlukları doldurmak için tutarsız ya da gerçekliği olmayan anıları üretmeye ihtiyaç duyabiliyor. Şizofreni hastalarında kuruntulara bağlı olarak ortaya çıkan konfabulasyon, fantastik ve sanrısal özellikler gösteriyor. Bu örnekte konfabulasyon herhangi bir hafıza eksikliği ile ilişkili görülmezken genellikle yeni bilgilerin oluşumunu içermiyor ve hasta geçmiş bir olayın ayrıntılarını yeniden oluşturmaya odaklanıyor.
Bellek hataları
Hafızanın oyunları bitmez. Bazen yaşadığımız şeyi değil yaşandığı zamanı değiştiririz farkında olmadan. Ya da hayali bir olayın gerçekten yaşanmış olduğunu, bir yerlerden duyduğumuz, okuduğumuz bir olayı arkadaşımızın bize anlattığını sanabiliriz.
Yanılsama dediğin aslında neyin hatırlanacağı ya da neyin unutulacağına dair gayriihtiyari verilmiş milisaniyelik kararlara dayanıyor sanki. Ya duyguların tetiklediği hâliyle aldığımız o içgüdüsel hatırlama-unutma kararlarına ne demeli?.. Düşünün, sabahın ilk ışıklarıyla bir şehrin kapısındasınız. Günümüz koşullarında düşündüğümüzde, şöyle hayal edin: Havaalanından çıkmış, otobüsten ya da trenden inmişsiniz. İstasyondan şehrin merkezine doğru ilerlerken yoldan akıveren görüntülerle birlikte içinizde bir kıpırtı hissediyorsunuz. Rüzgârla gelen bir ferahlık, tanıdık bir koku var. Ufuk çizgisindeki renkler, kepenkleri açılan dükkânlar, meydanda tasasızca koşturan çocuklar, dondurmasını yiyen yaşlı bir kadın, öpüşen bir çift, çöp tenekesini tekmeleyen bir adam, vitrine dalgın gözlerle bakan bir kadın… bir şeyler, birileri size bir yerlerden tanıdık. Bildiğinizi unuttuğunuz kadar zaman önceden kalma bir yer sanki burası. Eski-yeni. Bir kez daha keşfedilmeye açılan bir bilindiklik.
Ya da karşınıza geçip size yaşadıklarınızı anlatan birilerinin yüzüne boş boş bakıyorsunuz. “Nasıl hatırlamazsın” çığlıkları abartılı tınlıyor. Hatırlanacak bir şey yok, olmadı böyle bir şey. Yaşandı diye anlatılan şey, sahiplenemeyeceğiniz kadar uzak, bağlantı kuramayacağınız kadar yabancı. Bir başkasının anısı.
Ya da kendi masallarımız var. Bütün yalanlardan daha gerçek onlar. Güç, ilham ve şifa veren hikâyelerimiz. Bu açıdan bakıldığında bellek hataları belki de hayatı düzeltmeye yarıyor. İçimizde bizi bizden iyi bilen biri var sanki. Esası unutturmayan bir ruh. Kalbi ve zihni dengeleyen mihenk taşı. Yaşanmışlıkları yeniden düzenlerken, olacakları da hayrımıza kılan bir iç kaynak.
Yunan mitolojisinde şu yeraltı dünyasında akan Lethe nehrinin ucunda durmuşuz sanki. Hani nehrin suyundan içen gölgeler (ölülerin ruhları) dünyadaki geçmiş fâni hayatlarına dair her şeyi unuturlarmış ya, o nehirde akıp giden anılara bakıyoruz. Bir yerlerden aşina ama aidiyet kuramayacağımız kadar uzak. Bir sebeple unutmayı seçmişiz. Alınan dersler sonrası salıvermişiz belki onları. Asıl hatırlamak istediklerimiz için yer açmışız. Hayatımızı istediğimiz gibi yaşamak için yaşadıklarımızı da ihtiyaç duyduğumuz gibi anlatmışız. Çok sevmişiz hatalarımızı. Hem hayattakileri hem hafızadakileri. Başka türlü biz nasıl biz olurduk ki…