Yemesek de olur. Ver mehteri!

Bir toplumu “toplum” yapan asgari değerlerin, ortak paydaların dejenerasyonuna tanık oluyoruz, yaşıyoruz…

CAFER SOLGUN

22.04.2022

 
Memlekette artık gizlenemez boyutlarda yaşanan bir ekonomik kriz var… Enflasyon, hayat pahalılığı, her gün hemen her şeye gelen zamlar, emlak sektöründe enflasyon oranlarını ikiye, üçe katlayan fahiş fiyatlar herkesi kara kara düşündürüyor…
 
Sadece dar gelirli vatandaşlar da değil; artık “patronlar”, sosyal hiyerarşideki statüleri yukarılarda olanlar, düne kadar insanların geçim sıkıntısı sorunlarına burun kıvıranlar, “ekmek yoksa simit yesinler, olmadı pasta yesinler” diyenler de ekonomik krizin ayrımına varmaya, etkilerini hissetmeye ve “ne oluyoruz?” diye düşünmeye başladılar…
 
TÜİK’in 2021 verilerine göre işsizlik oranı yüzde 11,2 ve bu yaklaşık 4 milyon kişinin işsiz olması demek. Bu oranın gerçek işsizlik rakamlarını yansıtmadığı eleştirileri bir yana, 4 milyon yetişkin vatandaşın “işsiz” olması, aileleri ile birlikte düşünüldüğünde milyonlarca insanın sefalet şartlarında yaşam mücadelesi vermesi anlamına geliyor.
 
4.250 TL olarak belirlenen asgari ücret, ilan edilmesinin üzerinden bir ay geçmeden eridi. SGK verilerine göre ülkede çalışanların yüzde 42’si asgari ücretli. Asgari ücretin altında ücret alan, herhangi bir sosyal güvencesi olmadan çalışan milyonlarca insanın varlığı da göz önüne alındığında, yoksulluk, Türkiye toplumunun sosyo-ekonomik durumunu özetleyen bir gerçeklik oluyor.
 
Nitekim Türk-İş'in mart ayı “Açlık ve Yoksulluk Sınırı” araştırmasına göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2022 Mart ayında 4 bin 928 TL, yoksulluk sınırı ise aynı dönem için 16 bin 52 TL olarak hesaplandı. Bilindiği üzere açlık sınırı yetişkin bir insanın zaruri ve minimum ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelir miktarı, yoksulluk sınırı ise standart, mütevazı bir yaşam sürebilmenin asgari gelir düzeyini ifade ediyor.
 
Bu yoksulluk tablosu “derin yoksulluk” olarak nitelendiriliyor. Bu alanda araştırmalarıyla tanınan Hacer Foggo, Türkiye’nin yoksulluktan açlıkla mücadele seviyesine geçtiğini söylüyor ve bu nedenle çocuklarda gelişim bozuklukları görüldüğüne ve bir neslin “kaybolma” riskiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor.
 
Açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, sefaletin, ekonomik krizin olduğu yerde, neredeyse matematiksel bir kesinlik gibidir, hırsızlık başta olmak üzere adli suçlar artar. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü verilerine göre, 271 bin kapasiteli 384 ceza infaz kurumunda geçtiğimiz Mart ayı itibarıyla 275 bin 965’i hükümlü, 38 bin 537’si tutuklu olmak üzere toplam 314 bin mahpus var. Bunların 300 bin 253’ü erkek, 12 bin 173’ü kadın, 2 bin 76’sı ise çocuk.
 
2020 TÜİK verilerine göre işlenen suç türlerinde ilk beş sıra yüzde 15,7 yaralama, yüzde 15,2 hırsızlık, yüzde 5,9 trafik suçları, yüzde 5,3 icra ve iflas davaları, yüzde 4,7 ise uyuşturucu suçları. Bu beş suçtan hüküm alanların sayısı toplam hüküm alanların yaklaşık yarısını (yüzde 46,8) oluşturuyor. Hukukçular hırsızlık olaylarında “patlama” yaşandığını söylüyorlar…
 
Bu tablo aynı zamanda bir sosyal ve ahlaki çöküntü tablosu. Bir toplumu “toplum” yapan asgari değer yargılarının, ortak paydaların ciddi biçimde dejenerasyona uğradığına tanık oluyoruz, bunu yaşıyoruz…
 
Geçtiğimiz Ocak ayında Uluslararası Şeffaflık Örgütü 2021 Yolsuzluk Algı Endeksi raporunu açıkladı. Rapora göre Türkiye 180 ülke arasında 2012’den bu yana 42 basamak gerileyerek 96. sırada yer aldı. Türkiye ile aynı puanı paylaşan ülkeler; Arjantin, Brezilya, Endonezya, Sırbistan ve Sahra-Altı Afrika’da küçük bir krallık olan Lesoto oldu.
 
Raporda “düşündürücü” tespit ve değerlendirmeler de var. Örneğin, “Batı Balkanlar ve Türkiye’de yetkinin otokrat liderlerde toplanması yargının bağımsızlığını baltalarken bu durum, kişisel menfaat gruplarının daha zengin ve güçlü olmasını sağlayan sistemin devam etmesine katkı sağlıyor” denildi. Uluslararası Şeffaflık Örgütü Başkanı Delia Ferreira Rubio’ya göre sorunun demokrasi ve insan hakları ile de yakından ilgisi var: “Otoriter yaklaşımlar, kuvvetler ayrılığı ilkesini yok ederek yolsuzlukla mücadele çabalarını bir elitin kaprislerine bağımlı hale getirir. Yolsuzluktan arınmış bir topluma giden tek sürdürülebilir yol, insanların özgürce konuşabilmelerini ve iktidara hesap sorabilmelerini sağlamak.”
 
Gayet aktif bir tarafsızlık diplomasisi yürüttüğümüz Rusya’nın başlattığı Ukrayna savaşı konusu var bir de. “Uzmanlar” bu diplomasiyi öve öve bitiremiyorlar. Ama başka uzmanlar da bu durumun yakın zamanda “aman bizden uzak olsun” demekle kaçınılamayacak ekonomik ve siyasi sonuçları olacağını söylüyorlar.
 
***
 
Hayallah yani… Sırası mı bunları konuşmanın? Ülke olarak her zamankinden daha fazla birlik-beraberlik ve millî şuur ruhuyla sımsıkı kenetlenmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz oysa, değil mi? Ne bunları konuşmanın ne de muhalefet etmenin zamanı… Devletin bekası söz konusuysa eğer, her şey teferruattır. Hem Saray iktidarının fikrî lideri Devlet Bahçeli demedi mi, “Vatan olmadıktan sonra az yesek ne olur, çok yesek neye yarar?”
 
Hatta yemesek de olur. Bir uçağın sortisi, attığı bomba, sarf edilen mühimmat kaç para, haberiniz var mı? Maksat vatan, millet, devlet, kartal, pençe…
 
Ver mehteri!