Atın önüne et, itin önüne ot dünyası

Bu dünya, kaba tarihleme ile Spartakus’tan bu yana “atın önüne et, itin önüne ot” dünyası.

İLHAMİ ALGÖR

14.05.2022

Mayıs ayı Türkiye siyasi gündeliği hareketli başladı. Haber siteleri ve Twitter üzerinden olup bitenleri takip etmeye çalıştım. Sosyal medyada şöyle bir şey okudum: “Dolar 7 lira iken, ‘bu gidişle dolar 10 lira olur’ dedikleri için haklarında dava açılan 38 kişi, dolar 15 liraya yaklaşırken beraat etti.”
 
Gülesim geliyor ama bir şey beni tutuyor, gülemiyorum. Bir zamanlar Türkiye televizyonlarında Alacakaranlık Kuşağı (Twilight Zone) adlı bir dizi yayınlanırdı. Sert gerilim hikâyeleri içeren bir diziydi. Bölüm sonları izleyiciyi ters köşeye yatırırdı.
 
Türkiye bu gibi hikâyelerin anavatanı bence. Acaba, Unesco’ya başvursak, “elimizde kendinden gerilimli, aynı anda trajik ve komik olabilen, alacakaranlık kuşağı hikâyelerimiz var” desek, mesela şu yukarıdaki örneği bir dosya şeklinde sunsak:
 
İşinde gücünde sade bir vatandaş, doların hareketliliğini takip ediyor, duruma bakıp bir tahminde bulunuyor, tahminini sosyal medyadan paylaşıyor.
 
Maaşlı bir devlet memuru, bir iletişim polisi. Sosyal medyada dolar üzerine tahminde bulunanları gözetleme ve takip emri almış. Emir yazılı mı gelmiş, şifahi mi? Sade vatandaş’ın dolara dair yorumunu görüyor, “ilgili” birime bildiriyor. Görevli memurlar, yazışmalar vs., koca bir mekanizma çalışıyor. Vatandaş’a dava açılıyor, mahkeme celbi geliyor. Sade vatandaş mahkeme sürecinde bir bakıyor ki, benzer nedenle hakkında dava açılmış 37 kişi daha var. Davalılardan biri cebinde Kafka kitabı taşıyor…
Böyle bir dosya ile Unesco Dünya Mirası Listesi’ne başvursak bizi listeye alırlar mı?
 
Veya bir gazeteci, Bay ….., çoluk çocuk sahibi biri. Okuyucusu artmayan ve artmayacağı kesin olan Ermenice bir gazete çıkarıyor. Türkiye’de çıkarıyor. Niye? Bu nafile eylemin motivasyonu nedir? Sisifos cezası mı bu? Mitolojik bir durum, yeryüzünde devam mı etmektedir?
 
Unesco Dosyası’nı taslak olarak hazırladım bir kenara bıraktım. Haber okumaya devam ettim. İçim karardı. Özellikle Twitter’da sert, yorucu bir akışa düştüm, ağır depresif etkiye maruz kaldım. Kaçtım sosyal medyadan.
 
Oysa ben vaktiyle, Sana Gül Bahçesi Vadetmedim (*) adlı kitabı okumuş biriyim. Bu kitabı okuyan biri, depresif durumlar ile baş edebilme donanımı kazanır. Ayrıca, işler kötü gidince “nasıl oluyor da oluyor” diye şaşıran biri değilim. İşlerin iyi gitmesi şaşırtır beni. Mesela pazara gidiyorsun, dere otu – maydonoz – yeşil soğan – kıvırcık alıyorsun. Çıkarıp 20 lira veriyorsun, verdiğin paranın yarısı para üstü olarak sana dönüyor. Mucize bu. Ve paraüstü ile avokado veya çörekotlu peynir alıyorsun. Mucize’den de öte bir durum.
 
Veya genç, yetişkin bir kızınız var. Sizinle yaşıyor veya sizi ziyarete gelmiş. Gece arkadaşları ile çıkmış, bir açık hava festivali varmış. Uykunuz kaçmıyor, acaba sağ salim dönebilecek mi diye, çünkü işler iyi gidiyor. Allahım amin.
 
Fakat işler iyiye gitmez. Karamsar biri değilim. Yeryüzü gerçekliğine dair algım, tespitim bu. İşlerin iyi gitmesi için görünürde sebep yok. Yeryüzü gayrı adil, gücü elinde tutanların kafasına eseni yaptığı bir gezegen. Bu dünya, kaba tarihleme ile Spartakus’tan bu yana “atın önüne et, itin önüne ot” dünyası.
 
At’lı, it’li cümleyi, Zekiye Hanım’dan aldım. Anneannem. Erzincan’da Ermeniler arasında büyümüş. Ruslar Erzincan’a girdiğinde genç kız imiş. Ermeni arkadaşları Zekiye Hanım’ı Rus atlı candarmasından saklamışlar. Ermeni giysileri giydirip damdan dama aşırmışlar. İhbar olmuş belli ki. İhbarcılık, yeryüzünün en eski küçük kafalılık huylarından biri. Twitter’da devam ediyor. Küçük kafalılık bir aşağılama değil. Bu gezegenin doğallıklarından biri.

 

İşler nasıl gidecek hocam?
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Ekonomi Profesörü Daron Acemoğlu, Project Syndicate için bir yazı kaleme almış, koronavirüs sonrası devletlerin hangi yönlere gidebileceğini dört farklı senaryoyla incelemiş. Haber siteleri yazının çevirisini paylaştılar. Çevirmene teşekkür ederim.
 
4 senaryonun “Birincisi, ‘her zamanki gibi trajik olan’. Yani Karl Marx’ın anlatımıyla ‘işlemeyen mevcut dengelerin tekrar edişi’. (…) Eğer liderlerimiz ortadaki sorunların ciddiyetini anlamazlarsa ve biz onlardan gerekli reformları talep etmek için kendimizi örgütlemezsek, bu senaryonun gerçekleşmesi olası. (…) Öyle ya da böyle, demokratik siyasetin dikişleri kopmaya başlar ve muhtemelen bu boşluğu doldurmak için ortaya popülist milliyetçilikten daha kötü bir şey çıkar.”
 
“İkinci olası yol ise, şu an içinde olduğumuz ‘Hobbesçu’ durum için gittikçe artan bir olasılık olan ‘Çinlik/Çinleşmek’. 1642 ve 1651 yılları arasındaki İngiliz İç Savaşı’nın ortasında düşüncelerini kaleme alana Thomas Hobbes, herhangi bir insan topluluğunun bireyleri güvende tutmak için güçlü bir devlete ihtiyaç duyduğuna inanıyordu. (…) Üst düzey koordinasyona ve liderliğe ihtiyaç duyulan derin belirsizlik dönemlerinde, birçok insanın içgüdüsü Hobbesçu çözümleri işaret eder.”
“Üçüncü yörünge/yol/senaryo ise, teknoloji hâkimiyetine veya ‘dijital köleliğe’ yol açar.”
 
Son senaryo: Yeni ve daha iyi bir refah devleti mümkündür.
“Ancak bunun kendi başına ve kolayca ortaya çıkacağına inanmak naifliktir. Demokrasiyi ve hesap verebilirliği güçlendirmeye yönelik çabalar, devletin sorumluluklarının genişletilmesi ile birlikte ele alınmalıdır. Doğru dengeyi bulmak en iyi zamanlarda bile zor olur. 
Benzersiz bir kutuplaşmanın yaşandığı, demokratik normların çöktüğü ve kurumsal kapasitenin bozulduğu bir zaman diliminde, yenilenmiş ve tekrar düzenlenmiş bir refah devleti kurmak oldukça zor bir görev. Ancak tıpkı İkinci Dünya Savaşı kuşağı gibi, denemekten başka şansımız yok.”
 
Daron Hoca’nın son cümlesi bende “5 . günün şafağında doğuya bakın” etkisi yaptı. Yüzüklerin Efendisi dizisinin son bölümünde, bütün ümitlerin bağlandığı ânı işaret eden, ipek eşarp şıklığında bir cümle. “Ölme eşeğim ölme” de diyebiliriz. Daron Hoca’yı eleştirmek haddim değil. Boyum yetmez.
 
Saygı sevgi ile
 
***
(*) Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, Joanne Greenberg'in 1964 tarihli yarı otobiyografik romanıdır. Hannah Green takma adıyla yazılan kitap 1977'de aynı adla bir filme ve 2004'te aynı adla bir oyuna temel oldu.
 
—–
Kapak Görseli: PublicDomainPictures (Pixabay)