Zabel Yesayan: Bir Ermeni Kadın
O kadar günümüze ışık tutuyor ki Zabel, bugün cezaevinde yatan gazeteciler gözlerimin önüne geldi.

16.05.2022
Anam bacım, bugün sizlerle paylaşacağım konu yine bir tiyatro oyunu. Yazar ve bir çok ülkeden sürgün edilmiş Ermeni bir kadının hayatı. Konumuza gelmeden önce çocukluğuma ve bizim köyümüze gitmek istiyorum. Köye gitmemdeki neden şu, benim doğduğum köy aslında Ermeni köyüydü. Çünkü dağında, taşında eski mezarlarında bütün evlerin girişlerinde, kapılarda haç (xaçe fılla) vardı. Bize büyükler “bunlar Ermeni haçıdır” derlerdi. Ermenileri öyle anlatıyorlardır ki yaratık gibi düşünüyorduk biz onları, konuşuyor ama insan değillermiş gibi. Gözümde canlandırmaya çalıyordum ama hiçbir şeye benzetemiyordum anlatılanları, çünkü hepsi kötüydü. Canavarlardı Ermeniler!
Ama o çocuk aklımla “peki ama nereye gitti bu canavarlar, bu köy onlara ait” diyordum hep. Köyümüz Aras Nehri’ne ve Arpa Çayı’na da yakın, karşı tarafın Ermenistan olduğunu biliyorduk. Saatlerce bakardım bir tane Ermeni görebilmek için. Aslında askerleri görüyordum; bizim askerimiz sanıyordum meğerse Ermeni askeriymiş o askerler. Çünkü insana benziyorlardı ve benim için bir Ermenin insana benzemesi mümkün değildi.
Derken köye elektrik ve televizyon geldi. Sovyetler Birliği’ne çok yakın olduğumuz için bütün Sovyetlerdeki ülkelerin kanallarını çekiyordu. Bir gün televizyon izliyorduk. Amcam “bu kanal Ermeni kanalı” dedi. Ekranda da folklor ekibi halk oyunları oynuyordu. Giyim, kuşam, müzik, halay tıpkı bizimki gibiydi ve Ermeniler insanmış meğer. Şaşırdım mı yoksa travma mı geçirdim, bilmiyorum. Sadece çok öfkelendiğimi hatırlıyorum. Çünkü bize o kadar çok benziyorlardı ki kendi kendime, o çocuk aklımda, “Acaba onlar mı biziz yoksa biz mi onlarız? Bizi Allah yarattıysa onları kim yarattı?” gibi sorularla kafam allak bullak olmuştu. Büyüdükçe, aslında buraların çoğunun Ermenilerin olduğunu ve savaş döneminde burayı bizim fethettiğimizi öğrettiler bize. Yani bütün yollar Ermenilere doğru gidiyordu.
Gelelim oyunumuza: Zabel.
1878-1943 Üsküdar doğumlu, ölüm yeri meçhul. Yazar, mücadeleperest, sürgün… İstanbul’dan Fransa’ya, oradan da Sovyetlere uzanan yolculuğu bir hapishane hücresinde son buluyor. Çocukluğunu, gençliğini, mücadele yıllarını ve sürgün yaşamını hatırlıyor. Hücrenin karanlığına inat, hatıraları zihninde renklendiriyor. “Osmanlı’nın son döneminde yaşamış olan bir kadın yazar Zabel Yesayan.” Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu da Zabel’i sahneye taşımış. Yazar Aysel Yıldırım ve Duygu Dalyanoğlu, ikisi de oyunda oynuyorlar zaten. O direngen kadını bazen hücrede görüyoruz sahnede, dimdik duruşuyla bazen de geriye gidiyorlar sahnede. Zabel’in çocukluğunu görüyoruz. Hatta doğumunu bile görüyoruz. Eyesini (Nenesini) görüyoruz. Tekrardan Zabel’in karanlık hücrede sorgu sual edenlere verdiği esprili cevapları ve dik duruşuna temaşa ediyoruz. Tabii ki Aysel’in muhteşem performansı eşliğinde.
Oyunu izlerken acaba Zabel bizim köyden sürgün edilenlerden olmasın, dedeleri ve neneleri, diye düşündüm. Çünkü Zabel çok bizden biriydi. Önce Osmanlı’dan sürgün edilip Fransa’ya, oradan da soluğu Sovyetler’de almış. Yazdığı yazılar yüzünden Stalin’in acımasız zulmüne maruz kalmış ve Sovyet askerlerinin eline düşmüş kapkaranlık bir hücrede… O kadar günümüze ışık tutuyor ki Zabel, bugün cezaevinde yatan gazeteciler gözlerimin önüne geldi.
Sahne üzerindeki oyuncuların performansı ayrı bir güzellik. Geri dönüşlerde karikatürize edilmiş sahneler var. İnanılmaz bir tiyatro oyunu izliyorsunuz. Zaten birçok ödül almış oyun ve oyuncular. Bence sonuna kadar hak etmişler. Oyundan sonra tekrar köye gittim. Köyümüzün eski adı “Görhane” yani anlamı “mezarhane”. Acaba kimin mezarlarını koymuşlar buraya, diye düşündüm. Köyün ortalarında bir yerlerde rastgele taşlar vardı. Kürtçe bunlara “gorde fıla” (Ermeni mezarlığı) denirdi, bir de köyün girişinde benzer bir mezarlık vardı. Bir gün kalktık sabahleyin ne görelim; o taşların çoğu çıkarılmış yerinden ve mezarlar kazınmış. Acaba dedim kendi kendime “kemikleri mi aradılar, yoksa altın mı aradılar?” ama kemik aramadıkları çok aşikârdı. Kemiklerin hepsi mezarların içinde duruyordu, altın da bulamamışlardır. O kemikler günlerce öyle durdu.
Tıpkı Zabel’in meçhul ölümü gibi o kemikler de kayıplara karışmıştı. Kafamda delice sorular… Acaba Zabel kimdi, gerçekten Üsküdarlı mıydı, yoksa Görhaneli miydi? Muhalif yazarların kaderi mi, acaba böyle olmak? Hiç fark etmiyor iktidar biçimleri. Bir yerde iktidar ve düzen olduğu müddetçe, hele o düzenleri erkekler ve heteroseksüeller yönettiği müddetçe, muhalif olanların kaderi değişmeyecek hiçbir zaman. Sözümona Sovyetler Birliği sosyalist bir düzendi ama Zabel’i karanlık hücrelerinde yok ettiler. Tıpkı bütün düzenler gibi. Hatta diyorum ki “insanoğlu” oğlak ve kuzuyu severek yediği müddetçe ne eşitlik olur dünyada ne kadın cinayetlerinin sonu gelir, ne de LBTİ’lere zulmün sonu gelir.
Acaba biz mi Zabel’iz yoksa Zabel mi bizden? Zabel oyununu mutlaka izlemenizi öneririm. Hem oyunun konusu hem de oyuncuların muhteşem performanslarını görmeye değer!
Oyun halen sergileniyor ve hep sergilensin istiyor insan. Ne diyelim, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’na teşekkür etmek isterim. Yolları açık, alkışları bol olsun! Zabel’i izlemek için link aşağıdadır. Devamı gelecek anacım!
—–
Kapak Görseli: Bgst, Aysel Yıldırım (Zabel Yesayan rolünde).
Zabel oyunu için: https://www.bgst.com.tr/tiyatro/tiyatro-projeler/zabel