Ali’yi seviyoruz da, işte… endişe falan…

Vaktiyle katliamlarda başrol oynamış partiden kopan insanlar, “incitici” buldukları söze tepki göstererek hepimizi şaşırttılar.

ÜMİT KIVANÇ

10.06.2022

9 Haziran 2022 çarşamba günü, Türkiye siyasî tarihi için alışılmadık, önemli bir olaylar dizisi yaşandı. Bunun memleket için hayırlı gelişmelere kapı açacağını düşünebilir miyiz? Umabiliriz. Yaşananlar değişim garantisi için yeterli mi? Yetersiz. Olaylar dizisinde yer alan aktörlere güvenebilir miyiz? Kolay kolay güvenemeyiz. Yine de, kötülüğün dört yandan sardığı ve herkesi kendine benzetmeden kuşatmayı kaldırmayacağı belli ortamımızda, şu tanık olduklarımız küçümsenecek hadise değil. Vaktiyle katliamlarda başrol oynamış partiden kopan insanlar, “incitici” buldukları söze tepki göstererek ve tepkiyi lafta bırakmayarak hepimizi şaşırttılar. Beylik sosyal medya jargonuyla sorayım: Şaşırdık mı? Evet. Neyse, iki hafta kadar önce, herkese açık internet yayınında edilmiş lafın anca şimdi böylesine gürültü koparması, bari, şaşırtıcı değil…

 

Drama çözümlemesi yapmak istiyorum. Yaşadığımız dramadır. Sonra da biraz metin analizi.

 

Yumuşak üslûp, “endişe”li içerik

Evvelâ, İYİP Ankara Milletvekili İbrahim Halil Oral, YouTube’da, Ankara Masası programında, “Altılı Masa”nın muhtemel cumhurbaşkanı adayı konusu konuşulurken, gazeteci Fatih Atik’e, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğinin Sünni ahalide “endişe” yaratabileceğinden söz etti. Oral gerçi olabildiğince nazik konuştu, “benim için sorun değil” dedi, ahalinin tepkisinin bilgisizlikten, tanımazlıktan kaynaklanacağını ileri sürdü, filan… Fakat, kabul edilmeli ki, “endişe” lafı başlı başına kocaman, ağır kayaydı. Nitekim ortalık yere yuvarlanıverdi.

 

Üslûbu ne kadar yumuşak olursa olsun, İYİP’li siyasetçinin dışa vurduğu, kabul edilmezliğinin yanısıra, Türk milliyetçisinin en korkunç özelliklerinden birinin ifadesiydi: Hiçbir suçun sorumluluğunu taşımamanın, pişmanlığın zerresini hissetmemenin, hissettirmemenin. İlki acımasızlığı, ikincisi pişkinliği nerelere vardırabiliyor, maalesef biliyoruz.

 

Oral’ın ilk faulü, Alevi Kılıçdaroğlu’nun adaylığının kendisi için sorun yaratmayacak oluşunu “ben tanıyorum, ilkelerini biliyorum”a bağlamasıydı ki, “esas millet” altta yatan şu ana fikri es geçmesin: “canım, Alevi dediysek, hepsi de değil yani!”. Kendisinin niyeti ne olursa olsun, o laf bu topraklarda böyle anlaşılır.

 

İkinci olarak, şimdi İYİP’li, eski MHP’li siyasetçi, geldiği partinin bugüne kadarki kanlı pratiğini hiç mesele etmediğini ortaya koydu. 1970’lerde, Çorum-Erzurum-Gaziantep üçgeninde Alevi katliamlarının birinin kanı kurumadan öbürü hazırlanırken MHP’de bulunmuş birinin, Alevilerin adını ağzına alırken çok ama çok özenli davranması beklenmez mi? Ferah ferah “Aleviler kardeşimizdir” muhabbetine girenin Çorum’u, Maraş’ı olsa olsa ufak tefek asayiş hadisesi saydığını düşünsek yanlış mı yaparız?

 

Yine de şunu belirtmeliyim: Yılların Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni İbrahim Halil Oral’ın, “ne var lan, yaptık, yine yaparız!” tutumu takınmayışı, Türkiye siyasetinin özellikle iktidar koalisyonu liderlerince rengi verilen güncel şartlarında şüphesiz şükredilecek durum. E, biraz da mecburî tabiî. Altılı Masa falan…

 

Eski MHP’li Oral, memleket meselelerini toplumun bir kısmını ortadan kaldırarak çözme çizgisini –tamamen ve kurbanlarda güven yaratacak tarzda– terk etmeyi, konuşarak, tartışarak meşru siyasî mücadele yürütme tercihini benimsemeyi, sanıyorum fazla kolay –ve başkalarını hesaba katmadan, kendi kendine gerçekleştirilebilir– sanmış. İYİP’te aynı gafı yüzlerce, hele Kürtler söz konusu olursa binlerce defa tekrarlayacak çok sayıda siyasetçinin bulunması ihtimaliyse, Sünni-Alevi fark etmez, hepimizde “endişe” yaratmalı. Yaratıyor.

 

“Endişe” lafını, defalarca katliama, zulme uğramış halka mensup birinin adaylığı üzerinden aşırıp –onu da!!!– mütehakkim çoğunluğa vermeye kalkmanın ne yaman gasp işlemi olduğu bahsine ise… sahiden girmek istemiyorum, içimden gelmiyor, içim almıyor. Şahsen, İYİP milletvekilinin buradaki vahametin bilincinde olmadığını “ummak isterim”. Nitekim, hem kendisinin de alenen özür dilemiş oluşu hem de özür dilerken “özensiz ifadeler”inden söz etmiş bulunuşu bu iyimser ihtimali güçlendiriyor. (Oral, Kılıçdaroğlu’ndan bizzat, yüz yüze özür dilemek üzere de randevu istedi, siz bu satırları okurken muhtemelen görüşmüş olacaklar.)

 

İYİP şaşırttı mı? Evet.

Gelelim madalyonun aydınlık yüzüne. Yani görece aydınlık. Gelin, “yarı karanlık-yarı aydınlık”ta anlaşalım. Yok yok, bu seferlik aydınlık kısım daha belirgin. Ha, yarın tek hamlede baştan aşağı kapkara ederler mi, ederler; olmaz değil.

 

İYİP Genel Başkanı Meral Akşener’in, üstelik Sakarya gibi yerde, “olur mu yahu öyle şey!” tavrını apaçık koyması şüphesiz siyasî hayatımıza azıcık yenilik getirebilecek, anlamlı eylem. İp koparma yerine diyalog imkânını getiren her girişime değer vermeliyiz. Şu gerçeği inkâr da edemeyiz, hafife de alamayız: Bugünün Türkiye’sinde –evet, hâlâ, üstelik yeniden– cumhurbaşkanı adayının Alevi olma ihtimalinin üzerinden atlamak hiç kolay değil. Çünkü Alevi düşmanlığını dayanak ve düstur edinmiş, bu düşmanlıktan türetilmiş tahammülsüzlüğü acımasız bir ötekileştirme ameliyesinin malzemesi yapmış, Irak El-Kaidesi kurucusu Zerkavi’nin El-Kaide liderliğine bile “olmaz o kadarı” dedirten Şia nefretini tercüme edip eylem kılavuzuna dönüştürmesi zor belâ engellenen, –1970’lerde defalarca hiiiç engellenmeyen,– arasıra –Sivas’ta olduğu gibi, “gazı alınsın” gibi bahanelerle de– önü açılan, tahrikçi-mezhepçi bir akım toplumumuzda sanıldığından daha yaygın. Ve maalesef bunlar, hayatlarına başkalarına duydukları nefretle, tahakküm ihtirasıyla yön vermeyen dindar insanları da şartlandırabiliyorlar. Kanlı manzaralar yaratmaya hevesli olmayan, ama yeri geldiğinde “elinden yemek yenmez, su içilmez” gibi aşağılayıcı, ayrımcı tavırları pekâlâ takınabilen bir sürü insan da var. Faşistler ve derinlerden uzanan görünmez kollar 12 Eylül öncesinde bu sayede insanları katliamlara kolaylıkla yöneltebilmişlerdi.

 

Yani Akşener’in, –tekrar edeyim: üstelik Sakarya gibi yerde– yaptığı çıkış sadece demokratik atmosfere özendirici, teşvik edici ve başlı başına bu yönde bir hamle değil, cesurcaydı da.

 

Akşener’in söyleminde gözettiği dengenin kendi başına neden sorunlu olduğuna geleceğim. Önce aydınlık yüzeyde biraz daha dolaşalım.

 

Meral Akşener’in çıkışı, “Altılı Masa” beraberliğinin icaplarıyla, siyasî temas ve ortak hareketin gerekli kıldığı diplomasiyle izah edilebilir, siyasî anlamı derin olsa da yalnız jest olarak kalabilirdi. Esas şaşırtıcı hareket kurumsal olarak İYİP’ten geldi. Cumhurbaşkanı adayı olması muhtemel ana muhalefet liderinin mezhebini TV programında mevzu edip laf yuvarlayan ve lafla beraber yuvarlanırken “endişe” gibi münasebetsizce bir kavramı kullanabilen milletvekili partinin disiplin kuruluna verildi! Parti, milletvekilinin vatandaşlarımızın inançları ve değerlerine ilişkin açıklamaları” hakkındaki kararı TBMM Grup Yönetimi tarafından oybirliği ile” almıştı. İşte bu, Türk siyasî partili hayatının entrikalı “yedirmem” nizamına tamamen aykırı, cümle âlem işitsin diye yapılmış jest oldu. Kendi başına hayra yorulacak iştir. Emsâl de oldu.

 

Ali de “bir büyüğümüz”…

Son olarak, Meral Akşener’in sözlerini ele alalım. Şöyle dedi Sakarya’da:

“Şimdi sizinle bir başka üzüntümü paylaşacağım. Ankara milletvekilimiz Halil İbrahim Oral, bir YouTube kanalında bir konuşma yaptı. Ben başkalarının yaptıklarını bizlerin yapmasını kesinlikle tasvip etmiyorum. Alevilik üzerinden yapılan her türlü tarifi, kim üzerinden olursa olsun şiddetle reddediyorum. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, üzülen her bir kardeşimden İYİ Parti Genel Başkanı olarak özür diliyorum. Bizim gibi ailelerin her birinin evinde mutlaka Ali, Hüseyin, Hasan vardır. Ali merttir, Ali cesurdur. Ali zor zamanımızda ‘Medet Ya Ali’ dediğimiz bir büyüğümüzdür. Dolayısıyla Hz. Ali’yi sevenlerin üzülmesine, incinmesine müsaade etmeyeceğim gibi çok üzüldüğümü ifade ediyor ve her bir kardeşimden ayrı ayrı özür diliyorum.”

 

Buradaki tehlikeli inceliğe dikkat çekmeden, Akşener’in tutumunu çok olumlu bulduğumu tekrarlamak isterim. Ancak!.. İşte o uğursuz “ancak”…

 

Akşener’in sözlerindeki Alevi tanımı, umalım ki, gündelik dile dökülmüş bir sınır çizme işleminin ifadesi olmasın. Çünkü bu sözler açıkça, Tayyip Erdoğan’ın “Ali’yi sevmek” başlıklı kompozisyonunu hatırlatıyor. Hayır, yazılı değil. Erdoğan bunu ilk olarak 2013’te, Alevilik Hazreti Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim,” iddiasıyla dile getirmiş, ondan iki sene sonra, Karlsruhe’de (Almanya) “gençlik buluşması”nda konuşurken, Alevilik Hazreti Ali’yi sevmekse benden daha Alevi’si olamaz,” diye el yükseltmişti. Boğaziçi’ne yapılan üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adı verilmesinin Alevi toplumunu inciteceği yollu görüşlerin öne sürüldüğü, bunları şiddetle reddetme hezeyanına kapılan kimi İslâmcı yazar-çizer tayfasının ruhunun karanlığında saklı ezcümle nefreti ortaya döktüğü günlerdi.

 

Şimdi, Akşener meseleyi yine “Ali’yi sevme”ye indirgeyince insan irkiliyor. Aleviler kendilerini nasıl tanımlamak isterse öyle tanımlamaları gibi bir temel hürriyet adımına hâlâ çok uzak mıyız diye “endişe” yaratıyor bu. Ali’ye “bir büyüğümüzdür” diye sahip çıkılması başka, ona sizin yaptığınız gibi değil başka türlü sahip çıkana karışmamanız, sizinle aynı yaşama hakkını tanımanız başka.

 

Akşener de, MHP geçmişi yüzünden Alevilere dair ağzından çıkacak her kelimeye büyük özen göstermesi gerektiğini bilmek zorunda. Zamanında birilerini katleden birileriyle beraber bulunmuşsanız, şimdi kurbanlara gidip, “N’aber? Ben aslında severim sizi!” ılıklığıyla yanaşamazsınız.

 

Umalım ki, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı tartışması, sahici toplum olabilmek, birlikte medenî hayat sürebilmek için tamir edilmesi gereken ne çok şey olduğunu herkesin kavramasını sağlasın ve herkesi bu yönde teşvik etsin.