Sahil kasabası, İstanbul… memleket halleri
Distopya ötede bir yerlerde değil. İçinde yaşıyoruz yıllardır.
18.06.2022
Bu yazı, salkımsız üzüm taneleri şeklinde akacak. Karakteri böyle.
***
Bakkal M. Bey kendini asmış. Tanıyanlar anlatıyor, çok iyi biriymiş, efendi, kibar. Nasıl olur da böyle bir şey yaparmış. Bir mektup bırakmış: “Çok yoruldum.”
Genç bir adam, haberi duymuş sarsılmış: “Çocuktuk, top oynardık, bize tribün abiliği yapardı. Çok güzel bir insandı. Annem babam evde ağlıyor şu an.”
Belediye hoparlörleri M. Bey’in ölümünü duyuruyor. Aynı kadın sesi, tekdüze, yavan.
***
Adamın elinde cam şişe, fitilli gaz lambası. “Rum evinden” diyor. Bakkal Hüseyin’e diyor. 120 ytl istiyor. Alıcıysa 100 liraya da verirmiş. Lamba aynasının sırtını gösteriyor, “Bak, üstünde yazıları var”. Rumca/Yunanca yazı, elindeki malın/nesnenin değerini arttıran bir unsur ona göre. Bakkal Hüseyin 5 lira bile vermez o lambaya. Almadı netekim. “Antikacıya giderim” dedi adam. Gitti.
***
Sabahları Roman kadınları, iş’e gitmezden evvel İstasyon Tost Evi’ne uğrarlar. Fırından lor peynirli börek, İstasyon’dan çay alır, kahvaltı yapar, sigara içer, sohbet eder, dağılır işlerine giderler.
Roman kadınları, “Demir Adam” lakaplı inşaat ustası bir adam, ben ve mekan sahibi Nizam Abi. Sabahın çekirdek kadrosu bu. Sonra gün başlıyor, kalabalıklaşıyor çarşı.
Bir meslekdaşı Demir Adam’a selam verdi. Ayak üstü sohbet ettiler, ellerindeki işlerden konuştular. “Gavur evi” dedi öteki usta. Elindeki işi tarif ediyor. “Benimki de gavur evi” dedi Demir Adam. Kelimenin kullananı kaldığına şaşırdım.
Demir Adam AKP-Reis karşıtıdır. Her sabah, çayını karıştırırken hangi inşaat malzemesine ne kadar zam geldiğinden yakınır. Çayına iki şeker atar.
Demir Adam’a sınır ötesi, Suriye içlerine askeri yığınaktan söz ettim. Savaşı tırmandırma hazırıklarından. “Ötekiler umurumda değil” dedi “Mehmetçikler ölmesin.” Ötekiler dediği, Kürtler. (Ayvalık notları)
***
İrfan Aktan, Tanıl Bora ile söyleşisinde (Artı Gerçek) soruyor: “…Seküler milliyetçiliğin mevcut iktidarın bozgunculuğuna çare olarak sunulduğunu görüyoruz. Yükselen seküler milliyetçi dalga nasıl bir Türkiye yaratmaya aday?”
Tanıl Bora: “…Yeni kuşaklarda yaygın bir modernist, şehirli, seküler milliyetçi eğilimin çok canlandığını görüyoruz. (…) Çok net bir anti-İslamcı, hatta bazen sekülerden öte, dinden had safhada soğuma eğilimi var. Bütün bunlara bağlı olarak Atatürk imgesine canla-başla sarılıyorlar. Bir yandan da, aslında daha 1990’larda başlamış olan Türkçülüğe ilgi bugün çok daha güçlü. (…) Beri yandan ilgi alanları eski ülkücü-milliyetçilere nazaran çok daha geniş, daha geniş görüşlüler, mizahi olabiliyorlar, kendileriyle de alay edebiliyorlar. Daha kabil-i hitaplar, bir bakıma öyle. Ama çok net iki kırmızı, koyu kırmızı çizgileri var – bordo diyelim istersen.”
İ. Aktan: Nedir o çizgiler?
T. Bora: Bir tanesi Kürt meselesi, diğeri göçmenler.
***
Doblo: Türkiye’deki hegemon erkeklik figürünün günümüzdeki en kristalize çizgisi
“Doblo’nun yalnızca iktisadi bir meta olarak otomobil değil, bir sosyolojik analiz olarak bir arzu nesnesi olması (…) çok kısa sürede Türkiye tarihinin bir parçası olması, Türkiye sosyolojisine göre tasarlanmış olmasından, Türkiye’nin kent ile taşra, Doğu ile Batı, tarımsal üretim ile sanayi üretimi arasında kalmış olmasından kaynaklı. Tek maaşlı memurların mütemadiyen, köylerine yakın kentlerde meskûn olup, hem geleneğin hem modernin konforunu tepe tepe kullanma arzusunun bir semptomu bu araç aslında.
Daha yukarıdan bakarsak da, Türkiye’deki hegemon erkeklik figürünün günümüzdeki en kristalize çizgisi. (…) Bu yazı hakkında düşünürken, yakın çevremdeki birçok kişinin, ‘Doblocu enişte’ yakıştırmasını kullandığını fark ettim. Biraz eşeleyince, Doblocu eniştenin, taşralı, kurnaz ve hâlâ popüler olan adlandırmayla biraz ‘kıro’; ayrıntılandırmak gerekirse Doblo’sunun bagajında karpuz, mangal, kilim ve bir kasetçalar taşıyan, biraz tıknaz, pileli kumaş pantolon, çizgili yakalı tişört giyen, ayakkabısının arkasına basan, biraz da arsız karakterleri betimlemek için kullanıldığını anladım.“ (“Enişte Doblo’yu ne yaptın?”, Osman Özarslan, Gazete Duvar)
***
İletişim Yayınevi’nin web sitesi İzmir Duvarı adlı kitabı şu cümlelerle takdim ediyor:
“İrfan Özet, İzmir Duvarı kitabında, ‘İzmirlilik’ kavramının tarihsel ve toplumsal sınırlarını anlamaya çalışıyor. Bu çalışmanın odağında, İzmirli kimliği etrafında, sekülerlik modernlik ve muhafazakârlık kutupları arasındaki ‘kültür savaşı’ ile ilgili tasavvurlar yer alıyor. İzmir’i asla fethedilemeyen ‘son kale’ olarak yüceltmekle onu ‘gâvur İzmir’ gözüyle görerek diş bilemek arasında uçlaşan tasavvurlar…”
Kitabı karıştırıyorum. Belediye Başkanı Tunç Soyer’in sözleri dikkatimi çekiyor:
“Alevilerin Cemevi talebini, Kürtlerin anadilinde kamusal hizmet isteğini, Romanların kültürlerini yaşatacağı alanları, Suriyeli sığınmacılar meselesini, barışı ve onlarca farklı toplumsal sorunun çözümünü sadece Ankara’nın tasarrufuna ve insafına bırakacağımız aşamayı geçtik.”
Soyer’e saldırıyorlar:
“Soyer’in, kamusal siyaseti radikal demokratik eksene doğru taşıma girişimleri, milliyetçi-muhafazakâr iktidar bloğu ve ‘laik siyaset’in ulusalcı bileşenlerince keskin eleştirilere maruz kalır.” (age)
Saldıranlardan biri CHP eski il başkanı K. Karataş. Deniz Baykal ekibinden. 1937-38 Dersim’in isyan olduğunu düşünen biri.
***
Pazar sabahı İstanbul
Kadıköy’deyim. Sokağın köşesinde metal çöp kutusuna çöp atıyorum. Kutu ağzına kadar dolu. Bir martı, naylon poşeti yere indirmiş, içine ulaşmaya çalışıyor. Ben yaklaşınca gözü üstümde yan yan uzaklaştı. Niyeti belli. Ben gidince geri dönecek. Uzaklaşıyorum. Muhallebiciye gidip tavuk suyu çorba içeceğim.
Hava kapalı. Yağmur yağmış yerler ıslak. Martılar yere inmiş artık. Kediler gibi dolaşıyorlar sokaklarda. Uğursuz bir hissi var bu an’ın.
Çorba 1 ayda yüzde 20 zamlanmış. Şehir insanı ne yiyecek, nasıl beslenecek, nasıl para yetirecek merak ediyorum. Ayasofya’yı kemirmek bu anlamda bir işaret miydi acaba? Dış basın haber yapmış mıdır?: “Türkler Ayasofya’yı kemiriyorlar.”
Çorbacıdan çıktım. Sokak ağızlarını polis araçları ve üniformalı genç polisler tutmuş. Kadıköy meydanda “Tecrite son” toplantısı var bugün. Caddede 4-5 kişilik genç adam grubu, bazıları sırt çantalı, üniversite öğrencisi kılıklı. Sivil polis bunlar. 200 metre ötede başka bir sivil polis grubu. Saç sakal karışık, bakışlar daha sert. Uğursuz. Distopya ötede bir yerlerde değil. İçinde yaşıyoruz yıllardır.
***
“Süleyman Demirel’in bir başka veciz sözü daha var: ‘Halk yaş sebze gibidir, günlük yaşar.’” İrfan Aktan-Tanıl Bora söyleşisinde, T. Bora aktarıyor yukarıdaki “veciz” cümleyi. Bu cümle, Demirel’in diğer veciz cümlesi, “Dün dündür, bugün bugündür” cümlesi ile yanyana nasıl durur acaba?
***
Atahualpa Yupanqui sazın göğsüne vurarak çalıyor.
Selam sevgi ile
—–
Kapak Görseli: Michael Gaida (Pixabay)