Masada
Her ne edersen et, aslında kocaman bir adım olacak kendi içinde. Ta ki hayalini kurduğun o yeni masayı bulana kadar.
19.06.2022
Bir masa bir döşek yeter, deriz evin kaba tanımını yaparken. Dikeyde ve yatayda dünya tarifimiz, en küçük ölçekli coğrafî koordinatlarımızdır sanki onlar. İlişmenin, kendini ait hissetmenin ilk akla gelen somut karşılığı. Döşeği köşeye, masayı pencere önüne ya da şöyle duvar dibine yerleştirdin mi, hayat başlar.
Öteden beri severim masaları. Hele de birden çok şeye dönüşenleri. Eskiden kırk yılın bir başında gelecek kalabalık misafirler için hazır tutulan tuhaf, koca masalar modaydı salonlarda. Ev ahalisi mutfaktaki ya da küçük oturma odasındaki emektar masaya konuşlanır, bu salon ve onun devasa masası hep ama hep beklerdi. Sonra devir değişti, evdeki her şey öncelikle ev halkının kullanımına açıldı. Ama bu kez de daha yalıtılmış hayatlara geçildiği için herkesin kendine ait masaları, köşeleri oldu. Masa birbirine denk gelen birileri varsa, sofraya dönüştü, yoksa üzerine bir şeylerin yığıldığı bir yüzey olarak kaldı.
İnsan, güven duygusunu her seferinde yeniden ve yeniden üretmeye muhtaç. Gayrı ihtiyari yapılan bir şey bu; günlük hayat koşturması denen kargaşanın ortasında sana iyi gelecek, sakin, dingin bir alan yaratmaya çalışıyorsun. Ben de kendime ait bir yerim olduğunda ilk iş şöyle zarif, ahşap bir çalışma masası edinmiştim. Hayat boyu özendiğim şey ferah bir kitaplık ve önüne konuşlanmış bir çalışma masasıydı. Gel gelelim iş yaşamaya geldiğinde, o masa tuhaf bir şekilde hiç kullanılmadı. Hani kelimenin gerçek anlamıyla süs gibi kaldı. Bir baktım, tıpkı çocukluğumdaki gibi yemek masasına ilişmişim. Üzeri kalemlerle, kitaplarla kaplı. Biblosu, anahtarı, faturası, notları, bozuk parası, su bardağı, kahve fincanı, kupası, kuruyemişi, abur cuburu, içeceği eksik değil. Gerektiğinde o yığını bir kenara çekip arkadaşlarla yemek yiyeceğim bir sofraya da dönüşüyor ama asla bomboş kalmıyor. Oraya aitim, çalıştığım, yediğim, içtiğim yere. Hayatı kucaklamışım artık bir kere.
Bu masada ölmek yasak
Hayatı ve ölümü kucaklayan bir masaya özendim bir de. Dünya Ölmeme Günü’nün ilan edildiği masaya. Bütün tartışma ve kavgalarına karşın, tam da bu tartışma ve kavgalarını da sırtlayarak sofra paylaşan İkinci Yeni şairleri ve bir dönemin yazar ve sanatçılarına. 26 Mart 1981’de, Can Yücel, Salim Şengil, Nezihe Meriç, Edip Cansever, Tomris Uyar, Turgut Uyar, Tunga Uyar, Muhteşem Sunter, Mehmetcan Köksal, Dürnev Tunaseli, Pertev Tunaseli, Ömer Uluç ve İsa Çelik‘in bir araya geldiği ve Dünya Ölmeme Günü’nün adının konduğu o masaya.
Bazen öyle olur; yaşarken bilirsin bu ânı tarihin olarak hatırlayacağını. Yaşarken onların da bildiğini varsayıyorum. Ne de olsa hakkında rivayetler ve farklı hikâyeler anlatılacak kadar efsaneleşmiş zamanla o masa. Ben buraya o masanın sakinlerinden ve son imzalı Rakı şişesinin sahibi fotoğrafçı İsa Çelik’in Nilay Örnek’in Vatan gazetesinde yayımlanan söyleşisindeki tanıklığı koymak isterim:
“Yıl 1981. O dönem Barış Derneği’ndeyim, Görsel Sanatçılar Derneği kurucu üyesiyim. Bir kalabalık Neşe’de buluştuk. Tomris, ‘Rakı ve Özgürlük Günü diye bir şey düşündük’ dedi. Ben de ‘Tomris, tamam, rakı ve özgürlük de, 6-7 yerden aranıyorum’ dedim! Oturduk çakıştırmaya başladık. O sırada tombalacı İsmet de geldi. Biraz bozuk… ‘İsmet bir ölük halin var; iyi misin?’ dedim. ‘Ölük’ de benim uydurmam bir laf. Hani umutsuzdan, mutsuzdan farklı… Tomris cevval zekâ! Bir büyük rakı söyledi. Dedi ki: ‘İsmet önümüzdeki yıl bugüne kadar bu rakıyı muhafaza edeceksin ve gelecek yıl açıp içeceğiz.’ Aldım rakıyı, kâğıt kapladım getirdim. O rakıyı öyle verirsek, biliyorum, alçak İsmet gidecek içecek sonra alacak başka rakıyı getirecek. Dedim ki ‘Herkes imzalasın, bu rakıyı bu kâğıda sarıyoruz, bantlıyoruz’… Sonra imzaladık, İsmet’e verdik. Rakı ve Özgürlük lafı Dünya Ölmeme Günü oldu. Tomris’in lafıdır o… Onu kâğıda sarma, imzalatma fikri benimdir. Kayıtçılığımdan işte…”
Ölmeme Günü buluşması 1985’e, Turgut Uyar’ın ölümüne kadar devam etmiş. Sonra anılardaki yerini almış. Masaya ruhunu veren insanın vedasıyla tekrarlanmaz olan o masaya ne mutlu. Çoğu zaman yaşarken birbirinde ölen insanlardan sebep yan yana gelinemiyor. Çünkü sofranın hatrı var. Birlikte içmenin, sahici bir muhabbette derinleşmenin bir adabı. Sürpriz partiler düzenlemeye benzemiyor hayatın doğal büyüsünden nasiplenmek. Olmayınca olmuyor.
Hayat eşlikçisi
Masayı hayatımıza eşlik eden bir eşya olarak bildim hep. Küçük pazarların derme çatma tezgâh masaları vardır. Sokak arası kafelerin mutluluk köşeleri. Kimse ilişemez, zarar veremez sana sanki buralarda. Kapağı yerinden kalkmayan, sonra da güm diye elden kayıp herkesi yerinden zıplatan tahta okul sıralarını hatırlarım. Şimdi türevlerini yaratmaya çalıştığım çok amaçlı yemek-çalışma-yaşama masalarını sonra. Ne umutlarla oturulmuş iş masalarını. Gergin bir heyecanla kenarları tutulan kürsüyü. Sınav öncesi hazırlıklara, hararetli tartışmalara ev sahipliği etmiş kantin masalarını. Uzak ülkelerin ferah, mutlu, şenlikli yemek masalarını. Küçük bir balkon sehpasını.
Evin kalbi diye bir şey var. Genelde bir masaya ve kanepeye denk geliyor. En çok oturulan, hiç fark etmeden zamanın çoğunun geçirildiği köşeye. O masada otururken kafanı toparlayabilirsin. Dertlerin çözülmez elbette ama karşı koyacak gücü bulursun. Kendinle kalabildiğin ve kendin olabildiğin yerdir o masa. Yalansız, riyasız. Sevdiklerini de mutlaka oraya oturtursun. En dar zamanda kendi kendini bereketlendirir sanki bu masa. Buzdolabından çıkan birkaç parça yemekle, hangi aile büyüğünden kalma eski zaman emaneti tabaklarla, bardaklarla şenlenir. Yoksunluk hissini onarır, küçücük şeylerle mutlu olabilme, güzellikler yaratma gücünü anımsatır.
Ama elbette her şeyde olduğu gibi masanın da zulmü var. İnsanı ezen, unufak eden masalar da var. Hani şu oturduğu yerden kalkıp senin karşına oturmayarak mevkiini anımsatanların ve görsel iktidar gösterisiyle ruh ezmeye kalkanların koca masaları. Üzerinde masaüstü isimlikleri olur mutlaka ve hiç kullanılmayan tuhaf görünümlü kalemleri. Kaykıla kaykıla oturdukları masanın gerisinden hayat karartacak bir şeyler söylerler. Çıktığında o odaya giren insan değilsindir artık.
Ülkelerin kaderini belirleyen pazarlık masaları vardır, ilgili kişiler dışında herkesin hazır bulunduğu kader tayin masaları. Pasaport polisi ve memur bankoları vardır. Önünde dururken kim olduğunu unutursun. Her şeyini kaybettiğin kumar masaları vardır, ayrılık konuşmalarının yapıldığı “kamu” masaları. Hastanelerin tesellisiz bekleme masaları. Parçalarını bıraktığın masalar.
Sonra yine kalkman gerekir yattığın yerden. Hayat yatay düzlemde kalmaya izin vermez. Kalkınca da mutlaka bir masaya ilişirsin. Sana iyi gelecek bir yere. Böyle başlar hayat yeniden. Kafanı toparlayamıyorsan masanı toparlarsın. Mutfak tezgâhını temizler, düzenlersin sonra. Önünü görmeye çalışırsın. Şu an ne önemli senin için? Neler değişti? Nasıl devam edeceksin? Tuhaf ama hepsi masanda belirir usul usul. Hazır olduğunda görürsün.
Aslında için karar vermiş pek çok şeye ve sen farkına bile varmadan kod adı masa olan hayatı ona göre düzenlemeye başlamışsın. Kim bilir belki onu şöyle pencere önüne taşıyacaksın hatta. Ya da odanın, balkonun küçücük bir yerinde yeni bir soluklanma alanı yaratacaksın kendine. Belli mi olur, uzaklardaki başka masaların hayalini kuracak, oralar için harekete geçeceksin. Yağmurla, güneşle yıpranmış, izleriyle güzelleşmiş ahşap bir bahçe masası belirecek gözünün önünde. Yemek yeneceği zaman mis kokulu örtüler sereceksin üstüne. Üzerine düşen yaprakları okşayıp koklayacaksın. Başka türlü bir hayat da mümkünmüş, tam da onu yaşayacaksın.
Her ne edersen et, aslında kocaman bir adım olacak kendi içinde. Hayat bir kez daha dönüşecek. Dışardan bakan biri evindeki masada usul usul oturduğunu görecek. Sense o masada dünyayı dolaşacaksın. Ta ki hayalini kurduğun o yeni masayı bulana kadar.
—–
Kapak Görseli: Gordon Johnson, Thanksgiving (Pixabay)