Uzaylı 34, Uzaylı Şiir: V. Çiçek Yağmuru
Bir gülüş galiba insanı öldürür mutluluktan. Peki nerden gelir yusufçuklar?
10.07.2022
Karadelik de neymiş? Ne gerek? Ne gerek! Karşımda bir çiçekli kâinat, orada bir açıklık, git peşinden, geç öte tarafa!
Bir su samurunun peşinden tabii ki, bu kez tavşan yok! Sana acı portakallı çay, tarçınlı kurabiye versinler ve daha, neler neler!
Dolmalar, lahana ve yaprak ve beş yapraklı yonca, derdi, Hindistan’a sefer eden amca!
Ne oldu da oldu, nasıl oldu, bilinmezlik hayatımızı nasıl doldurdu, yorma beni sorma.
Bir gün, birine bakınca, hayat canlanınca, biter değil mi pamuklar, diplerinde otlar, çapa, sula.
Pamuk, ama aslında, gözlerden fışkıran nazarda, mavi ve kem değil, beyaz bembeyaz, ayna, ayna, söyle bana.
Eylülde suyla büyüyen, ama Ağustos sonunda susuz, kavruk kalmış ve erken de olabilir, hayat, bembeyaz.
Güzellik şey kuzusun sen, güzellik ötesi şey kuzu, tarumar ederek uzayı, gelirsin, ağzından dökülen benim boyut adamlarla, gül ve dünya, bir anda fiesta!
Böyle başlıyor Çiçek Yağmuru. Nasıl ve niye başlar? Zaman ne ve biz kimiz, niye burada, şimdi?
Senden bir oda istedim, Üçüncü Ahmet’te bile yok, yaparsın sen ama ben neyim sana, susam, bamya? Yaaaa. Blueberry’ler de mi koysak? Sabah açan kapari çiçekleri. Zıplayan yunuslar?
Mmmmmmmmmmmmmmmmm. Da bir ses. En güzel ses.
Şimdi etrafını çevirdiğimiz zeytinlikte, kızıl kuyruğuyla, saçma saçma yürüyen sersem tilki ne peki?
Bir gün, senin gözlerindeki buğu da dağılacak, denize bakacağız, paletler ve silecekler, çalışacak fışır fışır! Bir de gelincik koşturuyor, tavuk peşinde!
Şimdi domateslerimize baktım, Isfahan’dan, biberlere, Cezayir’den, kişnişler fışkırmış Arabistan bile yemyeşil, dünya büyüyor. O kadar büyüyor ki, bang bang! Mucize! İstisna ufkuna bakıyorum. Her şey, ama her şey, rastlantı ve zorunluluk. Bir aptal balık sahile çıkıp yürümeye çalışıyor. Beceriyor da. Diyorum mucize. Olabilecek şeylerin karşısında insanın deliresi geliyor.
“Ömrümde, önce ve sonra var mı? Ebediyete baktığım, doldurduğum ve hatta görmezden geldiğim yerler ve bilinemez boşlukların sonsuz enginliğinde gördüğüm ve akıp giden küçük yaşam süresini düşündüğümde, ben kendimi niye orada değil de buradayım diye düşününce korkuyorum ve şaşırıyorum, çünkü neden zamanın ötesinde değil de burada, neden o geçmişte ya da gelecekte değilim de şimdideyim? Sebep yok. Beni buraya kim koydu? Bu yer ve bu zaman benim için kimin emri ve yönü ile belirlendi? Bu sonsuz dünyaların ezeli sessizliği korkutuyor beni.”
Karadelikler, olay ya da istisna ufku olarak adlandırılan şeye sahiptir. Olay ufku dönüşü olmayan bir noktayı belirleyen bir sınırdır. Zira bu eşiği geçen ışık ve madde karadelikten kaçamaz, ancak uzay ufku olay ufkunda parlayan bir çember oluşturacak şekilde eğilme meydana gelir. İşte kapıldım sana.
Daha basit ifade edeyim. Olay ufku karadeliklerin sınırıdır. Sen benim istisna ufkum musun? Musun, musun, musun, ama, ama, ama.
Sen uyuyorsun. Seni uyandırdığım için kızıyorsun, pürçek toplamaya gideyim ben en iyisi. Makasla çam iğneleri toplayayım ki sen bana dünyanın en güzel resimlerini yap. Yoksa zeytine su mu versem? Bir kirpinin peşinden mi koşsam? Sophie yine kemik bulmuş, gülen köpecik. Mutlu.
Ben de verebilmek isterdim herkese her şeyi. Neyim var neyim yoksa. Dünyamızda kimse yoksul kalmasın isterdim. Kimse.
Bir gülüş galiba insanı öldürür mutluluktan. Peki nerden gelir yusufçuklar? Nasıl uçarlar? Bir fırtınaya mı kapılmışlar? Oralara dalmak, uçmak, savrulmak. Bir anda, karadeliğin öte tarafındayım.
Bu dünyaya yoksa nasıl tahammül ederiz, güzellik olmasa? Olmasan?
—–
Kapak Görseli: Prawny, yusufçuk (Pixabay)