Yürüyüş bandında geçiyor “ömrüm, ömrüm”

Türkiye, gezegenin en uzun yüzyılını icat etmiş ve kendini o değişmez zamana sıkıştırmayı becermiş bir ülke.

İLHAMİ ALGÖR

23.07.2022

“Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz.” Tekerlemenin meali şu bence: Yerimizde saymışız.
 
Türkiye, gezegenin en uzun yüzyılını icat etmiş ve kendini o değişmez zamana sıkıştırmayı becermiş bir ülke. Buralarda geçmiş, geçmişte kalmıyor, bir türlü geçmiyor. Önceki cümle, dil oyunu gibi duruyor ama değil. Bir süreklilikten söz etmeye çalışıyorum.
 
İki olay takdim edeceğim. Anası ile telefonda Çerkesçe konuşan gencin otobüste uğradığı saldırı ve Yahudi mezar taşlarına saldırı. Bu hat üzerinde ilerleyip geçmişteki benzerlikleri, süreklilik dediğim şeye kanıt olarak sıralayacağım. Belki, “Biliyoruz İlhami, tekrarın ne manası var?” diyeceksiniz. O da benim kusurum olsun.
 
Birkaç gün önce Kayseri’de belediye otobüsünde annesi ile telefonda anadilinde konuşan bir genç sözlü saldırıya maruz kaldı. Saldırgan Türkçeden başka bir dil duymak istemiyordu, ikinci bir dile karşıydı. Şimdi buradan geçen yüzyıl başına dönelim.
 
Cumhuriyet’in erken dönemlerinde “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası vardı ve anadili Türkçe olmayanlar için kâbus günleriydi :
“O zamanlar iki İspanyolca konuştun mu hemen kalkardı eller havaya, ‘Heeeeyyy Madama, Mösyö! Türkçe konuş vatandaşşş!’ diye. Ya da arkasında sopa tutar sallardı böyle insanın üstüne üstüne. Zordu o zaman, bilmezsin birçok kelime ne demek Türkçe’de. Şimdi sen söyle börekas’ın Türkçesi nasıl söylenir? O börekastır işte. Börek değil ki. Börek denen tepside olur. Börekas tektir.” (Madam B. İle söyleşi, Avlaremoz.com, Işıl Demirel)
 
“Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası 1920’lerin sonu icat olunmuş bir slogan/mekanizma olarak 1930’lara sarktı. (…) Kampanya, hedef kitlesini kamusal alandan dışlayıcı şekilde uygulanmıştır. Türklük şuuru, genç Cumhuriyet’in coşkusu ve üniversite gençliği enerjisi karışımı ile hareket etmiş kırıcı, rencide edici, incitici olmuştur.” ( İ. Algör, “Görünmez ve sessiz ol. Mümkünse hiç olma.” P24 Blog, Kasım, 2021)
 
Tekrar günümüze gelelim. Kayseri Belediye Otobüsü’ne, kamusal alanda anası ile telefonda konuşan Çerkes genç’e saldırı olayına.
 
Demokratik Çerkes Kongresi Girişimi, saldırıyı kınadı ve “Türkiye, geçmişte ulus devlet anlayışına, tektipleştirmeye kurban edilmek istenen halklar ve diller ülkesidir” cümleleriyle başlayan bir açıklama yaptı. Saydı, döktü, “Yarattığınız Türkiye sizin eserinizdir” dedi bağladı.
 
“Yarattığınız Türkiye” ifadesinde yerden göğe haklılık var. 20. yüzyıl başından bugüne geldik ve birileri Türkçe dilini birilerinin kafasına vurmak için sopa olarak kullanıyor.
 
Devlet dili, Kayseri örneği gibi durumlarda hep aynı ezbere yaslanır : “Efendim, tekil, münferit bir olaydır”
 
Öyle mi alay komutanı? Öyleyse bakınız: “AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şen, yerli koronavirüs aşısı Turkovac'la ilgili eleştirilere, ‘Türkovak’ın etkili olabilmesi için kanın bozuk olmaması lazım’ ifadeleriyle yanıt verdi. Şen, tweetine 'anlamı kuvvetlendirmek' için 6 adet Türk bayrağı emojisi koymayı da ihmal etmedi.” (Basın)
 
Yukarıdaki beyefendinin ifadesi ve ifadenin zemini olan düşünüş münferit midir? Bence değildir. Eğer münferit ise devamlılığı, sürekliliği nasıl mümkün oluyor?
 
***
 
Diğer örnek olaya geçiyorum. Birkaç gün önce Yahudi mezarlığına saldırıp mezar taşlarını kırdılar. Mesela, 1955 senesinde, 6-7 Eylül pogrom’u günlerinde de aynı şeyleri yapmışlardı. Ben, mezarlara saldırıdan ne fayda umulduğunu kavrayamamış, bazı sorular üretmiştim:
“Herkül Millas’ın Aile Mezarı adlı romnında, ailenin genç yaşta vefat etmiş oğullarının mezarı Eylül 1955 pogromunda tahrip edilir. İşyerleri, evler ve kiliselere saldırmanın bir mantığı var. ‘Gidin buradan’ anlamına geliyor. Fakat mezara saldırmanın mantığını kavrayamadım. ‘Ölülerinizi de alıp gidin’ anlamına mı geliyor? 1955 senesinde Özel Harp Dairesi pogrom planlama tezgâhlama birimi, insanları ölülerine sahip çıkamaz durumda bırakmanın etkili bir yöntem olduğunu mu düşünüyordu? Yakın geçmişte Bitlis/Tatvan Garzan Mezarlığı’ndan gizlice çıkarılan cenazelerin İstanbul/Kilyos Mezarlığı kaldırımlarına gömülmesi 1955 yönteminin devamı mı?” (İ. Algör, “Pedal Çeviren Kadınlar”, P 24 Blog, Mart 2022)
 
1+1 dergisinden Bekir Avcı, benzer soruları benden 2 sene önce sormuş: “Ölülerle, mezarlarla savaşmak Türkiye tarihinin bir parçası. Peki, niye böyle, iktidarların ölülerle, mezarlıklarla alıp veremediği ne?”
 
Cevabı da mezarlıklar, anma törenleri ve yas süreçleri üzerine çalışan antropolog Derya Aydın’dan almış:
“Achille Mbembe devletin yaşama ve ölüme yönelik politikalarının tanımlanmasında, Türkçeye ölüm siyaseti olarak çevrilen nekro-politik kavramını önerdi. Bu kavram iktidarın yalnızca yaşama değil, ölüme ve ölü bedenlere dair de çeşitli tasarrufları olduğunu düşünmemizi öneriyor.”
Söyleşi adresini (*) dipnota bırakıp başka bir konuya geçiyorum.
 
Kalaylı Tencere ile Kum Saati
Duvarda Atatürk portresi. Sivil kıyafetli. Portenin altında enine uzun bir sehpa üzerinde Meral Akşener’in aile fotoğrafı, Kayı Boyu ile ilgili bir simge, bir iki şey daha belki ve en sonda bir kum saati, hemen yanında orta boy kalaylı bir tencere…
 
Bir televizyon programında, gazeteci-yorumcu bir kişi, saydıklarımı politik mesaj/anlam yüklü nesneler olarak sıraladı.
 
Baştan alıyorum. "Altılı masa"nın 5. Toplantısı Temmuz ayı başında İYİ Parti'nin ev sahipliğinde yapıldı. Toplantı sonrası televizyon kanalları, basına açıklanan sonuçları duyurdular ve yorumcular toplantıyı yorumladılar. Ben o günün akşamı bir evde misafirdim, televizyon açıktı ve bir gazeteci, İYİ Parti genel merkezinde bir sehpanın üzerinde bir arada olan nesneleri sıraladı. “Bakın ben bunları şimdi size sıralıyorum ama birazdan anlam okuması yapacağım” üslubu ile sıraladı. Kum saati ve tencerenin yanyanalığının altını çizdi. Anlamı yoğun ikili olarak çizdi.
 
Misafir olduğum evin sahibi kanal değiştirdi, programın devamını izleyemedim. Fakat aklımda kaldığı kadarıyla kum saati ve tencerenin yanyanalığı, AKP iktidarına bir gönderme idi. Açıkça söylenmedi fakat ima edildi.
 
Sonraki günlerde youtube’da, programın videosunu aradım bulamadım veya bulmayı beceremedim.
 
Aklıma takılan şu: 6 siyasi partinin liderleri, Türkiye kamuoyu’nun yakından izlediği siyasi bir program yürütüyorlar. Bu programın hepimiz tarafından açık ve net olarak bilinmesi gerekiyorken, kum saati ile tencerenin yanyanalığına anlam yükleme ve yorumlama ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu bana normal gelmiyor.
 
Eğer kum saati ve kalaylı tencere, “basın bundan bir anlam/mesaj çıkarsın” diye diğer nesnelerin yanına dizildi ise bu ayrı bir garabet. Sedat Peker masa, nesne düzenlemeleri gibi bir eğilim.
 
Veya, kum saati ve kalaylı tencerenin, Meral Akşener aile fotoğrafı ve Kayı Boyu simgesi ile aynı düzlemde yanyana bulunması tamamen bir tesadüf ise gazetecinin bundan derin okumalar çıkarması başka bir garabet.
 
Söyleyecek lafım yok. Ne diyeyim? Fakat belki de Türkiye, şu asılı kaldığı bitmeyen yüzyılda, yürüyüş bandında, absürde meyyal bir karakter geliştirdi.
 
Selam sevgi ile
 
(*) https://birartibir.org/olulerin-gucu-devletin-hafiza-kirimi/
 
—–
Kapak Görseli: Mamit (Pixabay)