Reformist mi, demokrat mı, yobaz mı?
Her türlü yobazlıktan, bağnazlıktan uzak durun, demokrat olmak iyidir…
23.09.2022
Bazı vesilelerle aldığım tepkilerden biliyorum; okur profilim çeşitli ve bundan gayet memnunum. Memnun olmadığım bir şey varsa o da okumadan, düşünmeden, sormadan, sorgulamadan kafasındaki hazır önyargılardan hareketle bir yazar veya bir görüş sahibinden nefret etmek olabilir. “Sevmemek” veya “beğenmemek” demiyorum dikkat edilirse; bu, herkesin kendi tercihidir, takdiridir, kim ne diyebilir ki. Ama “nefret” başka bir şey. Küfür, hakaret, tehdit türü “tepkilerin” temelinde, terbiye edilmesi gereken bu düşmanca duygu ve ruh hali var.
Okur ve takipçilerim arasında genel ortalama içerisinde azımsanmayacak sayıda kendisini Kemalist veya Atatürkçü olarak niteleyenler de var. Bu nitelikte okur ve takipçiler gözlemleyebildiğim kadarıyla iki ana gruba ayrılıyor.
Birinci grupta, “Atatürk’ün de hataları olmuş, sizin yazılarınızdan, kitaplarınızdan çok şey öğrendim” diyenler var. Devamla “Ama yine de Atatürk’ü çok severim, o olmasa memleket ne halde olurdu” diyorlar. Gayet makul, her konuda anlaşamasanız bile (bu şart da değil zaten) konuşabileceğiniz, tartışabileceğiniz insanlar. Tartışmalarınızda çıkan en mühim problem, “Nereden bilsin böyle olacağını…” gibi Mustafa Kemal lehine gerekçe arayışlarına itiraz ettiğinizde ortaya çıkıyor.
Çoğu, Kemalist tabirinden ziyade Atatürkçü olarak nitelendirilmeyi tercih ediyor. Atatürkçü olmayı çağdaş, ilerici, demokrat, hatta solcu olmakla eş değer görüyorlar. Sağ cenahtan kişi ve partilerin Atatürkçü oluşunun tamamen “takiyye” olduğuna inanıyor ve Atatürkçülük kisvesi arkasına gizlenerek ülkeyi emperyalizmin uydusu haline getirdiğini savunuyorlar, vs.
Bu kesimde bana en tuhaf gelenler, bir zamanlar Marksist, Leninist, Stalinist, Maocu, komünist filan olup da bu sıfatlarına gayrıresmi biçimde Atatürkçü, Kemalist olmayı ilave edenler. İsimleri lazım değil ama içlerinde keskin solculuk zamanlarından tanıdığım, ünlenmiş kişiler de var. Birlikte mahpus yattığımız, işkence eziyet gördüğümüz, direndiğimiz eski solcu arkadaşlarımın çoğu da görmeyeli düpedüz Kemalist olmuşlar. Bazı vesilelerle görüştüğümüzde siyaset konuşmamaya özen gösteriyorum.
Çünkü “Ya Cafer” diye başlıyorlar söze ve benim memleket meselelerine getirdiğim yorumlara karşı bazen şaşkınlıklarını, bazen kızgınlıklarını dile getiriyorlar. Her şeyi çok iyi bildikleri için de ısrarcı oldukları konularda ikna olabilmeleri mümkün değil. Mesela demokrat olmayı küçümsüyorlar, “Reformist olmuşsun” diyorlar. Bu arada bana böyle diyenler “devrimcilik” yapıyorlar sanmayın; çoğu iş güç sahibi, herhangi bir alanda elini taşın altına sokmaktan kaçınan, siyasetle ilgileri CHP’de şunun bunun adamı olmaktan ibaret kişiler…
Adı lazım değil, bir derneğin Dersim 38 ile ilgili bir etkinliğine katılmıştım konuşmacı olarak, 2019 yerel seçimlerinden kısa süre önceydi. Dersim gerçekleriyle ilgili görüşlerimi özetle paylaştıktan sonra, “iğneyi biraz da kendimize batıralım” demiştim; “Çok haklı olduğumuz taleplerimiz var, Dersim’e adının iade edilmesi, Seyit Rıza ve arkadaşlarının cenazelerine ne yapıldığının açıklanması gibi. Ama bunları demokrasi mücadelesinin talepleri olarak yeterince gündemleştirmiyoruz, çabamız yetersiz” vs. Belirtmiş olayım; dinleyicilerin çoğu CHP’nin yerel örgütlerinde siyaset yapan insanlar, birkaç ilçe başkanı da vardı.
Bu özeleştiriye davet eden konuşmam üzerine dinleyicilerden bir genç kadın, “Ama Hocam” dedi ayağa kalkıp ve sert, keskin bir edayla devam etti; “siz bizi reformist olmaya davet ediyorsunuz! Dersim ve diğer sorunlarımızın nihai çözümü devrimdir!”
“Reformist değil de demokrat olmak diyelim. Ama illa da reformizm diyorsanız, öyle olsun. Ben kendi nam-ı hesabıma demokrasi mücadelesini önemsiyorum” gibi şeyler söyledim. Kadın keskin konuşmaya devam edince, “Valla” dedim, “yapacağınız devrimin önünde ben engel değilim herhalde. Ben bu uğurda ölüm dışında her türlü bedeli ödedim ve evet, demokrat olmayı öneriyorum.” Kadının yüzündeki küçümseyen ifadeye aldırış etmedim.
Toplantı bitince öğrendim, bana “reformizm” eleştirisi yapan keskin hanımefendi bir mahallede muhtar adayıymış! Hatta yanıma gelip seçim ve propaganda çalışmalarına destek vermemi istedi. “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedim içimden. Dışımdan ise, “Muhtarlık önemli bir mevzi, dilerim olursunuz, gelirim ben de yardımcı olacağım bir şey varsa” dedim.
Birinci grup diye adlandırdım ama görüldüğü üzere bunlar da kendi içlerinde hayli çeşitli. Uzatmadan ikinci grup çeşitlerine bakalım bir de.
Bunlar birbirine yakın düzeylerde Kemalizm’i bir ideoloji olmanın da ötesinde adeta bir din olarak algılayanların oluşturduğu karışık bir kesim. Dindar yurttaşlara “yobaz”, “gerici” vb. diyorlar ama kendileri daha az yobaz değil. Aslında bu, bütün siyasi ve ideolojik angajmanlar için geçerli bir durum. Bir düşünce, görüş veya inanç sistemine sormadan, sorgulamadan, körü körüne ve bağnazca bağlı olduğunuz zaman, yobaz oluyorsunuz. Yobazlık sadece fundemantalistlere özgü değil yani.
Her türlü soru ve sorunun cevabı Kemalizm’de var derseniz, Mustafa Kemal’i her şeyi bilmiş, görmüş, yapmış, dosdoğru yapmış biri sanırsanız, kızmaca yok, yobaz oluyorsunuz. Bırakalım bazı ortak paydalarda anlaşmayı bir kenara, üslubu adabıyla tartışmakta, konuşmakta ciddi sıkıntılar yaşayacağınız tipler de bu kesimden çıkıyor karşınıza.
Her şeyi dosdoğru bildiğini zanneden ve ne kanıt gösterirseniz gösterin yanlışını asla kabul etmeyen, bu ilkel gerçeğiyle yüzleşmeye yanaşmayan kişiler bazen “solcu”, “komünist” kisveleriyle arz-ı endam ediyorlar. Genellikle kafası karışık tipler. Ortak noktaları, özellikle Kürtlere karşı ırkçı olmaları ve din, dindar deyince kafalarının “Bunların alayını…” şeklinde çalışması.
Bir örnek… Yakın zamanda böyle bir kafası karışık ırkçı vatandaş, benim yazılarıma üst perdeden ve hakaretamiz yorumlar yazıp duruyordu, tabii bolca törör, törörizst lafları eşliğinde. Alttan aldıkça adam durduk yere coşmaya başladı; Mahmut Esat Bozkurt’tan esinlenmiş laflar (“Nasıl ki Alman devleti Alman ırkının devletiyse Türk devleti de Türk ırkının devletidir. Bunu bilmeyenler kafasını taşa duvara vurur” vb.), Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi…
Sabır bir yere kadar, sabır taşı olmak iddiam yok neticede, ben de mizahı, alttan almayı ve “diplomatik” üslubu bir tarafa bırakıp benzer bir agresif üslupla saldırı ve hakaretlerine cevap verince, adam toz oldu. Ne olur ne olmaz kafam karışmasın diye düşünmüş olmalıdır, bilmiyorum…
Bu tür kişilikler için de Kürtçe sözler biliyorum ama biraz ağır kaçabilir, o yüzden yazmasam daha iyi.
Uzatmayayım dedim ama uzattım.
Bu yazının ana fikri olsun: Her türlü yobazlıktan, bağnazlıktan uzak durun, demokrat olmak iyidir…
—–
Kapak Görseli: Erik Stein (Pixabay)