Okumalar, Değinmeler-17: “Birbirimizi tanımadan evleniyoruz.”
1800’lü yıllarda gençler evlenecekleri kişiyi evlilik öncesi tanımak istiyorlar. Dönemin ruhu bu.
26.11.2022
Doktor Bey, 1880-90’larda Avrupa’da tıp okumuş, dönmüş İstanbul’a gelmiş. Sevimli, sempatik, “Avrupai” bir genç adam. Kadın doğumcu olarak mesleğinde gayet iyi, artık izdivaç yaşı da gelmiş. Ablası hanımefendi, doktor kardeşi için uygun bir eş araştırmış bulmuş: Mabeyinci Kazım Efendi’nin küçük kızı.
Küçük Hanım çarşafa girmeden önce at binmiş, kürek çekmiş, Arapça, Farsça ve Fransızca’yı anadili gibi bilir, alaturka ve alafranga piyano çalar. Hatta kalemi de kuvvetli.
Genç Doktor, Küçük Hanım’ın evini, ailesini sık sık ziyaret ediyor. Belli ki bu izdivaç’ın olabilirliği var. Doktor bey, bir ziyaret sonrası evden ayrılırken selamlıkta asılı paltosunu giyiyor. O da ne! Palto cebinde, leylak kokulu bir kâğıda gayet zarif bir elyazısı ile yazılmış kısacık bir mektup:
“Birbirimizi tanımadan evleniyoruz. Yakında müşterek bir hayat kuracağız. Bu hayata girmeden evvel, sizin nasıl bir insan olduğunuzu bilmek istiyorum, lütfen bundan sonraki ziyaretinizde, bana nasıl bir insan olduğunuzu, hayat hakkındaki düşüncelerinizi ve olduğunuz gibi kendinizi anlatınız.”
Doktor Bey, cebinde bulduğu mektuptan çok memnun. Kendisi de evlilik öncesi eşini tanımak istiyor. Düşünceleri uyuşuyor.
1800’lü yılların ikinci yarısında, iyi eğitim fırsatı bulabilmiş gençlerde, görücü usulü evlenmeye karşı ciddi bir itiraz var. Evlenecekleri kişiyi evlilik öncesi tanımak istiyorlar. Dönemin ruhu bu.
Ara alıntı: “On dokuzuncu yüzyılın sonuyla yirminci yüzyılın başında, Osmanlı evlilik töreleri ve daha genel olarak Türk kadınlarının ıstırabı konusunda açık bir protesto vaveylası yükseldi. Bu protestocuların çoğu, (…) üst ve orta sınıf erkekleriydi. (…) Bu erkekler, öyle anlaşılıyor ki, artık yaşlı kadın akrabaları tarafından ayarlanan ve denetlenen görücü usulü evlilik istememektedirler; romantik ilişki ve aşk özlemi çekmektedirler; karşılıklı düşünce alışverişinde bulunabilecekleri eğitilmiş zevceler istemektedirler; iki cinsin rezalet ya da dedikodu korkusu olmadan bir arada bulunabilecekleri bir sosyal yaşam özlemektedirler, kısacası, geleneksel Osmanlı hayatının baskıcı kurallarından kurtulmak, özgür olmak derdindeler. (…) Adını koymak gerekirse, bu tam anlamıyla, ailedeki Osmanlı ataerkil düzenine erkek başkaldırısının bir biçimiydi ve böyle bir başkaldırı ancak, söz konusu erkekler kendi kuşaklarından kadınları da peşleri sıra sürükleyebilirlerse başarılı olabilirdi.”
(Bu gidişatın sonrasında, erken Cumhuriyet yıllarında kadınları hayal kırıklığına uğratan kararlar alacak genç Cumhuriyet.)
Jöntürk mensubu ve İstibdat karşıtı, Paşazade Doktor İsmail Vehbi Derviş Bey ve Mabeyinci Kazım Efendi’nin küçük kızı Hesna Hanım evlenirler. 1900’lerin başlarında ikinci kızları doğar. Adını Hatice Suat koyarlar.
Yukarıda yazdıklarımı Suat Derviş, Efsane Bir Kadın ve Dönemi (1) adlı kitaptan çaldım çırptım. Aradaki alıntıyı Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar (2) adlı kitaptan kurguladım. Her iki yazarımıza da bize bu kaynakları sundukları için teşekkür ederim. Alıntıların bu kısa yazıya göre kurgulanmasından doğabilecek hatalarımı mazur görmelerini rica ederim.
***
Geçtiğimiz Mayıs-Ekim ayları arasında, ölümünün ellinci yılında gazeteci-yazar Suat Derviş'i anmak için bir dizi etkinlik yapıldı. (Sanat Kritik ve İthaki Yayınları’na can-ı gönülden teşekkür ederim.) Etkinlik programını şu adreste görebilirsiniz.
Suat Derviş’in anne ve babasının evlilik öncelerinden kısaca söz ederek S. Derviş’in hangi koşullar içine doğduğuna değinmeye çalıştım. Kişinin içine doğduğu zemini, başlangıç koşullarını –kişinin eylemleri ve iradesi ile yaratabileceği farklılıkları unutmadan– dikkate almayı önemserim. O zemine maddi hayat diyelim, sosyo-ekonomik koşullar, belirleyiciler diyelim, ama kader demeyelim. Kader diyenin ağzına biber sürelim.
***
İlkokul son sınıf veya orta ilk talebesiydim, Fosforlu Cevriye’yi okumuştum. Çocuk/ilkgenç aklımla bende kalan, siyasi bir kaçağı kollayan, âşık ve ölümüne fedakâr bir kadın idi. Yıllar sonra Cevriye bize Türkan Şoray-Tanju Gürsu oyunculukları ile film olarak geri döndü (1959). 2000’lerin başlarında da TV dizisi olarak izlendi. Filmi ve TV dizisini izlemiş olun/olmayın neticede hafızalarda kalan Hicaz bir şarkı oldu :
“Karakolda ayna var, ayna var
Kız kolunda damga var, damga var
Gözlerinden bellidir Cevriyem
Sende kara sevda var”
***
Şimdilerde, “popülizm” denilen şeyin insan hakları ve emek kavramlarına karşı sağır sağ siyasi hareketlerin kan dolaşımını sağlayan bir “zımbırtı” olduğundan sıkça söz ediliyor. Bence yeni başlamadı. Eleştiren, sorgulayan akılı karalamanın geçer akçe olduğu tüm zamanlarda en azından zemin/maya olarak vardı. Bunu niye söylediğimi sormayın. İçimden geldi.
Ama sanırım Suat Derviş örneğinde, yazarı ve eserlerini döneminin ruhundan, atmosferinden kopararak, eserlerini cımbızlayarak ele alan tavırlara dair konuşmuş olabilirim.
Yazıyı Fatmagül Berktay’ın Fosforlu Cevriye romanına dair cümleleri ile bağlıyorum:
“Kitabın yazarı da kahramanı da, bireyleşmenin son derece zor olduğu bir toplumda ‘kendisi olma’yı seçen ve bu seçimin içerdiği bedel ve riskleri yakınmasız üstlenen, böylece ‘özne’ konumunu hak eden kadınlar… Suat Derviş, ölümünden kısa bir süre önce, 1970’lerin başında Demokratik Devrim Derneği’nin düzenlediği bir toplantıda, kendisini, ‘Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner’in eşi’ olarak tanıtmalarına karşı hiç duraksamadan ayağa kalkıp ‘Hayır, ben yazar Suat Derviş!’ diyebilen ve ‘muharrir’ kimliğini her şeyin önüne koyan, gerçek bir bireydir. (…) Özgürleşmenin temel ölçütünün yaşam seçeneklerinin genişlemesi, özneleşmenin ise bu yaşam seçeneklerini kullanarak risk almak (ve elbette karşılığında bedelini ödemek) olduğu hatırlandığı zaman, Suat Derviş’in daha 1920 ve 30’larda, gerçekten özgürleşme ve bireyleşme çabasında olduğu ve sınırları zorladığı görülür. Sınırda ya da ‘kıyı’da olma halinin getirdiği bu cesaret, kurulu düzene meydan okuma ruhunun iyice köreldiği günümüz Türkiye’sinde taze bir esinti etkisi yapıyor.” (3)
Selam sevgi ile
*
(1) Liz Behmoaras, Suat Derviş, Efsane Bir Kadın ve Dönemi, Remzi Kitabevi.
(2) Deniz Kandiyoti, Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar – Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, Metis Yayınları.
(3) Fatmagül Berktay, “Yıldızları Özgürce Seyretme Hakkını Savunan Bir Roman: Fosforlu Cevriye”, Kadın Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2013/1, Sayı: 12.