Kurtarıcıyı beklemezken
Kurtarıcı yok ama birbirini kurtarmak var. Atıllıktan, umutsuzluktan, kayıtsızlıktan kurtarmak.
30.11.2022
Kurtarıcı kelimesi aklımdan çıkmıyor bu ara. Ne çok şartlandırıldık dört koldan kurtarıcı beklemeye. Siyasette, dinde, ailede, işte, evlilikte her biri ayrı bir kurumun adı olan her alanda kurtarıcılara şartlandırıldık. Ah o bir gelse, çekip çıkarsa seni, nasıl da güzel olacaktı hayat. Nasıl da genişleyecekti hapishanen. Kolunu uzattığında elinin çarpmadığı dört duvarı özgürlüğün sanabilecektin. Sana dokunmadıkça yılanlar, bin yıl yaşayabilecektin.
Masallar hep kurtarıcı prensin öpücüğünden bahsetti. O yüzden zaten bu kadar önemli ya her şeyi sil baştan yazmak. Anlatıcı sesi, kahramanları, kurguyu, bütün o yapay replikleri alaşağı edip kendi hikâyeni anlatmak. Bunu fark etmek, yıllara, pek çok yanılgıya mal oluyor ama olsun bazen aldanmaktan daha öğretici bir ders yok. Hatalarından öğreniyorsun. Düştüğün yerden kalkarken anlıyorsun gücünü. Elini ağrıyan sırtına götürdüğünde bir bakmışsın kemiklerin değilmiş sızlayan. Varlığını görmezden geldiğin kanatlarınmış. Uçmaya başlıyorsun.
Kurtarıcı prens, bu düzen aldatmacasının kod adı. Yoksa hepimiz bir makbulün kalıbına sığışmaya çalıştık, sonra bir yerlerimiz taştı, kanadı. Elbette makbulün tanımı var. Ama hani olur da bir yerlerinden tanıma uymuyorsanız, ikinci bir şans da var. Zira vatandaşlığın, muhalifliğin, bir etnik kimliğin, cinsel yönelimin, cinsiyet kimliğinin, bir inancın, medeni durumun, akla hayale gelebilecek her farklı var oluşun dahi bir makbulü var. Yeter ki taviz vermeye razı olun, yeter ki bir şeylerinizi inkâr edin uyum denilen öğütücü uğruna.
Öte yandan kurtarıcı prens yok, öpünce kendi yakışıklı, kusursuz özüne kavuşan kurbağa prensler de yok. En son yazımda Young Royals dizisini incelemiştim uzun uzadıya. Bazen tek gerçeğin kurgu hikâyeler olabiliyor. Yeter ki kalbine işlesin, zihnini meşgul etsin. Yani sahici olsun, sana dokunsun. Galiba bu kurtarıcı kavramı oradaki genç veliaht prens imgesi üzerinden de yer etti içimde. Malûm, hikâyenin baş kahramanı on altı yaşındaki Wilhelm, yatılı okula verilmesi yetmiyormuş gibi ailede tek konuşabildiği ağabeyi Erik’in trafik kazasında anî ölümü üzerine kendisini veliaht prens olarak buluyordu. Sırf gittiği bir barda kavgaya karıştı diye, kendini bir anda arkadaşlarıyla devam ettiği oklundan alınıp bu zengin ve namalı ailelerin çocuklarıyla, sınırlı sayıda burslu öğrencinin okuduğu kurumda bulan, anksiyeteyle boğuşan, kamu önü konuşmalarından, pozlardan, maskelerden bucak bucak kaçan gencin giderek daralan hayat alanına bakmak görünüşte “her şeyi” olma hâlinin nasıl aldatıcı olduğunu da gösteriyordu.
Aynı durum mükemmeliyetçi annesini tatmin etmek için kilosuna dikkat etmek, siyahlığına ait kıvırcık saçlarına sürekli fön çektirmek ve atlardan korktuğu hâlde binicilik dersi almak zorunda olan Felice için de geçerliydi. Düzeni devam ettirmeye kararlı olanlar dışında her gencin boğuştuğu bir yalan vardı. Simon, alkolik ve kaçakçı babasının hayal kırıklığını unutturmak ve takıntılarıyla, zengin arkadaşlarının hayatına öykünmesiyle sürekli sorun çıkaran ablası Sara’nın gerginliklerini hafifletmek için annesine devamlı mutlu okul tablosu çiziyordu. Oysa onun da sorunlardan kaçmak, sıkıntı ve kederi görmezden gelmek ve sadece devam etmek şeklinde bir savunma mekanizması vardı.
Her şey Wilhelm ve Simon birbirlerinden etkilenip birlikte olmayı denemeye kalkınca alt üst oldu. Çünkü aşkın ne saklanabilir bir yanı var ne de yalanlara alan tanıma alışkanlığı. Gerçek bir aşk küçük bir devrimle eşdeğer. Bir başkası aracılığıyla kendini tanıma sınavı.
Küre kırılınca, daire çatlayınca
Bu sınav iki sezondur büyüme mücadelesindeki Wilhelm’in ve Simon’un tepesinde. İroniyi katlamak üzere olsa gerek Erik ve Wilhelm’deki birer kurbağa prens biblosunun yakın çekimlerine bol bol yer veriliyor dizide. Wilhelm’deki bir kar küresinin içinde ve bizzat Erik tarafından ona verildiği için hayatta bağlı olduğu tek nesne olabilir. Bir de Erik’in tütün tabakası. İçinde okul kulübünün de sloganı olan “Bir kez kardeş olan hep kardeş kalır” yazısı kazılı…
Wilhelm, Simon’un başka biriyle çıktığını görünce sinir krizi geçirip annesine ve saray görevlilerine artık bu veliaht prenslik oyununa devam etmeyeceğini haykırdığında, bu isyanın karşılığı güvenlik görevlileri eşliğinde okuldan alınmaya çalışılması olmuştu. Besbelli çocukluğundan beri yanında olan görevli Malin on altı yaşındaki bu genci un çuvalı gibi tutmuş, yapıştığı o masadan ayırmaya çalışıyordu. Biz de öylece izliyorduk. Sonra bu itiş kakışa dayanamayan kar küresi masadan yuvarlandı ve kırıldı. Zaman ağır çekime geçti. Wilhelm’in elleri simlerle kaplandı, parmakları camın kırık kenarlarını okşadı. Hafıza devreye girdi ve Erik, kendi rızası dışında yatılı okula yollanan küçük kardeşine dedesinden hatıra bu küreyi verdi. Bir yandan da takılıyordu ona: “Dua et, en azından veliaht prens değilsin.”
Oysa işte şimdi veliaht prens o. Rütbeli bir kurbağa, ağabeyinin yokluğunda. Annesiyle güvenliği başından çekmeleri için dahi devletler arası görüşmeler gibi pazarlık etmesi gereken. “Ormanın ortasında ne güvenlik riski olacak?” diye isyan ettiğinde annesinden “Şu an en büyük tehdit sensin” yanıtını alan. Öyle ya düzen ne edeceği belli olmayanlardan çok korkar çünkü onlara karşı strateji geliştiremez. Hesaplanabilir muhalefete yer vardır ama delilere, çılgınlara yoktur. O çeşit bir cesaret hep tehdit sayılır. Güvenliğe tehdit…
Buradaki kurbağa prens bibloları kıstırılmışlığın, hayatına uymayan bir kalıbı üzerine geçirmişliğin diğer adı. Yeşil esaret. Wilhelm, Simon’u öpebilecek cesareti bulduğunda, onu nasıl da deli gibi öpmek istediğini kendi kendine itiraf etmek zorunda kaldığında başlamıştı o küçük devrim. Ayrı oldukları dönemde ağabeyinin acısıyla kıvranırken ve kafası bir dünyayken sildiği numarayı ezberden arayıp “Her şey sahte. Senden hoşlanıyorum, bir bu yalan değil” diyebildiğinde ve Simon, gecenin bir vakti futbol sahasında kendinden geçmişken yanına gelip ona sahip çıktığında atılmıştı diğer koca adım. Ve bizzat Erik tarafından emanet edildiği kuzeni August’un sızdırdığı sevişme videosunu inkâr etmek zorunda bırakıldığı için Simon’u kaybeden Wilhelm’in kameralar önünde itirafıyla son bulmuştu.
Sonra o gün geldi çattı. Wilhelm kameralar karşısına geçti ve eline tutuşturulan kartlardan konuşmasını okumaya başladı: “Hillerska sadece gelecekte omuzlarımıza yüklenecek sorumluluğu sırtlayabilmek için iyi vatandaşlar olmayı öğrendiğimiz yer değil. Burası bir ev. Hillersa tıpkı sevgili annem için ve benden önce ağabeyim için olduğu gibi benim için de bir ev oldu. Okulun sloganı ‘Miras için sorumluluğunu hisset. Tarihinle gurur duy. Gelenekleri sonraki kuşağa aktar’ şeklinde…”
Wilhelm bu noktada elindeki kağıtları bıraktı. Kendi kendine hayır diye fısıldayıp başını salladı. Sonradan kameralara bakan artık başka bir genç ve sonradan söyledikleri kalbinin sözleriydi: “Geleneklerin hangilerinin iyi hangilerinin kötü olduğunu düşünmek için bir an duraklamadan onları olduğu gibi tutmak aslında bir sorun. Böyle yapınca hiçbir şey olmuyor. Sadece gelenekleri izleyeceksek nasıl evrilebiliriz? Toplu paniğe yol açmadan okul marşımızın yeni versiyonunu bile söyleyemedik. Birbirimizden sırlar saklıyoruz. Yalan söylüyoruz. Birbirimizi korur gibi yapıyoruz çünkü böyle yapmazsak olabileceklerden korkuyoruz. Akıbetten korkuyoruz. Ben de korkuyorum ama bu iş burada son buluyor. Geçen dönem sızdırılan videodaki kişi bendim. Benim ve Simon’un olduğu şu video… Başka kimseyle paylaşmak istemediğim bir andı o yüzden yalan söyledim ama bendim o.”
Bu kadar yalın ve sade. Küçük devrimin son büyük adımı. Sonrasını henüz bilmiyoruz. Bir ilişkiyi yürütmek de devrimdir, sıradan hayata direnmek yürek ve emek ister. Ama hani Simon’un ablası Sara kardeşinin Marcus’la olması karşısında, “En azından onun sürekli kurtarılması gerekmiyor” demişti ya, bu sahne o haksızlığa da en büyük yanıt olsun. Wilhelm kendini bir esaretten kurtarırken, Simon için ve bütün arkadaşları için de hakikati orta yere davet etti o gün.
Kurtarıcı yok ama insanın insanı kendinden kurtarması var. “Kendimi unutmuşum ben” dedirtmesi birine. Unuttuğunu hatırlatması. Unuttuğunu hatırlatmak bir insana verebileceğin en güzel hediye. Yan da Gülten Akın’ın “Yağmurlu” şiirinde dediği üzere:
Uzağı ne zaman düşünsem aydınlık
Burda geceler kaldı sen gittin
Geceyle uyku suyla yosun
Benimle olduğunu bilmez misin
Uzak ve beyaz şehirlerden
Bir ince yağmurla gelirsin
Gece bekçisini sokağından
Garibi yatağından çeker alırsın
Bir hikaye bilir söylerim
Dost yıldızlara karşı ve sabaha doğru
Bu hikayenin bir ucu sendedir
Kurtarmak isterim kurtarmak isterim
Bütün uçurtmaların ipi elindedir.
Sebepsiz iyilik
Kurtarmak sözle değil eylemle sınanıyor. Temasla var oluyor. Küçük hayatımızda yaptığımız ve yapmadıklarımızla. Sebepli iyilik diye bir şey yok, ona çıkar diyorlar. Dolayısıyla iyilik dediğin aslında sebepsiz olan bir şey. Kimse senden beklemiyor, bir mecburiyetin yok ama iyi davranıyorsun çünkü başka türlüsü elinden gelmiyor. Kendi sevdiğinin başında hastane nöbeti tutarken tanımadığın ve refakatçisi olmayan bir hastaya yemeğini yediriyorsun misal. Bekleme salonunda, asansörde, bitmeyen bir kuyrukta, sabrın sonsuzlukta sınandığı bir yerde tanımadığın bir insana selam veriyorsun. Bir başkasına sigara. Çünkü bir nazik ifade, hesapsızca yapılan ve başkasına deva olacak küçücük, sıradan bir eylem sana da iyi geliyor tuhaf bir şekilde. Bir an için dünyayı güzelleştiriyorsun tek bir insan nezdinde.
Kurtarıcı yok o yüzden. Ama birbirini kurtarmak var. Hem de nasıl var. Doğru zamanda birinin yanında olmak, onun kalbine dokunacak kelimeleri bulmak ya da sessizliğine ortak olmak aslında mucizeyle eşanlamlı. Ve işin tuhafı o en güçlü görünenlerin en çok ihtiyacı vardır bazen kurtarılmaya. Çünkü istemeyi bilmezler. Ama verildiğinde tek bir bakışla size minneti anlatırlar. Zaman durur ve bir hatıra oluşur. Hatırlanmaya değer güzellikte ve iyilikte bir şey yaşandığı için.
Birini kurtaran kendini de kurtarır. Atıllıktan, umutsuzluktan, kayıtsızlıktan kurtarır. Sevgiye tutunur, bütün uçurtmaların ipini elinde tutanlara. İradeli bağa. Ve hiç olmadığı kadar yükseğe ve uzaklara doğru havalanır…
—–
Kapak Görseli: Sasin Tipchai (Pixabay)