Okumalar, Değinmeler-21: Çizikler ve romantikler
Çiziklerin fotografı çekilemediği için geçip gidiyor. İçeriden çizik bazılarımız. Birileri onlara “duyarlı insan” diyor.
24.12.2022
Yılın sondan bir önceki yazısı. Âdettendir, yıl bitimi bir şekilde vurgulanır. Sonra yeni yılın ilk günleri gelir. Yeni yılın yeniliği vurgulanır. Bu hep böyle gider. Bu gezegenin insan canlısı kendini bayraklara, cinsiyet tanımlarına, şuna buna, vs.’lere böler ama neticede üç aşağı beş yukarı hepsi aynı soyun şeyidir. Hepsinin beyninde amigdala denilen duyguların denetiminden sorumlu bir genel müdürlük var.
Duygular önemli, yeri geldiğinde kendi ayağımıza sıktırırlar. Duygular/hisler düşüncelere yön verir, onları şu/bu yönde azmettirir fakat kendilerini saklarlar. O şeyi (hangi şeyi?) sana yaptıranın düşünce olduğunu zannedersin ama düşüncenin altında yatan bir his olabilir.
***
Ben insanın duygu, düşünce, davranış hallerine hafif mizahi bakmayı seviyorum. Zalimler, despotlar, sömürgenler, kemirgenler ve eşlikçileri, tamamlayıcıları b*ku püsürü hariç. Belki onlara da yer yer mizahi bakabilirim. İtin kulağına, yerin dibine sokan türden bir mizah ve bir yere kadar. Fakat kötülük ile dalga geçmeye gelmez. Şakası yoktur kötülüğün.
***
Mizah, insan canlısının kendisini tarif etme, dışa vurma, diğer insan canlısından ayırma, kendi ayağına sıkma (ve daha bir sürü) tavırlarında doğuyor. Veya o tavırlar esnasında mizaha zemin oluşuyor. Mesela sözlere bakalım: “Onlar bir tuhaf”, “Onlar denişik”.
Kim acaba bu lafı söyleyen insan? Beden dili, ses tonu nasıl? “Onlar”ın farklılığını vurgularken hangi ölçütleri esas alıyor. O ölçütleri nereden almış? Vardığı sonuçtan hasımlık, husumet mi üretiyor yoksa bir arada yaşayabiliyor mu “denişik” dediği ile.
İkinci durumda “iki benzemez birarada” şeysinden keyifli bir mizah çıkabilir. Fakat husumet üreten seçenekte mizahın rengi kara olur. Bir kötülüğü ne kadar komiğe çekerseniz çekin, zift gibi ağır kokar. İnsanın içine sızar, nefesini zorlar.
Üçüncü bir yol yok mudur? Bence vardır. Veya olabilir. Mesela kötüden ve kötülüğünden öyle bir mizah üretirim ki bir süre sonra okuyucu veya izleyici kötülüklerin sorumluluğunu insan canlısına yüklediğimi ve hedefimin kendisi olduğunu fark eder. Çoğu yarım bırakır, bazıları sonuna kadar devam eder, birileri yaptığımın mizah olmadığını öne sürer.
Fakat bakınız ki hepimiz de haklı olabiliriz ve istersek bu halimizden de mizah çıkar. Bu sonuncuyu becerebiliyorsak, (birbirimize “trip” yapmıyorsak) çoklu farklılık hallerimizi sakince tartışıyorsak hoş bir çatışma ile keyifli bir seyirlik üretebiliriz.
Çünkü mizah, algılama/düşünme, yeryüzüne bakma biçimidir. Çeşitli mizah türleri vardır. Bazıları zeka gerektirmez. Onlara komiklik diyoruz. Veya ben öyle diyorum.
***
Biraz daha söz sıralayacağım. Mesela: “komşularımın listesini yaptım bizde kalaşnikov var” (bu mizahı zorladı, hatta deldi geçti), “boş iş bunlar, para etmez”, “farkındalık” (hangi cümlede geçerse geçsin), “noktasında”, “şahsım”, ….
Uzayıp gider bu gibi sözler. Havada uçuşup dağıldıkları için pek fark etmiyoruz belki ama sözlerden oluşmuş bir çalılıkta yaşıyoruz. Çalılar çiziyor oramızı buramızı. Çiziklerin fotografı çekilemediği, görünür olamadığı için geçip gidiyor. Herkes için geçip gitmiyor. Bazılarımızın içinde bir yerlerde iz bırakıyor. İçeriden çizik bazılarımız. Birileri onlara “duyarlı insan” diyor. Bak işte yine bir çizik. Birini, birilerini tanımlamak çok hassas bir konu. Aman diyeyim.
Tikkat, romantik!
Konuyu değiştiriyorum. Son iki yazıda kendim için üç kere “romantik” kelimesini kullandım. Arz edeyim:
“…benim kuşaktan bazı Avrupalıların anne-babaları, yakınları, Alman harbi yıllarında ve sonrasında çok ter döktüler, mücadele ettiler. Bu, Avrupa’nın direngen yüzü. Ben bir romantik olarak Avrupa’nın bu yüzünü, toptancı anti-Avrupacılar’a karşı hep savundum.”
(Şair burada şunu demek istemiş, Avrupalıların topunu bir kaba koymayın, genellemeyin, dangalaklık etmeyin, orada iki savaş görmüş, acısını çekmiş, elinden geldiğince direnmiş insanlar var. -İtirazi romantik-)
(…) benim gibi romantikler, Avrupa siyasi kurumlarından insan hakları gibi konularda demokratik ilkelere bağlı kalmalarını talep ediyor, Avrupalıların sosyal siyasal hak savunularına, eylemlerine kulak kabartıyor.”
(Şair burada iki basamakta fikir belirtmiş. Birinci basamakta siyaset-finans ve devlet mekanizmalarının görünür-görünmez birimlerinden oluşan kurumları demokratik kararlar almaya davet etmiş. –Şüphesiz o kurumlar da şair’in davetini bekliyorlardıJ- İkinci basamakta ise, “orada olup bitenleri, itirazları ve muhalefeti izliyorum” demek istemiş. Şairin iyi niyetinden kuşkumuz yok. Fakat derler ki “tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.”)(*)
Bir de şu var:
“Hani şu sonuna kadar yanan ve geride kömürleşmiş, beli bükülmüş bir figür bırakan kibritler gibi. Bir ‘figür’ dedim, ‘şey’ demedim. Çünkü yanık hali ile daha anlamlı sanki. Niyeyse? Bence hep romantiklikten.”
Yanık kibrit çöpünü anlamlı bulmanın ne tür romantik’lik olduğunu çözemedim. Vaktiyle Nezihe Hanım ile sohbet ederken de böyle bir laf etmiştim. Mesela bakınız:
“Çıkıp geceyi koklayalım mı? (Nezihe Hanım) Gökyüzü parçalı bulutlu. Arada yıldızlar var. Uzakta, ağaçlar arasında parıldayıp kaybolan birkaç ev ışığı, baca dumanlarından yayılan odun kokusu, komşudan tv sesi. Peki, çıkmayalım. Sobaya bir odun atayım. Bulaşıkları sudan geçireyim. Hikâyenizi kaldırayım. Belki başka bir hikâye düşünürüm. İki kişinin çarşaf gerip katladığı bir hikâye. Hayat iki kişi ile farklı bükülüyor. Tekli bükülmeler yarım yanmış kibrit çöplerine benziyorlar. İkili bükülmelerde iki yanık kibrit bazen çok hoş sarmallar yaratır. Bazen.” (Hisli Kirpi, İletişim Yay.)
***
Seneye bu romantizm, romantiklik şeysi nedir, ne değildir bir bakayım diyorum. Yine de şuraya, “teaser” ya da “gel gel” olarak top kumaş ucundan bir parça, bir Romantizm tanımı bırakayım:
“Sıradan şeylere yüksek bir anlam, alışılmışa gizemli bir itibar, bilinene bilinmeyenin onurunu, sonluya sonsuz bir görünüm vererek onu romantikleştiriyorum.” (Novalis, Alman Romantizminin pirlerinden)
Bu yıl da yandı geçti. Gelecek olan için iyilikler dilerim. Kuşlar: Kanatlı Uygarlık belgeselinde, leyleklere su ve yiyecek bırakan kadın hayatta ise ellerinden öperim. Kadının kıymetini bilen leyleklere de selam ederim.
***
(*) Dağa küsen tavşan’ın yanılgısına benzer bir laf daha var: “Katır sidiğinde sineksin, kendini deryada sanıyorsun.” Kişiye yanıldığını söylemekle kalmayıp aynı zamanda aşağılamak ve incitmek maksadı ile kurulmuş sivri uçlu bir cümle. 20’li yaşlarımın başında bir üniversite öğrencisi idim, kendisini “İslam komünisti” olarak tanımlayan, 45-50 yaşlarında bir tanıdığım ile politik tartışma içindeydim. Ben, tanrı kavramının insan canlısı tarafından yaratıldığını söyledim. O da cevaben bana katır sidiği takdim etti…! Bu memleketin söz sanatlarına hayranım. Keşke başka memleketlerin söz sanatlarını da bilebilseydim.
—–
Kapak Görseli: Şahin Sezer Dinçer (Pixabay)