Okumalar, Değinmeler-33: Ciddiyet ve “tırıs gider”
Bir belediye başkanının “sivil”, “kamu” bir göreve gelirken “devlet adamı ciddiyeti” ifadesini tercih etmesi dikkatimi çekmişti.

18.03.2023
Bir önceki yazımın son paragrafı şu idi: “Resmi birimlerin sivil inisiyatiflere üvey evlat muamelesi yapması önlenebilir mi? Çatık kaşlılıktan, hiyerarşik dikeylikten, amirin karşısında el pençe divan duruşlardan, koltuk makam kibirinden uzak bir kamu vazife anlayışı mümkün müdür? Ve kamu nedir?”
Yalın bir cevap buldum. Hikmet Kıvılcımlı’dan:
“Kamu ile devlet’i aynı şey sayıyorlar. Oysa kamu: Topluluğun tümüdür; Devlet: Topluluğun dışına ve üstüne fırlamış bir egemen sınıf avadanlığıdır.” (Aktaran, Tanıl Bora, “Nerede Bu Devlet?” – Devlet Dersi ve Kamu, Birikim)
Benim kuşağım Kamu İktisadi Teşekkülü (KİT), Kamu İktisadi Kuruluşu (KİK) kavramlarına alışkındır. Ben söze girmeden önce Tanıl Bora’nın yukarıda, parantez içinde künyesini verdiğim yazısından birkaç alıntı yapacağım. Bazı kavramlar yerli yerine otursun önce.
“… Vatandaş, insanlar, ‘devlet’ derken, kamu’yu -onun yuttuğu kamu’yu- aramıyor mu aslında? (…) Makam-mevki atlıkarıncasına çevrilen, kurumsal uzmanlık gelenekleri tahrip edilen, kurum-kırıma uğratılan devleti onarma gereğinden canhıraş söz edenleri işitiyoruz. Ama asıl meselenin, kamuyu devletin tasallutundan kurtarmak olduğu apaçık görünmüyor mu? ‘Devlet kapasitesi’ denilip dururken, asıl ihtiyacımız, kamusallık kapasitesini arttırmak değil mi?
(…)
“Devlet, tarihsel doğumundan beri, kamunun üzerine oturdu – gasp etme çağrışımıyla beraber… Herkesin ortak ihtiyacını-çıkarını karşılama ve temsil etme misyonuyla kurumlaştı. Mülk ve iktidar sahipleri, o ‘herkes’in cevheri ve gasıbı oldular.
(…)
“Kamu/kamusal, zamanımızda bilhassa ağır bir kriz içerisinde. Üç katmanlı krizden mi söz etmeli? Bir katman, az evvel kaba şemasını çizdiğimiz, devletin devlet olmaklığından kaynaklanan yapısal kriz. İkinci bir katman, neoliberalizmin katmerlendirdiği kriz; devletin sosyal işlevlerinden soyunmasının, temel ihtiyaçları piyasalaştırmasının, taşeronlaştırmasının (‘devleti şirket gibi yönetmenin’) yol açtığı kriz. Ki kamusal işlevlerinden soyunmuş o çıplak devlet, ilkel/ilksel veya ‘kök’ devlete benziyor – yani yolu yine ilk bahsettiğimiz krize çıkıyor.”
“Devlet geldi, ayağa kalk”
Tanıl Bora’nın yazısının neredeyse yarısını aktardım. Adeta kopya çektim. Özür dilerim. Uzun zamandır sohbetlerimde ve sağda solda yazılarımın satır aralarında devlet ile kamu’nun aynı anlama gelmediğini söylemeye çalışıyordum. Fakat Tanıl Bora kadar olgun ifade edemezdim.
***
İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinde yeni bir popüler siyasi figür olarak bize takdim edilen Ekrem İmamoğlu, bir mülakat esnasında veya beyanatında “Devlet adamı ciddiyetine uymaz” mealinde bir cümle kurmuştu. Bir belediye başkanının “sivil”, “kamu” kavramlarına yakın, hatta yakından öte bizatihi sivil ve kamu olan bir göreve gelirken “devlet adamı ciddiyeti” ifadesini tercih etmesi dikkatimi çekmişti.
O günlerde Ekrem İmamoğlu adı, Cumhurbaşkanlığı adayı olarak doğrudan kullanılmıyordu fakat “İstanbul’u alan, Türkiye’yi alır” gibi laflar veya Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu yere İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından gelmiş olması yorumları, Ekrem Bey’in politik geleceği için bir perspektif oluşturuyordu. En azından algı düzeyinde.
Ben, “içeriden” haber alamayan bir sade vatandaşım. Basın haberlerinin satır aralarına ve siyasilerin kelimeleri, ses tonları, beden dillerine dikkat kesilirim. Ekrem Bey’in “Devlet adamı ciddiyeti” ifadesini kapalı tribüne işaret olarak yorumlamıştım.(*)
Kaldı ki Ekrem Bey, “devlet adamı ciddiyeti”ne vurgu yaparken yalnız değil.
Bakınız:
“Altılı muhalefet, deprem felaketi karşısında tekrar ve daha kuvvetle, devleti onarmaktan, restorasyondan söz ediyor. Kılıçdaroğlu ‘çok güçlü bir sosyal devleti enkazdan çıkarıp inşa etmekten,’ Akşener devlete liyakat-ciddiyet-samimiyet -ve millet- katmaktan…
Kamu kavramını, HDP eş genel başkanı Mithat Sancar kullanıyor; o, ‘kamuyu esas alan bir sistem inşası’ndan söz ediyor. Mesele, devletin kamusal bir vasıf kazanması; devletin kamulaştırılması.
Kamusallığın yeniden inşasına muhtacız. Aşağıdan yukarıya işleyen bir dinamiğin elzem olduğu bir ihtiyaç, bu.” (Tanıl Bora, “Nerede Bu Devlet?”- Devlet Dersi ve Kamu, Birikim)
***
“Devlet adamı ciddiyeti” ifadesini başka ağızlardan da duydum. Hatta bu ifadenin bir başka şekli şudur: “Devlet geldi, ayağa kalk.”
Hafızamda kaldığı kadarıyla lafın sahibi, 1999 depremi yıllarında koalisyon hükümetinde MHP’li Sağlık Bakanı Osman Durmuş idi. Yunanistan ve Ermenistan’ın deprem nedeniyle yardımlarını geri çevirmişti. Sağlık Bakanı olarak Trabzon’da iken bir hastahanenin Başhekimi ile takışmış ve o esnada böyle bir laf etmişti. Yani ben böyle hatırlıyorum.
Araştırdım. Haber şöyle:
“Sağlık Bakanı Osman Durmuş, kendisini kapıda karşılamayan Trabzon Numune Hastanesi Başhekimi Mehmet Usta'yı makamından kovdu. (…) Çok sinirlenen Durmuş, tartıştığı Usta'ya ‘Terbiyesiz herif. Devletin bakanı böyle mi karşılanır’ diye kızdı ve ‘Siz bürokrasiyi böyle mi öğrendiniz? Ayıp değil mi? Ben devletin bakanıyım ve siz kapıya inme nezaketini bile göstermiyorsunuz. Buraya bakan gelecek, haberiniz mi yok?’ dedi.
“Başhekim’in ‘Haberim yok’ yanıtı üzerine daha da sinirlenen Durmuş, ‘Terbiyesizlik yapma, çık dışarı’ diye bağırdı. Durmuş'un bağırmasına aldırmayan Usta bu kez, ‘Sayın Bakanım. Burası benim makamım, sizin yeriniz değil’ diye karşılık verdi. Bu sözlere daha da sinirlenen Durmuş, ‘Burası devletin yeri, senin babanın yeri değil. Terbiyesizlik yapma. Dışarı çık’ diyerek Usta'yı odadan kovdu.” (Basın)
İlkokulda müsamere kolu öğrencileri, öğretmenlerce kendilerine verilmiş özel bir görev ile sınıf kalabalığından ayrılmış olmakla pek mutlu olurlardı. Bazıları görevin sınırları içinde kalır, yapması gereken ne ise onu yapardı. Bazıları ise görevi, kendilerine görev verilmemiş sınıf çoğunluğuna karşı üstünlük sağlayan bir ayrıcalık zanneder, havalara girerlerdi. Öğretmen iktidarından devşirilmiş “güç” gösterisi.
Acaba aşağıdaki alıntı, Bakan vs. kocaman adamların davranışlarını izah eder mi?:
“Devlet adamlarına ve devlet adamlığı ‘müessesesine’ verilen özel yer, hem devletin kutsallığı anlayışının, hem güçlü devlet telâkkisinin uzantısıdır. Kutsal ve güçlü devlet, onu temsil edenlerin üzerine de bir kutsallık ve güç hâlesi düşürür.” (T. Bora, Millî Tarih ve Devlet Mitosu, Birikim)
***
Yukarıdaki(*) işaretli yorumun günahı benim boynuma. İstanbul seçimlerinde Ekrem Bey’e oy verdim. Mevcut felaketi başımızdan savabilmek için yine veririm. Fakat gözü kapalı davranmadığımıza dair bir not burada dursun. Cümleye “ben” diye başladım, “biz” diye bitirdim. Çünkü yalnız olmadığımı biliyorum.
Ekrem Bey’in Karadeniz gezisinde Nagehan Alçı ile verdiği fotograf eleştirildiğinde, “Vız gelir tırıs gider, neticede birkaç yüz kişi” demişti. Ben o “birkaç yüz kişi”den biriyim.
“Vız gelir tırıs gider” lafı, “Ananı al git” diline yakındır. Bu dil, siyasetin tıkıldığı sığlığın dilidir. Bu dilin dışına çıkabilmenin yolu “devlet adamı ciddiyeti”nden değil, kamusallıktan geçer.
Fakat Ekrem İmamoğlu, kentsel dönüşüm konuşulurken şunları da söylemiş biridir: “Hızlı tarama sistemini getiren arkadaşımız Tayfun Kahraman şu anda hapiste. Bu ülkede daha güvenilir konutlar olsun diye hayatını adamış bir kardeşim hapiste.”
Kamusallık öncelikli olunca dil de değişiyor. Ancak Ertuğrul Kürkçü’nün(*) bir mülakatta İmamoğlu’na dair: ”İmamoğlu başkan seçildikten sonra aslında belki pratikte çok büyük yanlışlar yapmadı. Fakat Türk milliyetçiliğine büyük tavizler veren tavırlar gösterdi. Bazı sloganlara eşlik etti. Kontrgerillanın atası olan İttihat ve Terakki’nin suikast birimlerinin başındakilere saygı gösterisinde bulundu. Topal Osman’dan iyilikle söz etti, vesaire” cümlelerini de bu metne dâhil edersem İmamoğlu “bir orada bir burada” grafiği çizmiş oluyor.
Selam sevgi ile
*
Not: “Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı, bilimkurgu yazarlarını topladı: III. Dünya Savaşı'na hazırlanıyorlar.
“Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı gelecekteki askeri tehditleri değerlendirmek için bilimkurgu yazarlarını topladı. Yazarlar Peter Warren Singer ve August Cole, gelişmekte olan teknolojilerin 20 yıl içinde sunabileceği potansiyel tehditlere dair 8 kısa öykü yazdı. Hikâyelerin bazılarının I. ve II. Dünya Savaşı'ndan ilham alması dikkat çekiyor.
“August Cole, ulusal güvenlik ve gelecekteki savaşlarla ilgili konularda danışmanlık veriyor ve daha önce Wall Street Journal'da savunma muhabirliği görevinde bulundu. Peter W. Singer ise aynı zamanda bir siyaset bilimci ve 21. yüzyıl savaşları üzerine çalışan bir akademisyen. Yazarın hem kurgu hem de kurgu dışı kitapları var.”
(*) E. Kürkcü, HDP Onursal Başkanı, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Onursal Üyesi ve İlerici Enternasyonal Danışma Kurulu Üyesi.