Deprem ve Z Kuşağı: Görünmeyen ve Görülmeyen Kuşak

Artık yeni kuşaklar, eski kuşağın iyi/kötü karşıtlığıyla değil, bambaşka yöntemlerle ve paradigmalarla kendilerini ortaya koyuyorlar.

ZEYNEP KOÇAK

26.03.2023

Armağan Çağlayan’ın Mustafa Aydın’la birkaç hafta önce yaptığı söyleşiyi izlediyseniz belki dikkatinizi çekmiştir: Söyleşinin ortalarına doğru Mustafa Bey, Z kuşağının deprem bölgelerinde yaptıklarına işaret ederek “O kendini bilmeyen […] uzaktan sallayıp o gençleri yerin dibine gömen, ne idüğü belirsiz X Kuşağı’na örnek olsun” diyor.
 
Niye diyor bunu?
 
Son senelerde 1960-1980 arası doğumlu X kuşağının Z kuşağını eleştirmek, “yerin dibine gömmek”, iyice hobisi hâline gelmişti. Google’da kısa bir “saygısız Z kuşağı” araması yapınca önünüze çıkacaktır bu kuşağın nelerle suçlandığı. Kısaca özetleyeyim: Ahlaksız ve saygısız bir nesil; hiçbir işe yaramayan bir nesil; kendinden başka hiçbir şey düşünmeyen, bencil bir nesil. Pespaye, düzensiz, paçoz, küfürbaz, tembel, kolaycı, kısa yoldan zengin ve ünlü olmaya bakan bir nesil.
 
Ekşisözlük’teki birtakım suser’lar (Ekşisözlük yazarları) Z kuşağı ile ilgili şöyle diyor mesela: “Çevresine, büyüklerine zerre saygısı olmayan, her şeyi küçümseyen ve kendini dev aynasında gören bir nesil.” Bir diğeri de şöyle anlatmış Z Kuşağını: “Bundan yaklaşık 1 yıl önce benim alt katımda (yaşı 20 anca yoktur bile) bunlardan böyle bariton sesli kalın bacaklı, dövmeli 2 tane vardı. Öğrenci demeye bin şahit ister. Saat öğleden sonra 2-3 gibi uyanıp, kahvaltı için kola-ekmek almaya giderdi biri.” Okan Bayülgen de Z kuşağının bir kısmıyla “ölene kadar kafa bulmak” ve Alfa kuşağını kurtarmak istiyormuş, Z’den hiç hazzetmediği için.
 
Bu örneklerin en çarpıcılarından biri, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Prof. Dr. Nevzat Tarhan liderliğinde geliştirilen Üsküdar Yaşam Amaçları Ölçeği’ni kullanarak Z kuşağı üzerinde araştırma yapan Dr. Aylin Tutgun Ünal’ın bulguları. Üniversitenin kendi beyanına göre, bu araştırmanın sonucunda Z kuşağının yaşam amaç becerisi çok düşük çıkmış. Şöyle bir sonuca varmışlar: “Sonuçlar, Z kuşağının popüler olma, bir an önce görevinde yükselme, kolay yoldan kazanç elde etme ve kolay harcama, hayattan zevk almayı amaçlama, uğruna zorluk çekeceği hedeflerden kaçınma (…) gibi davranışları benimsediklerini ortaya koyuyor.”
 
Örnek verdiğim yorumların sahiplerinin ve Dr. Aylin Tutgun Ünal’ın deprem sonrasında fikri değişmiş midir, onu bilmiyorum. Ama depremden sonra farklı ideolojilerdeki birçok kişinin bu kuşağın “ne olduğuyla” ilgili fikri değişti. Ayten Durmuş, mesela, Z kuşağı bireylerinin hem deprem arama-kurtarma hem de yardım taşıma, paketleme ve gönderme süresince gösterdiği çabaların, “kulaklarına okunan ezanın oluşturduğu derin kimliklerinin asla silinmediğinin” bir göstergesi olduğunu düşünüyor. İşgalci-emperyalist ağızla konuşmak yerine, devletine ve milletine sahip çıktıkları için onları tebrik ediyor.
 
Mesela, Sonat Bahar bir yazısında, Durmuş gibi rağbet gören mal bulunca benimciliğe soyunmamış, biraz yüzeysel de olsa özeleştiri yapmış. Diyor ki, biz onlara umursamaz, duyarsız, anlık haz peşinde diyorduk, ama hepimizin yüzünü kara çıkardılar; aslında Z Kuşağı duyarlı ve hassas bir kuşak. Cennet Bilek de şunları söylemiş: “[Z kuşağı] yardım malzemelerini, pişirdikleri yemekleri depremzedelere ulaştırırken o kadar nazik, o kadar saygılıydılar ki onların her birini kucaklamak, iyi ki varsınız demek istedim.” Buna benzer daha birçok yazı var ama genel kanı, Z Kuşağının depremde bütün bu suçlamalara ve aşağılamalara karşı “en güzel cevabı verdiği ve sınıfı geçtiği” yönünde.
 
Buraya kadar yazdıklarım da zaten son on beş yirmi gündür söylenenlerin tekrarı. Evet, görünen köy kılavuz istemez. Z kuşağı gerçekten de deprem alanlarında kimsenin beklemediği kadar aktif, yapıcı ve onarıcıydı. Mustafa Bey’in söylediği gibi, “zincirlerle binlerce ton malzeme götürdüler; 35-40 kiloluk kızlar 20 kiloluk yağ bidonlarını taşıdılar.” Deprem bölgesinde ve yardım paketlemek için diğer şehirlerde gece gündüz çalışan bu kuşağın, artık bir tür çevrimiçi robot olmadığı, etrafında olan bitenle X ve Y kuşağı bireylerinin klavye kahramanlığından çok ötede bir seviyede ilgilendiği, artık X kuşağına kanıtlanmıştır diye umuyorum.
 
Ama, Z kuşağının bu aktifliği, deprem bölgesine gitmekle, yardım paketlemekle sınırlı değil. Depremin başından beri farklı Z kuşağı gruplarının yapıp-ettikleri, sadece Z kuşağının ne kadar duyarlı olduğuna değil, X kuşağının kurduğu ve Y kuşağının devam ettirdiği artık basmakalıplaşmış davranış kurallarının işe yaramaz ve aynı zamanda engelleyici olduğuna da işaret ediyor.
 
Bunu anlamak için belki önce yurtdışında okuyan “Zengin Züppe Z Kuşağı”na bakabiliriz. Kim olduklarını anlatayım önce. Daha geçen hafta bir skandal oldu, ünlü bir özel okulun mensubu bir öğrenci, Ulus Özel Musevi Lisesi ile oynadıkları futbol turnuva maçında gol sonrası Nazi selamı verdi. Bunun üzerine birçok tartışma okuduk. Bunlardan, en azından benim önüme defalarca düşen ve kısmen katıldığım twitlerden bir tanesi, Ece Balekoglu Twitter kullanıcısına ait. Diyor ki, bu çocuklara öyle bir ceza verilmeli ki, “babalarının milletin rızkına kona kona açtığı şirketlerde bir b*** yaramayan patron olacaklar diye Amerika’da uyuşturucu partilerine koşturacakları üniversitelerden sağlam bir posta yemeliler.” Buna katılıyorum—sürekli eşitliği, kapsayıcılığı savunan ve bunlarla ilgili çoğunlukla kabul kotaları olan Amerika/İngiltere üniversitelerinden açıkçası bu duruma bir cevap bekliyorum kendi adıma. Ve bu cevabın da bu okulların hepsinden “baştan ret” vermek kadar katı olması taraftarıyım.
 
Uzaktan bakınca öyle görünüyor
Balekoğlu’nun bahsettiği grup Alfa kuşağı tabii, Z değil. Ve ne yazık ki, böyle bir güruhun gerçekten var olduğunu kendi tecrübemle sabit olarak söyleyebilirim. Bu gruba ait gençlerin/çocukların birçoğu şiddete eğilimli, kadın ve daha genel olarak beyaz-erkek dışındaki her şeyin düşmanı. İşte bugün, birçok insanın “zengin züppe Z kuşağı” diye bahsettiği grup, Balekoğlu’nun bahsettiği grubun büyümüş hali gibi görünüyor uzaktan.* Yirmi yaşında, ayağında Gucci’yle dolaşan, Alexander McQueen’den aşağı giyinmeyen, haftasonu Londra’dan Paris’e giderken kabin bagajının binlerce pound ettiği, hep bana hep bana bir grup.
 
Ya da, işte, hepsi uzaktan bakınca öyle görünüyor.
 
Zaten bence, Z kuşağının sürekli mahkûm edilmesinin en önemli nedeni, dışarıdan öyle görünmesi. Birçoğu biz büyükler tarafından belli kalıplara konuyor, şu ya da bu yaftayla ‘ne olacak Z işte’ kovasının içine atılıveriyor. Ve bu gençlerin yaptıkları, çabaları ısrarla görünmez hale getiriliyor.
 
Bu Zengin Züppe Z’ye dönersek—evet, büyük bir toplumsal sorundur, zenginin çok zengin, fakirin çok fakir olması, ya da bazılarının gerçekten zengin olması. Ama bunun tartışılacağı yer, zengin züppe diye nitelendirilen Z Kuşağı bireylerinin öyle görünmesi olamaz; olmamalı. Bir de, bu baba parasıyla okumak ne zaman Z kuşağını köşede derdest etmek için kullanılır oldu anlamadım; baba parasıyla okumak pek de kötü bir şey olmasa gerek sanki.
 
Yurtdışında kısmi burslu ya da “baba parasıyla” okuyan, bir vesileyle tanıştığım çok sayıda Z kuşağı arkadaşım var. Bunların her biriyle deprem sonrasındaki bir ay boyunca iki günde bir iletişim halindeydim. Dışarıdan bakınca, yağ tenekesi taşımayan bu züppe New Yorklu Z kuşağının hiçbir şey yapmadığı sanılıyor olabilir. Bu insanlara, deprem bölgesine gitmedikleri için kahraman Z kuşağının yurtdışında okuyan emperyalist tohumları dendiğini de duydum.
 
Alara var arkadaşım mesela, üniversiteyi bu sene Londra’da UCL’de bitiriyor. Deprem olduğunun ertesi günü, “Zeynep Abla biz kek satışına başladık” dedi. Bir an, “Ne keki, Allah Allah, onu Amerika’da yapıyorlardı, filmler dışında pek de bir şeye yaradığını görmedim” diye düşündüm. İlk akşam 4.700 Pound toplamışlardı. İkinci gün bu miktar 8 bin Poundu geçmişti ve yüzlerce koli yardım çoktan yola çıkmıştı bile.
 
Üç gün sonra, yani şubatın dokuzunda UCL yardım toplama merkezine, İngiltere başbakanı Rishi Sunak ziyarete geldi. Zaten toplanan miktar sürekli artıyordu, ve Sunak, UCL Turkish Society’deki gençlerin çabaları karşısında toplayacakları tüm yardım fonunun iki katını fona eklemeye söz verdi. Kek satışından, Londra’da bir okulun bir odasından bahsediyorum. Alara, Eliz, Selin, Yalçın, Togay, Can, Kerem, UCL Turkish Society’de canla başla çalıştılar ve aynı deprem bölgesindeki yaşıtları gibi günlerce uyumadılar. İnatla görünmeyen, görülmeyen arkadaşlarımdan.
 
Başka görünmeyen Z kuşağı bireyleri de var. Mesela, deprem.io 500+’yı geliştiren, enkazbildirim.org’u geliştiren, depremihtiyac.com’u kullanıma açan hep bu geek’ler. Yani, deprem öncesinde, sürecinde ve sonrasında evinde bilgisayarının başında on beş saat mesai yapan, güya pek başka bir şeyle de ilgilenmeyen güruh. Ya da öyle görünen. Ama bu grup, Ferhat Demir’in yazdığı gibi, kaderciliği ve kabullenişi değil, oturduğu yerden, elinde ne varsa ânında seferber etti, “mükemmel bir şekilde organize olarak harika işlere imza attı.” Yıkılan binaların tespit edilip bilgilerin toplandığı, depremzedeler için otellerin ve gönüllü evlerin bulunduğu, güncel enkaz haritalarının verilere göre gerçek-zamanlı olarak paylaşıldığı siteler kurdular.  
 
Bu gruba, sadece yazılım ve web sitesi geliştirenler dâhil değil. Aynı zamanda sosyal medyadan başını kaldırmayan, habire Instagram’dan birilerinin fotoğraflarını beğenen, yine Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın FOMO (Fear of Missing Out / Fırsatı Kaçırma Korkusu*) hastalığına sahip olduğunu söylediği kişiler. Profesörümüz şöyle diyor: “FOMO, Z kuşağında daha sık görülüyor. Z kuşağı, her şeyi kolay elde etmek istiyor. Özgürlüğe tutkulu olan, hayatın zorluklarını çekmemiş, her şeyi kolay elde etmiş bir kuşak.” Ama bu kolaycı kuşaktan, afetharita.com çıktı mesela, sosyal medyada paylaşılmış ihbarları harita üzerine işleyip gösteren bir platform.
Bu noktada bir ayrık getirmek de gerekiyor. Her ne kadar profesör, Z kuşağının hayatın zorluklarını çekmediğini söylese de, bu kuşak salgın bir virüsü yaşadı, Türkiye’deki ekonomik krizden nasibini belki de en ağır şekilde aldı, on ilin yıkıldığı depremi yaşadı. Hayatın zorluklarını yaşamış olmak için illa çamaşır makinasının olmadığı bir dönemde mi yaşamaları gerekiyordu? Bu mudur bu profesörlerin hayat zorluğundan anladıkları? 
 
Dikişin attığı asıl kuşak, bence Alfa kuşağı. Fakat, eğer Z kuşağı bu devrimi ve devinimi öncelemeseydi, Alfa kuşağından Z’ye geçerken şimdilik gözlemlemeye devam ettiğimiz bu kademeli kopuş, özgürleşme ve değişme mümkün olmayacaktı. Her ne kadar X kuşağı ve Y kuşağı bunu istemese de, büyük bir devrim içinde olduğumuzu anlamamız gerekiyor.
 
Bu anlama çabası, sosyal medyaya çok zaman harcıyorlar diye insanları hasta ilan eden profesörlerle, “dövmeli salaklar” diyen komşularla, olmaz. Ölene kadar kafa bulmakla hiç olmaz. Ya da, Ayten Durmuş’un yaptığı gibi, pazarda politik akçe olduğu ortaya çıkana kadar tükaka demekle, sonrasında tamamen kendi politik gündemine uydurarak bu insanları anti-emperyalist ve anti-işgalci ilan etmekle olmaz. Bizim bildiğimiz tanımlarla anlamamız mümkün değil bu kuşağı.
 
Çünkü taşların yeri değişiyor artık; bu depremde Z kuşağının dahli ve aktifliği, hiçbir şey olmasa bunu göstermiş olmalı. Öğleden sonra 2-3’te uyanıp öğrencilik yapabilir Z kuşağı mesela. Niye yapmasın ki? Öğrenci adamın 8’de kalkmasını gerektirmeyecek bir dünyada yaşıyoruz. Yurtdışında okuyup kek satarak deprem bölgesine yardım gönderebilir bu kuşak. Niye kek satarak yardım toplanmasın ki? İyi bir şeyler yapmak için, X kuşağı gibi büyük sermayelere, büyük desteklere, bir yerlerden tanıdıklara ihtiyaç yok. Bütün gün sosyal medyaya baktığında profesörler onlara hasta demesine rağmen, bu sosyal medya kullanım süresini sadece kendileri için değil, toplumsal alanda yararlı olacak bir biçimde bir varlığa dönüştürebilirler hemen. Hastalık semptomu olarak bilirkişiler tarafından işaret edilen davranışları, bireysel ve toplumsal değerler yaratabilmek için kullanılabilir hale getirirler.
 
Getirdiler de zaten. Asosyal dedikleri çocuklar hemen deprem alanına elinden geldiğince arama-kurtarma yardımına gitti, yazılımlar geliştirdi ve sosyal medya kaynaklarını seferber etti. Züppe dedikleri çocuklar kısacık günler içinde yabancı bir ülkenin bakanının ilgisini çekecek kadar yardımlaşmayı, para toplamayı becerdiler.
 
Kuru kuruya kuşakçılık lafları etmek yerine, öngörülen gelecek için kuşaklara düşen görevlerin artık yer değiştirdiğini görmek gerekiyor. Bu yüzden, “depremde bunu yaptılar o zaman çok duyarlı kuşak, ay yapmadılar o zaman saygısızlar!” demek, bu insanları X ve Y kuşaklarının beklentilerine sıkıştırmaya çalışmaktan farklı değil. Kimse, önceki jenerasyonların beklentilerine göre yaşamak zorunda değil. Bunu en iyi çözen, ve zincirlerinden kopmaya başlayan ilk kuşak Z.
 
Artık yeni kuşaklar, eski kuşağın iyi/kötü, hasta/sağlıklı, doğru/yanlış karşıtlığıyla değil, bambaşka yöntemlerle ve paradigmalarla kendilerini ortaya koyuyorlar. Bu insanları alıp kalıplara sokmaya çalıştığımız sürece de hiçbir şey anlamamaya ve asıl kendimizle ölene kadar dalga geçmeye devam edeceğiz gibi görünüyor. Bu yüzden belki de asıl bizlerin, kendimize dönüp saygı, ahlak, millet, dayanışma gibi tanımlarımızı ve sosyal medya ne işe yarar gibi bilip bilmeden  kendimize prim aracı hâline getirdiğimiz önyargılarımızı gözden geçirmemiz gerek.
 
 
 
 
—–
* Bu gruptan, burslarla, çalışarak, üç kuruş burs ile yurtdışında üniversite okumayı becerebilmiş Z kuşağı arkadaşlarımı ayırıyorum bu arada. Biri diğerinden daha iyi diye değil, farklı gruplar olduğu için.
 
* FOMO, her nedense Türkçeye “Fırsatı kaçırma korkusu” diye çevrilmiş. Ama aslında daha dijital dünyaya ait bir terimdir ve dijital alanda büyük bir hızla devinen ve yenilenen güncel olay akışını kaçırma kaygısı/korkusu diyebiliriz.