Okumalar, Değinmeler-36: 2030’ların bedeli
Türkiye, güzel insanların değerini bilmedi, meydan Ork’lara kaldı. Ve bu durumun da sebepleri var, izahı var.
08.04.2023
Şubat ayından bu yana deprem haberlerinde izlediğim bazı haller, durumlar yanıbaşıma geldi. Her gün uğradığım börekçinin işletmecisi E. Hanım, bir kadın ve küçük oğlan çocuğunu uğurladı, bana döndü ve “Erkek egemen sistem,” dedi. Daha sonra anlattıklarının özeti şu: Çocuklu kadın bir depremzede. Geçici barınmayla yüzlerce kilometre öteye, bulunduğum ilçeye gelmişler. Deprem nedeniyle aileye kamu fonlarından ödeme yapılıyor. Para aile reisi olarak erkeğin hesabına gidiyor. Erkek ortada yok. Deprem öncesi ayrılmış bir aile.
Tanıklığım bir yana, deprem illerine dair tweet akışından okuduklarımı da hesaba katarsak, çocuklarıyla ortada kalmış kadın sayısı hiç az değil.
Dayanışma enerjisi ve kamu fonlarıyla yaraları sarmak bir yere kadar. 8 saat çalışmak üzerine kurulmamış –mevcuda ek– bir üretim modeli olsa… Beni de istihdam edebilecek bir sistem. Milyonlarca insan bir kenarda atıl duruyoruz. Hem bir işe yararız, hem çorbamız kaynar.
*
K24 editörü Mustafa Arslantunalı bir adres değişikliği duyurusu yaptı: “Sekiz yıldır T24’ün teknik imkânlarını kullanarak yayın yapan K24 bundan böyle yeni bir adreste: k24kitap.org.”
Yeni adreste, kıymetli insan ve akademisyen İhsan Bilgin’in “Bedelsiz Modernleşme” başlıklı yazısına yer vermişler: “İhsan Bilgin’in bu yazısı, ilk kez Radikal gazetesinin eki Radikal İki’de, 1999 depreminden kısa bir süre sonra, 5 Eylül 1999 tarihinde yayımlanmıştı.”
İhsan Hoca artık yaşamıyor. Genç yaşta gitti. İhsan Hoca ile 1 Mayıs mahallesinde karşılaştık, tanıştık. 1980 öncesiydi. Ben belgesel film peşindeydim. İhsan Bilgin ve Behiç Ak, TMMOB’nin bir afişiyle gelmişlerdi. Konut, mekan, mesken, kent meselelerine dair.
İhsan Hoca’nın “Bedelsiz Modernleşme” yazısından alıntı yapmayacağım. Yazı, kent ve konut ekseninde, sebepler sonuçlar, etkileyiciler belirleyiciler yumağı içinde akıyor. Berrak bir düşünüş biçimiyle akıyor. Herhangi bir cümlesi veya paragrafını alıntılamak İhsan Hoca’nın düşünüşünü temsil edemeyecek. O nedenle yazının adresini bırakıyorum.
Fakat hiç değilse yazının giriş paragrafını aktaracağım:
“Hep beraber birilerine kızıyoruz: Devlete, partilere, belediyelere, müteahhitlere, mühendislere, kalfalara, arsa sahiplerine, hatta sisteme. Tek tek hepsine kızmakta haklıyız. Bir kez bunun adını koyalım. Ancak adını koyduktan sonra bir adım daha atıp şu soruyu sormak gerekiyor: Felaketlere açık bu kentleşme örüntüsü neden ve nasıl mümkün oldu? Eğer bu soruyu sorup üzerinde düşünmezsek kızgınlığımız, öfkemiz kendi içinde boğulacak. Çaresizlikle boşvermişlik arasında savrulup duracağız.” (İ. Bilgin)
Türkiye, güzel insanların değerini bilmedi, meydan Ork’lara kaldı. Ve bu durumun da sebepleri var, izahı var.
*
Kentlerin aşırı büyümesi, emeğin ucuzlaması konularına dair bir alıntı aktarmak istiyorum:
“Metropolün ‘büyümesi’ denen şey aslında kesintisiz bir proletarya takviyesi sürecidir –yeterli doğal ve kültürel kaynakların bulunmadığı bir çevreye ayak uydurabilen bir proletarya: temiz hava olmadan, sağlam bir uyku olmadan, iç açıcı bir bahçe veya oyun parkı olmadan idare eden; gökyüzünü ve güneşi görmeden, özgürce hareket edemeden, içinden geldiğince oynayamadan, gönlünce sevişemeden yaşayabilen insanlar. Metropollerin ‘çöküntü’ denen alanları esasen ‘olmadan idare edilen’ alanlardır. Buralarda yaşayıp da güzel bir kent manzarası görmek isteseniz, otobüse binip kilometrelerce yol tepmeniz gerekir; bir parça doğa yüzü görmek için kalabalık bir trenle şehir dışına çıkmak zorundasınızdır. İmkânınız yoksa, pes edersiniz: Kronik açlık, iştah kaybına yol açar. Nihayet, ne kaybettiğinizin farkında bile olmadan yaşayıp ölebilirsiniz.” (“Çöküntü”, Lewis Mumford, Çeviri: Elçin Gen, skopbülten)
*
Hamit Bozarslan kıymetli bir hoca. Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu’nda (EHESS) profesör. Ortadoğu’da şiddet, siyasal hareketler, Kürt sorunu konularındaki çalışmalarıyla tanınıyor. “Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi”, “Ortadoğu’nun Siyasal Sosyolojisi”, “Türkiye Tarihi: İmparatorluktan Günümüze”, “Lüks ve Şiddet: İbn Haldun’da Tahakküm ve Direniş” vb.
Hamit Hoca, ne zaman konuşsa can kulağıyla dinlerim. (Ayrıca bende işitme kaybı var ve Hoca saniyede 1.25 sn hızında konuşuyor. Mecburen “can kulağı” bir bakıma.)
Hamit Hoca, karmaşık, çok yönlü, gelişmeler barındıran durumları, çok yalın ifade ediyor. Mesela youtube’ta bir konuşmasında Dicle Baştürk’ün “Seçim sürecinde Türkiye… Nasıl değerlendiriyorsunuz?” mealindeki sorusuna cevap verirken önce mevcut siyasi ikidarı “Kartel” olarak tanımladığının altını çizdi, Kartel’in paramiliter ve narko-mafya birimler ile ilişkisini hatırlattı ve: “Seçim sonuçları ne olursa olsun, Türkiye’nin geleceği 2030’lardan başlayarak düşünülmelidir. Seçimlerden sonra her şeyin hemen çözülmesini beklememek gerekir” dedi. Ve arkasından “mevcut muhalefet dinamiklerinin sürekliliği çok önemli, 2030’ları tahayyül ederek yola devam edin” mealinde bağladı.
Hmm. Bu “hmm” burada dursun.
*
Bir twitdaşım şu fikri öne sürdü: “Keşke başka şehirlerden mahalleler arası şey yapılsa, deprem bölgesinden olan bi mahalle kardeş mahalle seçilse. O mahalleyi ayağa kaldırmak için çalışsa. Herkes bi mahallenin ucundan tutsa hayata tutunmaya çalışan insanlar nefes alır, önünü görür.”
#KardeşMahalleProjesi olarak sosyal medyada paylaşılıyor. Nereye varacak merak ediyorum.
*
ChatGPT takıntım devam ediyor. Ne getirip ne götüreceğinden ziyade gözümüzün içine bakarak oluşmakta olan bu zımbırtıya verilen tepkileri izliyorum. Yapay zekânın nükleerden sonra en büyük icad olduğu söyleniyor. Nükleer, insan canlısının bazı dertlerine deva oldu ama konuyu bir de Hiroşima ve Nagazaki insanlarına sorsak mı?
Serdar Kuzuloğlu köşesinde yazmış:
“ChatGPT ‘bilmiyorum’ dememek uğruna bilmediği konularda bile görüş bildiriyor. Üstelik bunu kendinden öyle emin bir edayla yapıyor ki hikmetinden sual etmeye çekiniyorsunuz.” (Oksijen)
Selam sevgi ile
*
Meraklısı için kitap notu: “1 Mayıs Mahallesi, 1980 Öncesi Toplumsal Mücadeleler ve Kent”, Şükrü Aslan, İletişim Yayınları
Son dakika notu: Yukarıdaki “Hmm” şeysine dair Hamit Hoca’nın yeni bir söyleşisinde şu satırları gördüm: (Türkiye’de) “…toplumda bir değişiklik görülmekte ama bu değişiklik beklentisi henüz bir demokrasi beklentisi değil. Bu iki beklenti arasında çok önemli bir farklılığın olduğunu görmek gerekiyor. Bu değişiklik beklentisinin demokratik beklentiye dönüştürülmesi gerekiyor. Hem Kürt hareketinin hem de genel olarak Türkiye’deki demokratik akımların, bu beklenti değişimini gerçekleştirebilmesi gerekiyor. Ve bu 2 ay içerisinde gerçekleşecek bir olgu değil.” (Hamit Bozarslan’la söyleşi: “Kürtler Türkleri özgürleşmeye davet etmeli”, Gazete Karınca, S.Temizkan)
Şahsi not: “Bakmıyor çeşm-i siyah feryade”
—–
Kapak Görseli: Harry Stueber (Pixabay)