Okumalar, Değinmeler-42: Deli Şaban ve Annie Ernaux

Esnek bir düşünüş biçimini tarif etmeye çalışıyorum. Akli olanla hissi olanı, çatışsalar da bir arada tutarak üretken kılabilen bir düşünüş.

İLHAMİ ALGÖR

20.05.2023

Tarih, genel olarak egemenlerin söylemidir şeklinde bir kabul var. Doğrudur. Tarihin, “egemen maceraları” dışında, farklı bir bakışla, gündelik hayat dokusuna, dokuyu oluşturan insanlara, eylemlerine, üretimlerine, ilişkilerine odaklanarak da yazılabileceğini düşünen yaklaşımlar var. Severim. Bana daha yakın gelir.
 
Osmanlı toplumuna “sıradan insanlar” (bu ifadeyi sevmiyorum) odaklı bakan bir kitap var. Adı: İmparatorluğun Öteki Yüzleri & Toplumsal Hiyerarşi ve Düzen Karşısında Sıradan Hayatlar(*). Çok bölümlü, çok yazarlı bir kitap. Derleyen, Fırat Yaşa:
“Bu kitap projesi, Osmanlı tarihyazımında kısmen aşina olduğumuz anlayışın dışına çıkarak büyük çoğunluğu mahkeme kayıtları olmak üzere muhtelif arşiv vesikalarından seçilen kişilerin yaşamlarını çeşitli yönleriyle anlamaya çalışmaktadır ve mikro tarih yönelimli bir nitelik göstermektedir. (…) Elbette Osmanlı toplumunda sıradan insanların küçük dünyalarını (mikrokozmos), gündelik hayatlarını, korkularını, bireysel eylemlerini, işledikleri suçları, beklenti ve zihniyetlerini ortaya koymak, yazılı kültüre görece erken geçen Avrupa toplumlarındakiyle karşılaştırıldığında çok daha güçtür.” (F. Yaşa, “Önsöz”)
 
(Aklıma, Japon imparatoriçesinin nedimesi Sei Şonagon’un günlükleri geliyor. 900’lü yılların sonlarına doğru yazılmış. Türkçe’de Yastıkname adıyla mevcut. Yine aynı yıllarda bir başka nedime Murasaki Hanım’ın Günlüğü var. Mesela Nedime Şonagon’un Yastıkname’sinde şöyle gündelik hayat detayları görebiliyorsunuz:
“Bir öküz arabası devrilir. İnsan, böylesine sağlam, büyük bir nesnenin sonsuza dek tekerlekleri üzerinde kalacağını zanneder halbuki. Bir rüya gibidir, sersemletir insanı, ağzın açık kalakalırsın.
Bir çocuk veya bir yetişkin, insanları rahatsız edecek bir şeyi patavatsızca ağzından kaçırıverir.” [Yastıkname, s. 64, “Şaşırtıcı ve Üzücü Şeyler”]
Bu uzun parantezin amacı şu sorudur: Osmanlı mikro tarihyazımını, Avrupa ile karşılaştırmaya bir eleştirim yok. Fakat acaba eşzamanlı olarak Doğu, Kuzey ve Güney yönlerinde tarihyazıcılığına bakmış çalışmalar var mıdır?)
 
*
 
Suraiya Faroqhi Hoca, İmparatorluğun Öteki Yüzleri adlı kitaba, “Padişahın Toplumsal ve Siyasal Seçkinlerle Karşı Karşıya Gelen Sıradan Tebaası: Hikâyelerini Ortaya Çıkarabilir miyiz?” başlıklı bir “Sunuş” yazmış:
“Osmanlı tarihi bağlamında, sıradan insanlar hakkında yazmak son dönemlerin bir yeniliğidir ve elinizdeki kitabın, tarihçileri bu yolda daha da ilerlemeye teşvik edeceğini umuyoruz. Mevcut kaynaklara dayanarak yazarlar, kentli ve köylülerin padişahlar ve vezirler tarafından uygulamaya koyulan bürokratik aygıtla karşı karşıya kaldığı durumlara odaklanıyor.” (Suraiya Faroqhi, “Sunuş”)
 
“Bürokratik aygıt” dediğin, kadılar, mahkemeler, katipler, kolluk güçleri, belde yöneticileri vb.
 
Kitabın “İçindekiler” bölümünden birkaç makalenin adlarını veriyorum: “Yaramaz, Haramzade ve Gammaz, Huzursuz Bir Ruh: Dokuz Canlı Deli Şaban’ın İntihar Teşebbüsleri ve Düşündürdükleri” (Zeynep Dörtok Abacı), “16. Yüzyılda Kötülükte Ortaklık: Ailecek Hırsız Olmak” (Saadet Maydaer), “Biraz Merhamet Edin Efendim: Köle Selim’in Mağduriyeti” (Zübeyde Güneş Yağcı).
 
Suraiya Faroqhi Hoca, kitabın kapsamını oluşturan makalelerden söz ederken “Dokuz Canlı Deli Şaban” makalesi için şunları yazıyor:
“Zeynep Dörtok Abacı farklı ve daha rahatsız edici bir olguya, saldırganlığa ve intihara eğilimli birisinin, saldırganlığı nasıl kendine yöneltebileceğine odaklanmıştır. Başlangıç noktası (…) 1700 yılından, Ankara yakınlarındaki Miranos (bazen Minaros, bugün Orhaniye) yerleşiminden Deli Şaban adlı kişiyle ilgili bir davadır. Deli Şaban, kendisini komşularına karşı sahte suçlamalarda bulunmak üzere sık sık yerel idarecilere gitmekle suçlayan diğer köylülerle kavga etmişti. Sanık da öfkeyle iki kez intihara teşebbüs etmişti; burada anlaşıldığı kadarıyla, ikincil niyeti köylüleri zor duruma sokmaktı. Katilin kimliğine ilişkin hiç kanıt olmadan bir ceset bulunması halinde, belki de köylülerin diyet ödemesi gerekecekti; ayrıca bir hemşerilerinin cesedinin köy camiinin yakınında ya da muhtemelen köylülerin kullandığı bir kuyuda bulunması herhalde tedirgin edici bir olaydı. Mahkeme sanığın, yetkililerce iyileştiğine kanaat getirilinceye kadar bir kaleye hapsedilmesine karar verdi.” (S. Faroqhi, İmparatorluğun Öteki Yüzleri, “Sunuş”)
 
Birilerine güç yetiremediği için çaresizlikten, öfkesinden kendine zarar vermeyi anlarım. Sık sık kolluk’a, kadıya başvurup yardım istemeyi anlarım. Bu yolda delirmeyi de anlarım. Delirtene de bakmak lazım.
 
“Kim var imiş biz burada yoğ iken”
Kıymetli Cemal Kafadar Hoca’nın Kim var imiş biz burada yoğ iken adlı kitabı da senin benim gibi insanların omzu üstünden bakar. Kitap, 16-17’inci yüzyıllar Osmanlı dünyasında yaşayan dört kişiden söz eder: Babasından kalan arazi üzerindeki haklarını korumak için divan-ı hümayuna başvuran Mustafa adlı Yeniçeri; İstanbul’da günce tutan Seyyid Hasan adlı derviş; ticaret için gittiği Venedik’te ölen Ayaşlı Hüseyin Çelebi; rüyalarını kaleme alarak şeyhine mektupla gönderen ve bu yolla irşad edilmeyi bekleyen Üsküplü Asiye Hatun.
 
Cemal Kafadar Hoca, kitabının “Giriş” yazısını şu paragraf ile bağlıyor: “Bu kitapta okuyacağınız yazıların her biri şaşkınlık ürünüdür. Yeniçerilerin ‘bozulma’ devrinden önce askerlik dışında hiçbir işle uğraşmadığını; uluslararası ticarette Müslümanların rol oynamadığını; modern Batı değerlerini özümseyene kadar Osmanlı dünyasından kimselerin günce tutmadığını, hatta kişisel tecrübelerini kaleme almadığını sanıyordum. Karşıma çıkan belge ve kaynaklar beni hayrete düşürdü.”
 
Edebiyat, mikro tarih, Annie Ernaux
Artık burada yazıdan kopuyorum. Geri döner miyim bilmiyorum. Fakat çok uzaklaşmamayı umuyorum.
 
Annie Ernaux’nun Seneler kitabı, övmek istediğim ama övmeyi beceremeyeceğim bir anlatı.
 
“Oval, sepya bir fotoğraf, üzeri gofreli pelür kâğıtla korunan, yaldız şeritli bir albüme yapıştırılmış. Altında, Photo Moderne, Ridel, Lillebonne (S. Inf.re). Tel: 80 yazıyor. Kahverengi saçları başının tepesinde lüle olmuş, dudaklarını sarkıtmış tombul bebek, oymalı masanın ortasına konmuş yastığın üzerinde yarı çıplak oturuyor. Puslu arka plan, masanın üzerindeki ince, sırmalı örtü, bebeğin karnını açığa çıkaracak şekilde yukarı çekilmiş işlemeli gömleği (bebeğin eli cinsel organını örtüyor), omuzdan tombik kola doğru kayan bağcık, bunların hepsi resimlerdeki aşk tanrısına ya da melek tasvirlerine benzer bir etki uyandırmak üzere tasarlanmış gibi. Bu kare tabettirilip bütün akrabalara birer kopya verilmiştir mutlaka ve herkes çocuğun kime çektiğini tespit etmeye girişmiştir hemen. Aile arşivine ait, herhalde 1941’den kalma bu parçadan, dünyaya geliş ritüelinin küçük burjuva âdetlerine göre sahnelenişinden öte bir şey okumak mümkün değil.” (A. Ernaux, Seneler, Can Yay., Çev. Siren İdemen)
 
Bir çocukluk fotografına bu seviyede odaklanmak ve gereken kelimeleri çağırabilmek için, zihnin ve iç dünyanın bir yol göstericiye ihtiyacı vardır. Hatta yolun farklı aşamalarına uyum sağlayabilen bir yol gösterici. Esnek bir düşünüş biçimini tarif etmeye çalışıyorum. Akli olan ile hissi olanı, çatışsalar da bir arada tutarak üretken kılabilen bir düşünüş.
 
Amazon.com, Seneler kitabını şöyle tanıtmış:
Seneler çeşitli imgeler, fotoğraflar, dönemin gazete haberleri, popüler şarkıları, filmleri, reklamları, sloganları, siyasi gelişmelerinden hareketle 1940'lardan 2000'li yıllara uzanan deneysel bir metin, bir tür toplumsal kronik. En mahrem anılarına, hayatındaki önemli dönemeçlere kendi kuşağının hikayesini de dahil edip tarihin kaydını tutan ve bunu yaparken klasikleşmiş otobiyografi yazınının dışına çıkan Ernaux, anlatının merkezine kendini koymaktan bilhassa kaçınıp bireysel tarihiyle kolektif tarihi bir araya getiriyor. Sınıf çatışması, kadın çalışmaları gibi konulara da yer vererek toplumsal bir bellek yazını oluşturuyor.”
 
Annie Ernaux’nun düşünüş, hissediş, ifade edişi ile mikro tarih yaklaşımı arasında bir akrabalık var mıdır diye düşünüyorum. Ben bu üslubun bir çömezi, yolda öğreneni olarak son 20 senede bazı işler yaptım. Bu cümleyi bir sonraki yazıda açarım belki.
 
Selam sevgi ile
 
—–
Kapak Görseli: Alexa (Pixabay)