“Babam ocağa para için değil benim için girdi!”

İşçilerin Balçınlar Maden Ocağı’nın 700 metre altında sürdürdüğü açlık grevini durdurmaları için elbirliğine ihtiyaç var!

CAN KARTOĞLU

26.05.2016

Üstünde Zonguldakspor formasıyla çıkartıldı Balçınlar Maden Ocağı’ndan. 85 arkadaşıyla birlikte kendilerini ocağa kapatıp açlık grevine yattıkları 700 metre derinden tirkoya bindirilip dışarıya baygın çıkartılığında kapıda bekleyen ambulansa alındı. Malzeme taşınan tirkoda bir gün Mehmet de taşınacakmış zar. Subatanspor’da defans oynamış, Zonguldakspor’un tek maçını kaçırmamış Mehmet Top. Öyle ki, arkadaşları haklarını alabilmek için 7 katlı binanın çatısına çıkıp “Zonguldak uyuma / Maden işçine sahip çık” diye haykırırken Zonguldakspor’un 2. lige çıkması için takımına destek vermeye Çanakkale’ye gittiğinden bu eyleme katılamamıştır. Arkadaşları Mehmet’e az sitem etmemiştir. Mehmet Top, formasıyla ocaktan çıkartığında akın akın Çanakkale’ye giden, Zonguldakspor 2. lige çıktığında yeri göğü inleten ne Zonguldakspor taraftarı, ne yıllarca işçilerin maaşlarından yapılan kesintilerle zenginliğine zenginlik katmış Zonguldaksporlu ortada vardı. Oysa, Zonguldakspor’u 2. lige çıkartanlar, maden işçisini de ocaktan çıkartabilmek için seslerini çıkartsalar dünya yerinden oynardı. Mehmet Top hastanede gözlerini araladığında kimse ilgilenmeyecekti onunla. Madende direnen Mehmet Top burada mı direnemeyecekti? Madenden rahatsızlanarak çıkartılan maden işçilerinin her birinin başka bir yere alındığını görünce, ayaklanıp yaygara koparıp onların yanına gidecek, kendisinden daha zor durumda olan arkadaşlarına destek olacaktı. Hastanede, kimileri “maden işçisi” olarak değil “eylemci” olarak kayda geçecek, onlara “ocağa kendi isteğinle mi girdin yoksa kimin?” diye sorulacak, “Biz hakkımızı istiyoruz. Kuru maaş da değil. Hakkımızın devamını istiyoruz. İş istiyoruz. Gelecek istiyoruz” dediklerinde “Sizin bilmediğiniz şeyler var” cevabını alacaklardır. Mehmet Top koluna serum takılıp hastaneden çıkartıldığında, “direne direne kazanacağız” der gibi serum şişesini havaya kaldıracaktı.
 
Zonguldakspor formasını üstünden çıkarıp…
 

Mehmet Top, 24 Mayıs salı günü, öğleden sonra Balçınlar Maden Ocağı ağzının yakınında, bu kez bizi üstünde bembeyaz bir kazakla karşılayacaktı. “Yaz abla” diyecekti, “Zonguldakspor formasını üstünden çıkarttı diye yaz!” Bir zamanlar “Altı kara üstü yeşil Zonguldak” diye şarkılar söylenen bu şehre bahar, yeşilin her tonuyla gelse bile bu ayıpta payı olan bütün kurumların ve bütün insanların sessizliğiyle Zonguldak artık “Altı da kara üstü da kara Zonguldak”tır. Maçlarda ciğerleri yırtarcasına haykırılan “Madencinin torunu asla yalnız yürümez” sloganı koca bir yalandır. Mehmet Top ağlayarak itiraf eder bunu. Maden işçisiyseniz dışardaki bahar, içinizdeki kıştır. Yerin dibine girmesi gereken muktedirler yüzlerinin karasıyla yerin üstünde, işçiler ise alınlarının akıyla yerin altında direniştedir.
 
Açlık grevindeki maden işçileri, ocak ağzının büyüklüğünce “Bismillahirrahmanirrahim” yazılı 8 no’lu Barçın Madencilik 3. Ocak’ından içeri girip bir miktar yürüyüp 700 metre aşağıya indiklerinde ordan “Göçük” ya da “Nefeslik” tabir edilen uzun, düz yolun tam ortasındalar. Bu noktadan daha da derine inildiğinde yol sola ve sağa ilerler. Ocak ağzına denk düşecek tarafta yerin kat kat altında bir aspiratör var. Böylece, hava bir yandan doğal akımla “nefeslik”ten, bir yandan de devinimle “aspiratör”den sağlanıyor.
 
Açlık grevindeki işçilere iki kilo şekerli iki bidon su
 
Her iki saatte bir de “tahlisiyeci” olarak adlandırılan TTK görevlileri ölçüm için ocağa giriyorlar. Yıllarca ocaklarda çalışmış, ocakları avuçlarının içi gibi bilen bu tahlisiyeceler, açlık grevindeki işçilere her gün iki kilo şeker attıkları iki bidon suyu götürüyorlar. Direnen işçilerin bitap düşmüş halini gören tahlisiyeciler yalvarıyor kimi kez, “Bak dışarda çok güzel karpuz var. N’olur getireyim. Ayran var buz gibi.” Maden işçileri nuh diyor peygamber demiyor. Elleri ayakları buz gibi işçilere daha o sabah 7 çorap, çizmesi delik olup da ayakları su içinde kalanlaraysa çizme verilmiş.
 
 Kamalar yatak fırçalıklar yastık
 
İşçiler, nerede mi yatıyorlar? Yöre dilinde “gama” olmuş, taşlar düşmesin diye döşenen ahşap tahkimat malzemesi “kama”ları, fırçalıkları yatak, yastık, ocağa girmeden önceki gün Valilik’in önünde yaptıkları oturma eylemine götürdükleri battaniyeleri yorgan yapmışlar. Ne Valilik önünde, ne 7. katlı binanın çatısına çıkıp yaptıkları eylemde seslerinin ne Zonguldak’a, ne Ankara’ya gittiğini görünce, bu “kendiliğinden” gelişen eylemle kimi evlerine bile gitmeden temiz giysileriyle, kimi yakında oturanlar üstlerini başlarını değiştirip, kimi Valilik önünden getirdikleri battaniyelerle ocağa girip, kendilerini ocağa kapatmışlar. Haklarını alana dek de açlık grevini sürdürecekler. Kararlılıklarını göstermek için de, yerin 10 metre dibinden çeken cep telefonlarını da kâh dışarı yollamışlar, kâh kapatmışlar, “kama”larla bulundukları yeri perdelemişler. Gelen görüşme tekliflerini de reddediyorlar. Rengi sarı sendikanın da.
  
İvedi tedavi için içerdeki işçilerin adları ve var olan hastalıkları bilinmeli
 
85 kişi girdikleri ocakta şimdi 47 kişiler mi 50 mi, 55 mi? İşçi temsilcisinin de, polisin de, tahlisiyecinin de, ailelerin de söylediği sayı başka. Oysa içeride kaç kişi var? Hepsinin adı, hepsinin var olan hastalıkları bilinmeli. İçeride bir böbreği olmayan, tansiyon hastası, epilepsi hastası işçiler de var. Dışarı çıktıklarında tedavilerinin ivedilikle, zaman kaybetmeden yapılabilmesi için bu şart.
 
Kredi aldıkları bankaların ikide bir aramasından çok uzakta, ocağın altında…
 
Aslında işçiler “tahkimat zayıf” diye 2 senedir çalışma izni olmayan Barçın Maden Ocağı’nda çalıştırılıyor. 2015 aralığından bu yana maaşlarını alamayan,  “FETÖ/PDY” operasyonları kapsamında el konularak 18 Nisan’da kayyum atanınca da ortada kalıyorlar. İşten çıkışları verilmeyen, verilmediği için de ihbar tazminatı, kıdem tazminatı, işsizlik maaşı alamayan, başvurmadıkları yer kalmayan DEKA-Balçınlar Maden Ocağı’nda çalışan maden işçilerinin 18 Mayıs gecesi başlattığı ocaktan çıkmama ve açlık grevi eylemi son derece tehlikeli koşullarda sürüyor. İçerde gece yok, gündüz yok, zaman yok. Kredi aldıkları ve geri ödeme yapamadıkları bankalardan ikide bir gelen telefonlar yok. Artık veresiye vermeyen esnafın yüzünü görmek yok. Ellerinden bir şey gelmeyen şak şakçıları, emir kullarını görmek yok. Hiçbir şey olmamış gibi susarak yaşayanlar yok. Görmek istediğini gösteren televizyonlar yok. Patronlarına kazandırdıkları, “var ama yok” olan paranın kiri yok. İşçiler bu tahkimatı zayıf ocakta bütün güçleriyle direniyorlar. Kendilerini yok sayanlara, kendilerini yok etmeyi göze alarak var olmak istiyorlar. Haklarını ve devamını alarak…
 
"Babam ocağa para için değil, benim için girdi!"
 
“Hakkımızı aldık diyelim, sonra bize kim iş verecek?” diyor maden işçisi. “Burada bizi mimliyorlar. Zaten hepimizin meslek hastalığı var.” Kimle konuşsam, “bunu da yaz abla” derken, bizi dinleyen genç bir adam, benim not almamdan, arkadaşımın fotoğraf çekmesinden rahatsız oluyor. Maden işçileri “Polis bu” diye kulağıma fısıldıyor. “Ben maden işçisiyim” diyen bu genç adam, “bunlar içeri sadece para almak için girdiler” diyor. Madenin önünde, 6 gündür içerdeki babasını bekleyen en çok 14-15 yaşındaki genç kız sesinin çıktığı kadar bağırarak hakikati haykırıyor: “Benim babam ocağa para için değil, benim için girdi.” Başka söze ne hacet? “Benim geleceğim için babam ocakta. Bunu bir anlayabilseniz.” diyor.
 
İşçiler çocuklarının, yöre dilince “uşakları”nın yüzüne bakamadıklarını dile getiriyorlar. Uşaklarının geleceği için, haklarını istediğini ve direneceklerini vurguluyorlar. “Hırsızlık mı yapalım biz?” diyorlar. Vali nerde, millet ne yer ne içer diye düşünmeyen milletvekilleri nerde, bakanlar nerde, sendika nerde, adalet nerde, insanlık nerde diye soruyorlar.
 

 Maden işçisine destek olanlara saldırı
 
Maden işçilerinin sesi olmak isteyenlere saldıranlara ne demeli? 23 Mayıs’ta saat 16.00’da maden işçilerinin sesini duyurmak, onlara destek olmak, “Hakları verilsin. Madenciler günışığına çıksın” diye yürüyüş yapıldıktan sonra dağılan destekçilere Kilimli’de sopalarla, demirle saldıranlara, kol kıranlara ne demeli? Peki, bu faşistleri “HDP’liler yürüyor, onlar HDP’li, PKK’lı, onlar aslında şu bu” diye kışkırtanlara asıl ne demeli?
 
Ya Zonguldak’ın yerel gazetelerinden Pusula’ya? “Nefeslik” ya da “Göçük” diye tabir edilen arka taraftaki çıkışta sigara izmariti ve yemek artığı bulup “Bu işçiler aslında dışarı çıkıp yemek yiyor” diye yazabilenlere, bunu “İşçilerin açlık oyunu” diye duyurabilenlere, maden işçilerinin eylemini itibarsızlaştırmak için ne yapacağını, ne yazacağını şaşıranlara ne demeli? Kara leke. Kapkara bir leke. O sigara izmaritlerini, pide artıklarını kim koydu? Ya da ne zamandan kaldı onlar? Bilmiyoruz. Bu oyunun rezilliği karşısında Kabataş yalanlarını hatırlıyoruz.
 
Ocak girişinde ailelerle bekleşirken, bir gürültü patırtıyla gelen bir partiye de tanık oldum. Kadınlar, “Biz sadece destek istiyoruz.” dedikçe, onlar mümkün olduğunca çok elle el sıkışarak geçerlerken yüksek sesle bir şeyler diyecekler, süslü bir partili kucağımda bir madenci çocuğuyla otururken madenci yakını sanarak benimle de el sıkışıp “Geçmiş olsun” diyecekti. Yanımdaki ana “Bir şey yapın ya!” diye haykırınca, cevabı “Biz de çok üzülüyoruz ama” olacaktı.
 
Ben, arkamda ocakta direnen maden işçilerini, ocak ağzında “provakatörlere karşı” bekletildiği dillendirilen bir TOMA, bir ambulans, yüzlerce maden işçisi ve yakınını, resmi, sivil bir sürü polisi, bir kaç sağlıkçıyı bırakırken endişe içinde olsam da, orda tanıştığım, sarılıp kucaklaştığım, dertleştiğim, dinlediğim, uşaklarının yüzleri gülsün diye didindiğim, ellerinden daldan koparttıkları can eriği yediğim uşaklarını sevdiğim, acılarını iliklerimde hissettiğim, günlüğü 10 liraya ev temizliğine giden, eline toz bezi almayan kadınların “bu olmamış” diyerek evlerini tekrar tekrar sildirip 10 lira çıkarıp verdikleri, yazmalara oya örüp satarak eve ekmek getiren, lafını sakınmayan maden işçisi eşlerinden, bir emekli maaşıyla kaç haneye bakan babalardan, dedelerden, küçücük Şevval’in, Sude’nin, Eda’nın, Muhammed’in, Güneş’in, Ece’nin ve daha nicesinin annelerinden, vicdan borcum olan maden işçilerinden ve yakınlarından “güzel haberlerde buluşmak üzere” diye ayrıldım. Onları orda öyle bıraktığım için kahroldum. 

"Açlık grevini sonlandırın. Sizin canınız kıymetli!"
 
Maden ocağında değil aç, tok karnına bir gün duramayacak emek düşmanlarına “Vicdan” diyorum. “Zonguldak uyuma / Maden işçine sahip çık” yerine “Türkiye uyuma / Maden işçine sahip çık” diyorum. Ocakta açlık grevindeki maden işçilerine mutlaka ama mutlaka ulaşılarak “Açlık grevini hemen ama hemen bırakın. Çünkü, sizin canınız kıymetli” diyorum. “Sizin canınızdan kıymetli bir başka şey yok” diyorum. “Yaşamalısınız” diyorum.
 
Durdurun açlık grevini. İnsan söz konusuysa, “kısa süre” dediğiniz zaman dilimi bile geçtir. Bazen “şimdi” bile geç kalır. “Bu bir süreç. Öyle hemen olmaz. En kısa sürede…” diye cümleler kurmadan bi’ düşüneceksiniz. Maden işçisinin karısı “Daha ne kısa süresi? 7 gün oldu içerdeler” diye haykırırken laf olsun diye konuşulmayacağını bileceksiniz. “İşçi alınteri kurumadan emeğinin karşılığını alacak” diye sıkmayacaksınız. Tıka basa doyup “işçilerin açlık oyunu” diye başlık atma pespayeliğini göstermeyeceksiniz. Muktedirler! İşçiye hakkını verecek, sonra birbirinizle hesaplaşacaksınız. Nefret kusanlar! “Ama onlar da onlara oy vermeselermiş. Oh olsun!” derken farkında olmasanız da bu ayıbın ortağı olacaksınız. İnsanı her şeyden azade insan olarak gördüğünüzde insan olacaksınız. He-men-şim-di! Yoksa, yazık olur!