“Erdoğan’a yazanın Alev Coşkun olduğuna yüzde yüz eminiz”

Aydın Engin, Cumhuriyet’e kayyum yerine mahkeme eliyle yönetim kurulu atanabileceğini söyledi: Bu susturma anlamında gazetenin sonu olur

BURCU KARAKAŞ

15.11.2016

 
 
Cumhuriyet’e yapılan operasyonla gözaltına alınan ve adli kontrol şartı ile serbest bırakılan Aydın Engin ile gazetedeki odasında buluşuyoruz. İlk sözü, “Nasılsınız? Ben gayet iyiyim çünkü” oluyor. Söyleşimiz ara sıra ziyarete gelen okurların geçmiş olsun dilekleriyle kesiliyor. Kendisiyle gazetenin geleceğinden tutuklu yönetici ve yazarlara kadar Cumhuriyet’i konuşuyoruz:
 
 
31 Ekim’de gerçekleşen operasyon Cumhuriyet çalışanlarına sürpriz oldu mu? Siz mesela, bekliyor muydunuz?
 
Kendi aramızda sohbet olarak, “Bize bir şey yapacaklar” diyorduk. Özellikle Olağanüstü Hâl ilan edildikten sonra… “Ne yaparlar bize” diye çok konuştuk aramızda. Bazen fikir jimnastiği bazen sululuk yaptık. Ancak bunu tahmin etmemiştik. Sabahın köründe evin sekiz polisle basılacağı. Tamam, polisler kötü davranmadılar ama 7’ye çeyrek kala polisler geliyor ve evi ciddi arıyorlar. 
 
Ciddi aramadan kastımız nedir?
 
Bir kere kitaplara, CD’lere bakıyorlar. İmralı Tutanakları diye bir kitap çıkmıştı. Yasakmış, haberim yoktu. Gazetecilere kitap gönderirler. Posta kutumda bulmuştum. Bir de Fehim Taştekin’in çok güzel kitabı Rojava: Kürtlerin Zamanı var. Onları aldıklarını gördüm. Bir daha alacağım hattâ. Lenin ciltleri vardı rafın üstünde. “Bu ne” dedi. “Lenin” dedim. Bir şey demedi sonra. Belki de bilmiyordu. Cep telefonuna ânında el koydular. Diğer arkadaşlarıma da böyle olmuş. Laptopu aldılar. Tabletimi aldılar. Oya Baydar bir hamleyle kendi laptopunu kurtardı. Gözlerini kocaman açtı, “O benim” dedi. Karınızın çamaşırlarının olduğu çekmeceye de bakmacasına bir arama yani, üstünkörü bir arama değildi. Her gelen ekibin tutumu farklı. Bazı arkadaşlarıma kelepçe de vurdular. Hakan Kara’yı biliyorum mesela vurulduğunu. Bana olmadı. İki karar gösterdiler. Bir tanesi arama emri. Bir liste yapmışlar, 14 kişilik. İçinde Can (Dündar) da var. Akın Atalay da var. Ben biraz tecrübeli olduğum için, “Sırf ev araması mı yoksa gözaltı da var mı” dedim. İkinci kâğıdı verdi. Orada da gözaltı listesi vardı. 
 
Alev Coşkun’un bir dilekçe verdiğini biliyoruz. O dilekçeye taraf olan başka isim var mı?
 
Mustafa Balbay ve denetçi Osman Pamukoğlu var. Bunların dilekçesi var. Kendilerinin tasfiye edildiği seçimin hukuken geçerli olmadığı yazıyor. Mahkeme devam ediyordu. Duruşma, 24 Kasım’da. Ancak yeni bir gelişme oldu. Daha önce dosyada Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yapılan seçimlerin yasalara uygun olduğuna dair bir rapor vardı. Sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir açıklaması oldu Cumhuriyet’le ilgili. Haziran ayında yeni bir müfettiş tayin etmişler. O müfettiş son seçimi bile değil, 2013’te yapılan seçimin de usulsüz olduğuna dair rapor vermiş. 3 Ekim’de Vakıflar Genel Müdürlüğü bu raporu onaylamış. Bu raporu mahkeme kabul ederse Cumhuriyet’in hiçbir vakıf yöneticisi yok. Mahkeme bunu kabul eder ve 12 üye tayin ederse bu Cumhuriyet’in bitmesi demektir. 
 
“Tepki nedeniyle kayyum atayamayacaklar” diye bir sözünüz olmuştu. Hâlâ öyle mi düşünüyor musunuz?
 
Eğer mahkeme yeni 12 yönetim kurulu üyesi atarsa bunun anlamı “kayyum atama” değildir artık. Bunun anlamı, “Yönetim kurulu geçersizdi, biz mahkeme olarak yeni bir yönetim kurulu oluşturduk” olur. Gidiş o. Kayyum atanmış hâlinden pratik sonuçlar olarak hiç farklı değil ama kamuoyunda, “Biz kayyum falan atamadık Cumhuriyet’e, mahkeme yeni kurul oluşturdu” olur. Belki artık burada olmayanları koyabilirler. Muhteşem bir yönetim kurulu olur, bize de tası tarağı toplayıp gitmek kalır. 
 
Kurulun değişmesi durumunda gazete çalışanları açısından nasıl bir durum doğacağını düşünüyorsunuz?
 
Genç arkadaşlarım için bu bir ekmek kapısıdır ve medyada öyle bir işsizlik var ki “Siyasi görüşlerim veya etik anlayışım anlaşmıyor, ben gidiyorum” demek çok kolay değil ve hiç kimse suçlanmamalıdır bu yüzden. Ev kirasını ödeyecek, bebeğinin mamasını alacak insanlar var burada. Bazıları kalmak, direnmek isteyebilir. Bazıları “Anlaşıldı, burada ben yokum” diye karar verebilirler. Burada toplu bir hareket yapacağımızı düşünmüyorum. Bu saygısızca olur. Genç arkadaşlarımızı özellikle haksız yere bir şeye zorlamak olur. Sanki burada kalanlar suç işlemiş gibi bir hava doğar. O yüzden toplu bir hareket olmaz, herkes bireysel karar verecektir. 
 
Basına yaptıkları açıklamaları okuduk ama siz serbest bırakıldıktan sonra Alev Coşkun’la iletişiminiz oldu mu?
 
Hayır. Zaten savcılık sorgusunda Alev Coşkun şahit olarak çağırılmış. Bir temasımız olmadığı gibi tamamen karşıda pozisyon almış birisi. Sayfa sayfa görüşleri alınmış. Bizim sorgumuzda, ortada bir kanıt yok. Tahliye edildiğim gün akşam burada, “Çok dosya gördüm, bu kadar ahlaksızını görmedim” demiştim çünkü hiçbir kanıt olmadan sizi suçluyor. 
 
Coşkun, “Kayyum istemiyoruz” şeklinde bir ifade kullandı.
 
Belki yeni kurulda olacağını umuyordur. Belki de temasları olmuştur, bilmiyorum. Cumhurbaşkanı’na imzasız bir mektupla birisi başvurdu. Üslubundan, bugüne dek yazdıklarından bu kişinin Alev Coşkun olduğuna yüzde yüz eminiz ama bunu kanıtlayamayız. 
 
Gazetenin eski genel yayın yönetmeni İbrahim Yıldız’ın şöyle bir lafı var: “Ben orayı 2014’te bıraktığımda tek kuruş borcu yoktu, şimdi gazeteyi borç batağına soktular.” Şu an böyle bir borç batağı durumu var mı?
 
Bu kötü bir yalan. Üstüne üstlük kolay çürütülebilir bir yalan. Burası, her zaman denetim altında olduğundan muhasebe kayıtları çok titiz tutulan bir yer. O zaman da Cumhuriyet borçluydu. O zaman da Cumhuriyet kendi yağında kavrulmakta zorluk çekiyordu. Ayrıca ayrılanlara tazminatlar ödendi. Mesela, İbrahim Yıldız’a çok yüksek tazminat ödendi. Rakamını bilmiyorum ama çok yüksek olduğunu biliyorum. Bütün bunların karşılanması için de Ankara bürodaki bize ait bina satılarak, keza Nadir Nadi’nin evi satılarak borçlar karşılanmaya çalışıldı. Çünkü gazete satış rakamları ve ilan gelirleriyle kendi giderlerini karşılayamıyordu. Sıradan gazete okuru asla bilmez ama gazeteler ilan almadıkça yaşayamazlar. İlan konusunda Cumhuriyet’e adı konmamış bir ambargo uygulandı. Bu ambargo uzun süredir devam ediyor. TÜSİAD’da çok üst düzey yöneticilik yapmış bir işadamı anlatmıştı. Cumhurbaşkanlığındaki danışmanlar Cumhuriyet’te çıkan bir reklamı gördüğü zaman o firmaya telefon edip, “Cumhuriyet’te reklamınız çıkmış, reklam şirketinizi uyarın” gibi uyarılarda bulunmuşlar. Biz gerçekten bir reklam ambargosu duvarı ile karşı karşıyayız. Bir gazete sadece satış geliriyle yaşamaya çalışırsa borç üretir. Cumhuriyet bunu yaşıyor.
 
Şu an Alev Coşkunlar yönetimde olsaydı, Cumhuriyet nasıl bir gazete olurdu?
 
Türkiye’de “milliyetçilik” diyeceğimiz laf MHP’nin tekelinde kaldığı için, algı öyle oluştuğu için bir algı düzeltmesi amacıyla “ulusalcılık” diye bir terim üretildi. “Duyarlı” ile “hassas” arasında ne fark varsa ya da “münevver” ile “aydın” arasında ne fark varsa “milliyetçi” ile “ulusal” arasındaki fark ondan ibaret. Milliyetçi bir çizgiye yönelir. Türkiye’nin en yakıcı sorunu olan Kürt sorununun barışçıl çözümünü desteklemeyen, tam tersine “Vurun kırın” diyen bir gazete olur. Ancak özel olarak Kürt meselesi değil söylemek istediğim. Milliyetçi bir gazete olur.
 
CUMOK (Cumhuriyet Okurları) ile çeşitli sıkıntılar yaşamıştınız önceden. Gelinen noktada, gazetenin çizgisinin değiştiğini düşünerek operasyona şüpheli bakan okurlarla karşılaştınız mı?
 
Çok. Az değil, çok. Sosyal medya bataklığında tekrarlamaya bile utanacağım küfürler eşliğinde tepkilerle karşılaştım. Genellikle Aydınlık gazetesi ya da Vatan Partisi çevresinden, “Oh olsun” ya da “Nihayet Cumhuriyet kurtuluyor”, “Vatan hainleri gidiyor”, “Kürtçüler gidiyor”, “FETÖcüler gidiyor,” “Yetmez ama evetçiler gidiyor” şeklinde çok tepki geldi.
 
Bu tepkilerle karşılaşınca siz ne hissediyorsunuz peki?
 
Ben artık şerbetlendim. Etkilenmiyorum. Aynı zamanda AK trollerden de her yazdığım yazıya günde yüksek kaliteli tweetler geliyor. Ben galiba biraz fazla paratoner gibiydim. Özgür Mumcu’nun öyle bir lafı var. “Abi senin sayende bize kimse sataşmadı fazla” der. O yüzden şerbetliyim. 
 
Şu an gazetenin çevresinde polis ablukası var. Bu ortamda çalışmak nasıl hissettiriyor?
 
Neredeyse ona da alıştık diyeceğim. Basın özgürlüğünü savunmak amacıyla Charlie Hebdo’yu bastığımız zaman da bunu yaşadık. Esnaf muhtemelen, “Allah kahretsin bu Cumhuriyet’i” diye bu sokaktan geçiyordur. Burası bir de önemli bir yol trafik için. Bunu o kadar yüksek bir dayanışma oldu ki, benim için de arkadaşlarım için de hoş bir sürpriz oldu. Buraya HDP’liler, CHP’liler ve hattâ TGB’liler geldi. Genelde bu gruplar protesto için geldiklerinde pankart kavgası olur. Birlikte değil ama yan yana, itiş kakış olmadan dayanışma gösterdiler. Cumhuriyet zor günler yaşamıştır ama böylesini ilk defa görüyoruz. Burada kimse bir şey örgütlemedi. Yaşlı genç, nöbete gelenler, sanatçılar… Bir çeşit Gezi ruhu bir kere daha canlandı burada. Bu bir abartı değil. O kadar öyle ki çalışamaz hale geldik bir ara.
 
Daha fazla destek bekliyor muydunuz yine de?
 
Bekliyorduk, bekliyoruz. Özellikle CHP’den bekliyoruz. Dayanışma gösterdiler, buraya geldiler. Kılıçdaroğlu buraya geldi. Ama pratikte bunların ne gibi bir sonuç vereceğini bilmiyoruz. CHP’nin ana muhalefet partisi olarak ağırlığıyla daha sert yüklenmesi, hükümeti uyarması gerektiği kanısındayım. 
 
Ne yapılabilir peki sizce?
 
Başbakanla konuşur. Cumhurbaşkanıyla konuşur. Bunun ne kadar vahim ve kötü olduğunu, yurtdışında nasıl algılanacağını, basın özgürlüğü konusunda Türkiye’nin artık hiçbir şey söyleyemeyecek hale gelişini, itibar kaybedeceğini ısrarla inatla altını kalın çizerek anlatabilir. O yüzden CHP’nin şu anki tutumu için o meşhur lafı kullanmak istiyorum: Yetmez ama evet!
 
Böyle bir çaba sonuç verebilir mi?
 
Hayır, umut sadece… İktidarın ne kadar kararlı olduğu konusunda herhangi bir tahminde bulunamıyorum. Unutmayalım ki Türkiye eksen değiştiriyor aynı zamanda. Cumhuriyet bunun bir ayrıntısı ve en önemli ayrıntı değil. Kimilerinin sandığı gibi bu eksen değişikliği, Avrupa Birliği’nden, NATO’dan, ABD’den sırtını dönüp “Şanghay Beşlisi” dediğimiz oluşumun parçası olmakla olmayacak. Körfez’e dönüyor. Katar, Suudi Arabistan’a dönüyor. Bu, çok karanlık bir Türkiye demektir.
 
CHP’ye başbakan ya da cumhurbaşkanı ile görüşmeleri yönündeki arzunuzu ilettiniz mi?
 
İlettik kendilerine. Yapmaya çalışacaklarını söylediler. Göreceğiz. 
 
Tutuklu bulunan Cumhuriyet gazetesi yazarları ve yöneticilerinin cezaevi koşulları hakkında bilginiz var mı?
 
Sırf kendimizi mazlum göstermek için abartmaya gitmeyeceğiz. Gözaltı koşulları gayet iyiydi, bir gözaltı ne kadar iyi olursa tabii… Sabah, öğle ve akşam hiç kötü olmayan yemekler yedik. Bir defa tavuk dönerli pilav bile verdiler. Hiçbir kabalık görmedik. Avrupa Birliği ile uyum yasaları çerçevesinde demokratik birtakım kazanımlar edinilmiş. Her gün kötü muamele olup olmadığını anlamak için kliniğe götürüyorlar. Silivri Cezaevi’nde 10 hapishane var. Arkadaşlarımızı 9 numaraya verdiler. Koğuş sistemi değil, F tipi cezaevi. 9 numaradaki gardiyan kadrosunun diğerlerine göre daha sert olduğuna dair söylentiler var. Ancak yaşam koşulları konusunda ayrıntılı bilgimiz yok. Çok vahim şeyler olsaydı haberimiz olurdu. İyilermiş. Eşleri ziyaret etti. Neşe saçtıklarını söylediler. Gözaltında da çok neşeliydik. “Ne kadar bir mutlu hayatımız var şu anda” diyorduk. İnternet yok, telefon yok, gazete okuma zorunluluğu yok. İş yok. Elektrik su bedava. Bir ara nezarethanenin sorumlusu başkomiser, “Sizi anlamıyorum. Kahkahalarınız dışarıdan duyuluyor” dedi. Galiba F tipinde de iyi durum. Galiba!
 
Sürecin Cumhuriyet açısından nasıl sonlanacağını düşünüyorsunuz?
 
Burada hedef gazeteciler değildi. Bırakın vakıfta görevli olmamı, ben gazetede maaşlı değilim. Yazdığım yazı ile para alıyorum. Ya da Turhan Günay, kitap ekindeki arkadaşım… Ona 31 soru sordular, 31’ine de “Ben vakıfta yönetici değilim” diye cevap verdi. Kadri Gürsel, hiçbir sorumluluğu yok. Bir tek yazısında bir cümleyi cımbızlayıp FETÖ propagandası ya da darbe kışkırtıcılığı yaptığı iddia edildi. Saldırı, gazetecilere değildi. Cumhuriyet’i susturmaya yönelik bir operasyonla karşı karşıyayız. Bu onun bir adımı. Bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK), bir şirket ya da vakfın yöneticileri tutuklanırlarsa yöneticilikleri düşer diyor. Şu an Akın Atalay’ın da gelmesi ile içeride bulunan vakıf yöneticisi arkadaşlarımızın yöneticilikleri düştü. Ayın 24’ündeki duruşma belirleyici olabilir. Orada bile bir nüans var. Kadın bir yargıç vardı, olumlu bakıyordu. Reddedecekti Alev Coşkunların itirazını. Bize öyle geliyordu yani. O yargıcı emekli ettiler. Yerine henüz yargıç atanmamış. Duruşmaya kadar yeni yargıç atanmazsa geçici yargıçlarla yaparlar. Geçici yargıçlar genellikle karar vermezler, ertelerler. Yeni gelen yargıç bile 24’ünde karar vermeyebilir ama bunun tersi de olabilir. Bu kararın kayyum atamadan yeni bir vakıf yönetim kurulu oluşturma yönünde olacağını tahmin ediyorum. Ve bunun susturma anlamında Cumhuriyet’in sonu olacağını tahmin ediyorum.