“Sarı Yelekliler, mali adaletsizliğe karşı bir hareket”
Fransız emek sosyologu Dominique Méda’ya göre mesaj açık: Denetimsiz piyasa ekonomisi sürdürülebilir değil
25.12.2018
Fransa’da her kesimden, her nesilden ve hattâ muhtelif siyasi görüşlerden yüzbinlerce gösterici aylardır sokaklarda mali adaletsizliğe karşı ülke çapında gösteriler düzenliyor. En büyük ortak özellikleri üzerlerine geçirdikleri sarı yelekler ve genel bir kördüğüm duygusu. Fransa’nın önde gelen emek sosyologlarından Dominique Méda, bugün patlak veren öfkenin 2008 krizine karşı benimsenen politikaların azaltmak yerine daha da artırdığı gelir eşitsizliklerinin sosyal yansıması olduğu kanısında. Belki henüz bir zamanların “Occupy” ve “Öfkeliler” hareketleri ya da “Sintagma Meydanı” gösterileri gibi ortak siyasi bir söylem geliştirmiş değiller, ama Méda’ya göre ortaklaştıkları itiraz yine bir ekonomik modelin sürdürülemezliğine işaret ediyor. Işıl Ergüden’in çevirisiyle İletişim Yayınları’ndan çıkan ve bu yıl üçüncü baskısı yapılan Emek: Kaybolma yolunda bir değer mi? kitabının da yazarı olan Méda için artan eşitsizlikler ve ekolojik dönüşümün gerekliliği karşısında köprüden önce son çıkışa yaklaşıyoruz. Reçetesi net: Daha âdil bir vergi sistemi tesis etmek ve kamu yatırımlarını artırmak.
Her nesilden yüzbinlere kişi ülkenin dört bir yanında sokağa çıkarak, Fransa ölçeğinde bile son yılların en kalabalık gösterilerini düzenliyor. Baştan başlayalım: Kim bu sarı yelekliler?
Bilmiyoruz! Aralarında toplumun her kesiminden insanlar var: emekçi sınıflarından insanlar, küçük zanaatkârlar, esnaf, küçük işletme sahipleri, emekliler ve çok sayıda kadın. Sundukları 42 talepten bazıları ise Jean-Luc Mélenchon’un [sol-sosyalist eğilimli France Insoumise (İtaat Etmeyen Fransa) partisinin kurucusu ve genel başkanı] programına çok yakın.
Libération gazetesinde iki akademisyen ile birlikte yazdığınız yazıda bu öfkenin “20 yıldır süre gelen ve insanları piyasaların kendi kendini denetleyebildiğine ve sosyal modelimizin suçlu olduğuna inandırmaya çalışılan neoliberal politikaların bir sonucu” olduğunu söylüyorsunuz. Sizce neden bu öfke tam da Emmanuel Macron’un iktidarda olduğu bu dönemde patladı?
François Hollande’ın Cumhurbaşkanlığı boyunca ve şimdi Emmanuel Macron’un döneminde ekonomideki arz politikası kısmen vergi artışları ve kamu harcamalarının azalmasıyla finanse edildi. Sonunda iki damla bardağı taşırdı: Birincisi, Başbakan Édouard Philippe hükümetinin ilk icraatlarından birinin servet vergisinin bir kısmını (taşınır mülkiyet üzerinden alınan vergileri) kaldırmak ve ardından da sermaye gelirleri üzerinde yapılan kesintileri yıllık yaklaşık beş milyar Euro’ya tekabül eden bir oranda azaltmak olmasıydı. Diğeri ise yakıt vergisinin artırılması. Bu da çok derin bir mali adaletsizlik duygusuna yol açtı.
Peki, ekolojik sebepler öne sürülerek yapılan bu yakıt vergisi artışı, Fransa’nın sosyal devlet modelini sırtlayan orta sınıflarla mali imtiyazlara sahip yönetici sınıflar arasındaki ilişkiye dair bize ne söylüyor?
Yakıt vergisi artışı, tüketimin ekolojik sebeplerle azaltılmasını amaçlayan bir tedbir olarak sunuldu. Ancak yaşadıkları yerlerde mahsur olan ve bu artışla kendilerini köşeye kıstırılmış hisseden insanlar var. Bunlar özellikle toplu taşıma alternatifi olmayan; ne metro ne tramvay ne tren ne de otobüs hizmetinin sağlanabildiği kenar mahallelerde yaşayan kişiler. Dolayısıyla da bu artışlara katlanmak zorundalar. Bu sebeple, çok sayıda araştırmacı, çevreyi kirleten büyük şirketlerin vergileri artmazken, haneler üzerinden alınan bu tür vergileri artırmanın herhangi bir fayda sağlamadığını vurguluyor. Ayrıca, karbon vergisinden elde edilen gelirler, bu vergilerden olumsuz etkilenen dar gelirli hanelerin harcamalarını telafi edecek şekilde kullanılmadı.
Macron, geleneksel partilerden adaylığını koymayıp farklı siyasi partilerden oy toplayarak seçilen ilk Cumhurbaşkanı. Karşısında da lidersiz, en azından yön vericiler arasında da ağır basan bir siyasi eğilime sahip olmayan bir kitle var. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Sizce gösterici kitlesi arasında Macron’un kendi seçmenleri de var mı?
Göstericiler arasında Macron’un kendi seçmenleri olduğunu düşünmüyorum: Çoğu sarı yelekli son seçimlerde oy kullanmadığını söylüyor. Yani aslında onların partisi sandığa gitmeyenler. Göründüğü kadarıyla emekçi sınıfından ve küçük orta sınıflardan çok sayıda insan gösterilere katılıyor. Bir kısmı belki de kendi içinde bulunduğu koşulları değiştirebileceğini düşündü ama daha sonra düş kırıklığına uğradı.
Göstericilerin ve karşısında hükümetin söylemlerinde net bir sağ-sol ayrımının olmamasına dair düşünceleriniz neler?
Bu ne sağ ne de sol, ya da sağ ve solün ötesinde retoriği dayatan bizzat Emmanuel Macron’du. Bizi sürüklediği felaketi de görüyoruz. Oysa Jean-Luc Mélenchon, Sosyalist Parti hattâ Génération.s hareketi [Tıpkı Mélenchon gibi Sosyalist Parti’den ayrılan ve partinin sol çizgisini temsil eden Benoît Hamon’un kurduğu parti] gibi oluşumlarda bu sol söylem hâlen mevcut. Ancak, bu söylemler daha henüz çoğunluğu temsil etmiyor.
Kamusal alanda polis saldırısına uğramadan toplanmanın mümkün olmadığı Türkiye’den bakıldığı zaman en çok dikkat çeken nokta da polis şiddeti. Olağanüstü hâl bile talep edildi. Her ne kadar Macron bir açıklamasında “kırıp dökenler ile mesaj taşıyanları karıştırmadığını” söylemiş olsa da bu yöndeki açıklamaların hükümetin gösterilere yaklaşımını yansıttığını düşünüyor musunuz?
Macron, gösteriler hakkında yaptığı ilk konuşmalarında önce uzun uzun şiddeti kınadı. Her geçen hafta göstericilere yönelik şiddet arttı, buna geçtiğimiz haftasonu gördüğümüz üzere göstericilerin önceden gözaltına alınması da dâhil. Gösterilere bazı insanları karışarak [mağazalara ve arabalara] saldırması elbette bir sorun, zira hükümetin eline gösterileri bastırmak, engellemek, gözetimi artırmak için muazzam bir koz veriyor. Bu çok ciddi bir durum.
Gösteriler Fransız medyası tarafından nasıl ele alındı? Şiddet olaylarının abartılı ele alındığı ya da çarpıtıldığı oldu mu?
Haber kanalları sorunun bir parçası zira şiddete odaklanılmasına yol açıyorlar. Tabii sosyal medya da aynı işlevi görüyor. Bunun sonucunda da toplumda korkuların artmasına ve düzen arzusunun güçlenmesine sebep olabiliyorlar. Özellikle bütün gün bu kanalları izleyen ve sokakların savaş meydanına döndüğünü sanabilecek emeklileri düşünüyorum. Oysa bu şiddet sadece çok belirli yerlerde meydana geliyor.
Fransa’daki mevcut krizden ve bu neoliberal modelden çıkmanın yolunun emeğin değerini geri kazandırmaktan geçtiğini savunuyorsunuz. Sizce Fransa’da ekonomik ve sosyal politikalarının kalıcı bir dönüşümü için alınması gereken önlemler neler?
Kitabımızda [Méda, Éric Heyer ve Pascal Lokiec ile birlikte kaleme aldığı ve Eylül ayında çıkan Une Autre Voie Est Possible: Le Modéle Français N’est Pas Mort! (“Başka bir Yol Mümkün: Fransız Sosyal Modeli Ölmedi!) kitabına değiniyor] Fransa’da yaşanan durumunun sebebinin, cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sırasında söylenmiş olduğu gibi sosyal modelimiz aranmaması gerektiğini savunuyoruz. Bize göre asıl sebep bir yandan 2008’de yaşanan küresel finans krizine karşı yürütülen ekonomi politikasında yapılan ciddi hatalar – arz politikası, rekabeti artırmak adına yapılan deflasyon gibi IMF’nin baş ekonomisti Olivier Blanchard tarafından da kabul edilen hatalar bunlar – ve diğer yandan 1980’li yılların sonundan itibaren sürdürülen ve yine IMF’in Ocak 2016’da zararlarını itiraf ettiği neoliberal politikalar: kemer sıkma politikaları ve sermayelerin tamamen serbestleşmesi sonucu eşitsizliklerin hızla arttı. Normları, kuralları, korumaları ve maaşları azaltmak için yapılan bu yarış karşısında biz kamu yatırımlarını yeniden başlatmanın kesinlikle hayati bir önem taşıdığını düşünüyoruz, özellikle de ekolojik dönüşüm konusunda. Bunun ışığında, Fransa’nın ekonomisinin radikal bir şekilde yeniden dönüşmesini sağlamak amacıyla, ekolojik dönüşümün sosyal ayağıyla birlikte el ele yürütülmesi için – yenilenebilir enerjiye geçiş, binaların ısı yalıtımlarını yenilenmesi, altyapı ve demiryollarında dönüşüm – yıllık 20 milyar Euro değerinde büyük bir yatırım planı öneriyoruz. Elbette aynı anda, eğitim, sosyal yardımlar ve kamu destekli sözleşmeler gibi sosyal yatırımları da sürdürmek gerekecek.
Polis şiddetine yeniden gelecek olursak, acaba daha demokratik bir devlet ile piyasalarda denetimin artması arasında bir ilişki görüyor musunuz? Veya denklemi tersten alırsak, Polanyi’nin diyeceği gibi otoriter rejimlerle piyasanın denetimsiz kılınması arasında?
Evet, Kesinlikle! Polanyi’nin günümüzün ekonomi yazarı olduğunu düşünüyorum. Sermayenin, özellikle uluslararası alanda kuralsız serbestleşmesi konusunda fazla ileri gidildiği kanaatindeyim. Dünya Çalışma Örgütü sosyal dampingi önleyecek şekilde herkes tarafından riayet edilen kurallar koymakta başarısız kaldı. Dünya Ticaret Örgütü ise istihdam ile ilgilenmiyor. Dolayısıyla, her yerde bu çılgın finans ağır basıyor. Oysa küresel denetim mekanizmaları ve daha güçlü bir planlama gerektirecek denli büyük zorluklarla karşı karşıyayız. Ancak neoliberalizmin en önemli özelliklerinden biri de bu, kuralları reddetmesi. Toplumlarımız bu noktada ise bu çılgınlığa karşı kendi içlerine kapanarak, yabancıları reddederek, daha fazla düzen ve otorite talep ederek korunmaya çalışıyor.