Türkiye’de gazetecilik yoğun bakımda
Bu yıl 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü dünyada eşine pek rastlanmayan bir ‘genetiği değiştirilmiş medya’ ile idrak ediyoruz

02.05.2015
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü, demokrasilerin ve demokratikleşme çabalarının kilit mesleği sayılan haberciliğin, gazeteciliğin kutlanması amacıyla kabul edilen bir 'bayram'.
Dünyanın dört bir yanında halkları, yurttaşları 'haberdar' etmek, onlara bilgi, analiz ve yorum aktarmakla, insanlara kendileri ve yönetimleriyle ilgili sağlıklı kararlar vermeyi sağlamakla yükümlü bu mesleğin kuruluş ve varoluş ilkelerini, temel ahlaki değerlerini gözden geçirmek için iyi bir fırsat, 3 Mayıs.
Böyle bir günde medya özgürlüğü, bağımsızlığı, çoğulculuğu ve güvenliği açılarından ortaya koyduğumuz 365 günlük bilanço da bize – hep öyle umuyoruz – mevcut durumumuz ve geleceğimiz açısından heyecan ve umut vermeyi öngörüyor.
Ama tabloda iç açıcı bir şey bulmak artık pek mümkün değil.
Gerek Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) gerekse Freedom House (FH) çıkışlı son raporlar, ayrıca Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) endeksindeki sıralama, dünyada medya özgürlükleri ve bağımsızlığı açılarından vahim bir gerileme, 'kötüleme' halini işaret ediyor.
Bu tablo içinde en çok endişe uyandıran gelişmeler Türkiye kaynaklı.
Özgürlük ve bağımsızlık gibi temel kriterlere dayalı küresel medya ölçümlerine baktığımızda, geçen yıl Freedom House'un Türkiye'yi 'kısmen özgür' statüsünden 'özgür olmayan' statüsüne düşürmesi bu konuda en kuvvetli işaret fişeğiydi.
Bu yıl da aynı statüde kaldı Türkiye.
Hem CPJ hem de RSF dökümlerinde Türkiye 190 küsur ülkenin en alttaki son çeyreğinde adeta 'sabitlenmiş' durumda.
Türkiye medyasının 2011 seçimleri öncesinde başlayıp, sonrasında ilk kuvvetli belirtilerini Roboski katliamı, ardından Gezi olayları ve en son olarak da 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları ile güç ve hız kazanan 'heyelan', son bir yıl içinde tam anlamıyla bir 'serbest düşüş'e dönüşmüştür.
2014 yılı başlarından itibaren P24'ün gerek çalışmalarında, gerekse iç ve dış toplantılarda paylaştığı görüşlerin çok ötesinde, uluslararası alanda (hem siyaset hem de gazetecilik çevrelerinde) artık üzerinde tam mutabakat sağlanmış, ortak bir gözlemden söz ediyoruz.
3 Mayıs 2015 Dünya Basın Özgürlüğü gününde mesleğimizin onuru, temel değerleri, özgürlüğü, bağımsızlığı ve inandırıclığı bakımlarından, en ufak bir kutlama şöyle dursun, ülke çapında matem halindeyiz.
'Genetiği değiştirilmiş medya'
Çünkü, eski başbakan ve şimdiki cumhurbaşkanının tek başına açtığı, 'medyayı boyunduruk altına alma, Türkiye'nin tek medya genel yayın yönetmeni olma, ve gazetecilik mesleğini felç ederek hiçleştirme' savaşında eski medya patronlarının bir kısmı ile 'havuz medyası'nı bir araya getirerek kurduğu ittifak sadece tek veya gruplar halinde gazetecileri görevini ifa etmekten men etme hedefiyle sınırlı kalmamış, dünyada eşine pek rastlanmayan bir 'genetiği değiştirilmiş medya' icat edilmiştir.
Endişe tam da budur:
Bütün bir medya sektörü varoluş nedeninden koparılmakta, özgürlük, haysiyet ve bağımsızlıktan tamamen yoksun olarak iktidarın hizmetine koşulmak istenmektedir.
Bugün Türkiye'de yolsuzluk iddia ve soruşturmalarının da içine aldığı bir 'patron medyası' parçası ile, yolsuzlukları haberleştirmeye isteksiz, görev suiistimallerine göz yuman, yolsuzluklara ve yozlaşmaya bakmaya 'korkan' bir diğer 'patron medyası' parçasının birleştiği bir 'merkez'de, bildiğimiz anlamda bağımsız habercilik artık imkansız hale gelmiştir.
Bu 'büzülmüş' medya 'merkezinde' araştırmacı, bağımsız ruhlu ve gözüpek gazetecilik sıfırlanmıştır.
Bu olgu bile başlıbaşına Türkiye medyasının neden en alt kümeye düştüğünü açıklamaya yeter.
Bir yandan iktidarın öbür yandan farklı iş alanları ve ihale ihtiyacı nedeniyle patronların çıkarları nedeniyle çifte baskı altında ezilen Türkiye medyasında oto-sansür artık gündelik uygulama, alışılıp öğrenilmiş 'kültür', bir çalışma 'normu' haline gelmiştir.
'Genetiği değiştirilmiş medya'nın kendisini toparlaması ve kamu yararı esasına dayalı, anayasal haklarını kullanan bir medyaya geri dönmesi giderek güçleşmektedir; belki de yıllar alacaktır.
Şayet bu ülkede otoriterleşme baskısı başarılı olursa, Türkiye'nin, medyanın iktidarın borazanı olduğu bir Orta Asya cumhuriyetine dönüşmesi de ihtimal dahilindedir.
Tabii ki mücadele devam ediyor. Bağımsız kalmakta direnen her kurum ve gazeteci, sadece işten atılma, işsiz kalma, adeta 'parti komiseri' gibi davranan editörlerin yönettiği yerlerde kavgasına devam etmeye çalışıyor.
Gazeteciliğin 'kriminalizasyonu'
Ama mesele elbette sadece oto-sansürden ibaret değil.
2011'lerden bu yana yoğunlaşan, sistematik hal alan bir sansür ve cezalandırma baskısıyla bütünleşen, muazzam bir kabin basıncı söz konusu.
Son üç aylık BIA Gözlem Raporu'nun içeriği bu konuda yeterli fikri veriyor:
‘’Türkiye medyası, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü’ne 180 ülke içerisinde 149. sırada ve yoğun ihlallerle giriyor: Ocak Mart 2015 döneminde 6 gazeteci Terörle Mücadele Kanunu uyarınca 143 yıl hapis istemiyle yargılandı; iki yayın yasağı çıktı; akreditasyon her gün “istenmeyen” medyayı vurdu. 3 gazeteci ve 2 karikatürist Recep Tayyip Erdoğan'a hakaretten ertelemeli 16 ay 20 gün hapis ve 21 bin TL para cezasına mahkum edildi.
49 haber, 312 Twitter mesajı, Facebook, 3 haber sitesi, 2 gazeteci, 2 film, 1 kitap, 2 köşe yazısı, 1 resim sansüre uğradı. AİHM, Türkiye’yi 2’si gazeteci 18 kişiye toplam 22 bin 983 avro (yaklaşık 64 bin 452 TL) tazminat ödemeye mahkum etti. RTÜK, Radyo ve TV’lere toplam 5.480.245 TL idari para cezası verdi.
2014 yıl sonu itibariyle 22 gazeteci ve 10 dağıtımcı hapisteydi. Bu gazetecilerden 18'i hükümlü, 3'ü sanıktı; 1'i soruşturma geçiriyordu.
Nisan 2015’e hapiste giren 23 gazeteciden 14’ü 'Kürdistan Topluluklar Birliği-Türkiye' (KCK), 'PKK' ve 'DYG'; 2’si 'Marksist Leninist Komünist Partisi' (MLKP); 1’i 'Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi' (DHKP-C); 1’i 'Direniş Hareketi', 1’i ‘Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist’ (TKEP/L), 1’i İBDA/C, 1’i “Paralel örgüt”, 1’i gizli belgeleri kullanma davalarından hapiste. Biri de üç örgüte birden üye olmaktan (Ergenekon Örgütü Mersin Teşkilatı, Türk İntikam Birliği Teşkilatı ve İç Örgüt) yargılandı.
23 gazeteciden 19’u hükümlü, 2’sinin davası sürüyor; 2’si soruşturma geçiriyor.
Nisan 2014’e cezaevinde giren 35 gazeteciden 22’si ‘KCK/PKK/DYG'; 4’ü 'DHKP-C’; 4’ü 'MLKP’; biri 'Direniş Hareketi', biri de İBDA-C davalarından hapiste, bir gazetecinin örgütü bilinmiyordu. Biri Gezi Direnişi operasyonlarından, bir diğeri de ‘casusluk’ iddiasıyla hapisteydi.
Ocak-Mart 2015 döneminde 3 site, 2 gazeteci, 2 film, 1 kitap, 2 köşe yazısı, 1 resim sansüre uğradı. Başbakanlık, Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın rehin alınmasına ilişkin haberlere geçici yayın yasağı, Hakimlik de, Hatay ve Adana'da MİT'e ait araçların durdurulup aranmasıyla ilgili yayın yasağı çıkardı. 49 haber, 312 Twitter mesajı ve Facebook’ta Muhammed Peygamber içeriklerine erişim yasağı gibi 6 sansür olayı daha yaşandı. En az 2 olayda 17 medya organı akreditasyonda ayrımcılığa uğradı.
Ocak-Mart 2014’te 19 kişi, Başbakan Erdoğan'a hakaret veya kişilik haklarına saldırdığı gerekçesiyle toplam 27 bin TL tazminat ve 31 yıl hapse mahkum edilmişti. 2014’ün tamamında, aynı gerekçeyle 2 gazeteci toplam 11 ay 20 gün ertelemeli hapse ve 7 bin TL para cezasına; 61 kişi de, toplam 31 yıl 2 ay 15 gün hapis ve 332 bin 660 TL para cezasına mahkum edilmişti.
Ocak-Mart 2015’te en az 8 gazeteci ve medya çalışanı işten çıkarıldı veya işten çıkma zorunda kaldı. Geçen yılın aynı döneminde bu rakam 60’ti. 2014’ün tamamında 339 gazeteci, yazar ve medya çalışanı işten çıkarılmış veya istifaya zorlanmıştı.’’
Gazetecileri hapseden ülke konumunu sürdürmenin izah edilebilir hiçbir yanı, hiçbir mazereti yok. Yıllar boyunca başta AİHM olmak üzere, Erdoğan hükümetlerine Terörle Mücadele Yasası'nın lağvedilmesi, en azından ifade ve medya özgürlüğü ile terörle mücadele arasındaki legal çizginin net çekilmesi yolundac iletilen hiçbir uyarıya kulak verilmedi.
Dumanlı, Karaca, Baransu
17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarının bertaraf edilmesi ardından gazetecileri hapse atma saplantısı yeniden su yüzüne vurdu. İki medya kuruluşu polis baskınına uğradı, bu kurumların üst düzey yöneticisi iki gazeteci, Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca, şu ana kadar yalanlanmaya ifadelerle, ‘’bir senaryo ve iki makale nedeniyle’’ terör faaliyeti suçlamasıyla gözaltına alındı. Dumanlı serbest bırakıldı, Karaca ise dört ayı aşkın süredir tutuklu. Tahliye edilp tutuksuz yargılanmasına ilişkin girişimler de mümkün olmadı.
Bundan kısa bir süre sonra da gazeteci Mehmet Baransu ‘’devletin gizli belgelerini temin etmek’’ – yani ‘’casusluk’’ – suçlamasıyla gözaltına alınıp tutuklandı ve tek kişilik hücreye kondu.
Bu gelişmelerin, Türkiye'de ‘’gazeteciliğin kriminalizasyonu’’ yolunda önemli köşetaşları olduğunu not ediyoruz.
Sansür norm haline gelmektedir. Yayın yasaklarına internette sitelere erişim yasakları eklenmekte; gazeteciler akreditasyon kısıtlamaları ve ‘’sarı basın kartı’’ reddetmeler gibi bahanelerle görevlerinden men edilmekte, ‘’resmî mobbing’’e maruz kalmaktadır. Hükümeti eleştiren gazeteler THY uçaklarına ve resmi kurumlara alınmamakta, Rekabet Kanunu açıkça ihlal edilmektedir.
Kamu yayın kurumu olması gereken TRT, RTÜK cezalarının da tescillediği gibi, artık bir 'hükümet borazanı' haline gelmiştir. Anadolu Ajansı, artık hükümetin resmî basın bürosu gibi yayın yapmaktadır.
'Çoğulculuk var, öyleyse özgür' mü dediniz?
Bütün bunlar olurken, hükümet yanlısı medyaya ‘’sadakat’’ üzerinden istihdam edilen bir kesim yazar, medyada eleştirinin serbest olduğu ve çoğulculuk bulunduğu gibi argümanlar ileri sürmektedir.
Medyada hükümeti eleştiren çok sayıda yorum köşesinin olduğu doğrudur, ama esas olarak felce uğratılan, sansürle engellenen, gazeteciliğin belkemiği olan ‘’haber’’dir. İfade özgürlüğü ile basın özgürlüğü, örtüşmekle birlikte, aynı şeyler değildir.
Dolayısıyla, bu argüman, çarpıtma ve saptırmadan ibarettir.
‘’Çoğulculuk var, doolayısıyla medya özgür’’ argümanına gelince, bu konuda en sağlıklı cevap, geçenlerde Birgün'e mülakat veren medyada sahiplik uzmanı Elda Brogi'den gelmekte.
Brogi şunları söylüyor:
‘’Dürüst olmak gerekirse Türkiye'deki durum hiç parlak değil. Ticari çıkarlarla basın iç içe geçmiş durumda. Biz AB ülkelerinde basına dair pek çok sorundan bahsediyoruz fakat Türkiye'deki sorunlar tüm bunların da ötesinde, daha büyük sorunlar. AB standartlarından çok uzak bir durumda Türkiye.
Türkiye'de sık sık birden çok gazetenin hükümet lehine aynı propaganda manşetiyle çıktığına tanık oluyoruz.
Bazen iki gazetenin aynı manşetle çıktığı, bir meseleyi aynı yerden ele aldığı olur ama sekiz gazetenin aynı siyasetçinin aynı sözlerini tırnak içine bile almadan propaganda yapmak için manşetine taşıdığını hiç görmedim. Bu dehşet verici.
Medyada çoğulculuğun sağlanması halkın farklı fikirlere ve düşüncelere ulaşabilmesi, bireylerin hakikati öğrenebilmesi, kendi kararlarını verebilmesi ve toplumun farklı kesimlerinin seslerini duyurabilmesi için çok önemlidir. Eğer medya bir grup insanın elinde toplanmışsa, yayınlarda yalnızca onların görüşleri hâkim olur.’’
Anlaşılacağı üzere, neresinden bakılırsa bakılsın alarm işareti veren bir sektör ve meslekle karşı karşıyayız.
3 Mayıs 2015 Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nün mesleğine gönül vermiş bütün Türkiye gazetecileri için bir uyanış, farkındalık ve dayanışma için vesile olmasını dilemekten başka bir seçeneğimiz yok.