Bulay, “30 Mart 2014 seçimlerinde İstanbul bitti”
P24’ün gazetecilik atölyelerinin Kentleşme konulu panelinde konuşan Sibel Bulay, “Son seçimlerde İstanbul bitti” dedi

13.05.2014
Başkanlığını Hasan Cemal'in yaptığı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün Bahçeşehir Üniversitesi ile birlikte düzenlediği "Nasıl Yapılıyor-Nasıl Yapmalı?" başlıklı gazetecilik atölyeleri ‘Kenletşme’ konusunun ele alındığı panelle geçtiğimiz Perşembe günü saat 14:00’da Bahçeşehir Üniversitesi Karaköy Kampusu’nda devam etti.
P24’ün kurucularından gazeteci Andrew Finkel ve Bahçeşehir Üniversitesi’nden Arş. Gör. Leyla Bektaş’ın moderatörlüğünde yapılan panelde, Radikal Gazetesi Haber Müdürü Ömer Erbil, İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Şehir Araştırmaları Merkezi Direktörü Prof. Dr. Murat Güvenç, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alessandra Ricci, EMBARQ Sürdürülebilir Ulaşım Derneği Kurucusu ve Yönetim Kurulu Üyesi Sibel Bulay sunum yaptı.
Açılış konuşmasını yapan gazeteci Andrew Finkel Türkiye’de mesleğe başladığı yıllardaki nüfusu ve şimdiki durumu değelendirdi. İstanbul’un 1960’lı yıllarda 1 buçuk milyon olduğunu anımsatan Finkel, “Köprü yoktu o zaman. Her 10 yılda İstanbul nüfus olarak 2 kat arttı. Gazeteci olarak 1989’da geldim Türkiye’ye. İlk önemli haberim; Bulgaristan’dan Türk Bulgarlar buraya göç ediyordu. 310 bin Türk Bulgar Türkiye’ye geliyordu. Kapıkule’de her iki saate bir tren ve o trenlerde 3bin kişi vardı. İkinci önemli haberim ise; Irak sınırında bir dağa çıktım. 2 bin küsür mülteci Irak savaşından kaçıyor ve Türkiye’ye geliyordu. Göçlerle birlikte Türkiye’de kırsal diye bir şey kalmadı ve hiçbir rejim çökmedi. Birkaç darbe oldu bir kaç hükümet düştü toplum tavırları değişti. Türkiye’de tüm olaylar kentleşme fenomeninden kaynaklanıyor. Din, siyaset, ev fiyatları, ekonomi… Her şey bu olgudan kaynaklanıyor” dedi.
Alessandra Ricci
“Türkiye’de kamusal arkeoloji yok”
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alessandra Ricci Türkiye’de arkeolojiye ilişkin haberlerin keşif haberleri ile sınırlı olduğunu belirtti. Alessandra Ricci şehir mirasını yorumlamanın herkesin elinde olduğunu belirterek gazetecilerin bu yöndeki girişimlerinin daha sık olması gerektiğini kaydetti.
P24 “Kentleşme ve habercilik” panelindeki sunumunda Marmaray inşaatında ortaya çıkan arkeolojik kalıntıları konu alan Alessandra Ricci şunları söyledi;
“Arkeoloji ile ilgili haberler yeni keşiflerle ilişkilendiriliyor, ancak arkeoloji sadece keşiflerle ilgili değil.”
“Türkiye’de kamusal arkeoloji yok. Batı ülkelerinde arkeolojinin elit kesimin icra ettiği bir meslek olmaktan çıkıp kamulaştı. 60’larda bir kırılmaya maruz kaldı. Ancak Türkiye’de sadece en düşük puan alan öğrenciler arkeoloji okuyor.”
“Şehrin sönmekte olan pratiklerine ilişkin haber yapılmıyor. Ayasofya cami olduktan sonra birçok flaş haber yapılacak ancak şu an kimse bu konuda haber yapmıyor.”
“Marmaray inşaatı sürecinde kazı yapılan her alanda kalıntılara rastlandı. Ancak bu arkeolojik yapılar kamu ile paylaşılmadı. Sadece gazetecilerin girmesine izin verildi.”
“Herkesin şehir mirasının yorumlanmasına katkıda bulunma gücü var. Herkes hikaye anlatıcı olabilir. Ama gazetecilerin de var ama bu yeterince sık olmuyor.”
Murat Güvenç;
“Türkiye’de kendi içinde göç girdabı oluşturan dört bölge var”
Türkiye’nin önde gelen şehir plancılarından Prof. Dr. Murat Güvenç’in kentin gelecekteki gelişimine ve mega projelere dair genel bir değerlendirme üzerine hazırladığı sunumunda gazeteci adaylarına kentsel olayların nasıl değerlendirilebileceğine dair kendi araştırma merkezi tarafından geliştirilen yenilikçi araçlar önerdi. İngilizcedeki ‘glorious thirties’ dönemine şehirler bağlamında ele alan Güvenç Avrupa’da şehirlere yatırılmarın yaptığını söyleyerek ekledi; ‘Şehirler büyük yatırımlarla birlikte banliyöleşiyor. 1960’lı yıllara baktığımızda, ittifakların üyesi olan Türkiye’nin şehirleri Avrupa’ya kıyasla berbat. Burada bütün şehrin sivil mimarisinin yıkılıp, şehrin içine patladığı, gelişemediği, otobüslerin çok kötü bir durumda olduğunu, suyun aklmadığını görüyoruz. 60’lar ve 70’lerin Türkiye’si felaketti. Evlerimizdeki banyolar yıkanmak için değil, su deposu veya tuvaletlere su dökmek için kullanılıyordu. Aynı dönemde aynı coğrafya üzerinde farklı farklı şeyler yaşanıyordu.”
Göçler konusunda son zamanlarda bitirdikleri araştırmayı anlatan Murat Güvenç herkesin sanıldığı gibi İstanbul’a gelmediğini, gelse de uzun süreyle kalmadığını belirtti. Türkiye’de kendi içinde göç girdabı oluşturan dört bölge olduğunu anlatan Güvenç ‘ İstanbul il e ilgili kuzeyde çalışan bir göç sistemi var, bir tane güneydoğu Çukurova sistemi var, bir tane İç Anadolu’da bir tane de Ege sistemi var. Ege bölgesinde sürekli olarak iç bölgesinden göç aldığı için ve o bölgedekilerin sürekli olarak mütedeyyim olmadıkları için İzmir CHP’nin yıkılmaz bir kalesi haline geliyor” dedi.
Aynı şekilde göçlerle seçim haritasını inceleyen Güvenç Ankara’yı değerlendirdi ve ekledi; “Ankara sürekli İç Anadolu’dan göç alıyor. İç Anadolu bölgesinde de hakim olan şehri bırakırsanız etrafı AK Parti ve MHP ile çevrili. Onun için Ankara’da insanlar ne kadar seferber olurlarsa olsun seçimde etraflarındaki büyük şeyi yenemiyor. Tayyip Bey son zamanlarda seçim alanlarının sırasıyla oynadı. Seçim çevrelerini etrafa doğru yaydı, yayınca bütün etrafın oyları içeriye doğru sayıldı. Böylece şehir merkezindeki sekülerlerin oyu çevreyi yenmeye yetmedi. Zaman içerisinde, kendi hayatımızı yaşarken farkında olmadan göç patternlerini yeni baştan üretiyoruz.”
“Son seçimlerde İstanbul bitti”
İstanbul’un metrobüs projesinin öncülerinden olan Sibel Bulay ise ulaşım ihtiyaçları konusunda halkın kavram yanılgısını ve Türkiye metropolitan alanlarındaki ulaşım politikalarını değerlendiriği bir sunum gerçekleştirdi.
Ulaşımı etkileyen konuların anlatımıyla başlayan sunumunda herkesin ulaşımı çok iyi bildiğini ve herkesin kendince bir çözümü olduğunu vurgulayan Bulay, ulaşımda en büyük sıkıntının sistemsel düşünmemekten kaynaklandığını söyledi.
Tarfik diyince ilk olarak aklımıza gelen modlar, trafik sıkışıklığı, yayalar, toplu taşıma, enerji verimliliği, iklim değişikliği ve bir çok maddeyi anlatan Bulay,
Bunların tamamına baktığımızda vatandaşı bu modaların hiçbirinin ilgilendirmediğini söyledi ve ekledi;
“Vatandaş olarak benim için önemli olan yaşamımı nasıl etkiliyor. Buradaki en önemli olay da zaman kaybı. Tüm yaşamsal faaliyetlerimiz esnasında ulaşım tabiki önemli fakat ulaşım konusu sadece negatif olduğu zaman dikkatimizi çekiyor. “
Ulaşımın etkilerine de değinen Bulay en büyük etkenin ilkim değişikliği olduğunu anlattı. Emlak piyasasında konutlar satılırken yazılan reklam metinlerini örnek gösteren Bulay, ‘Cennet ayaklarınızın altında, yemyeşil alanlar,’ gibi tanıtımlar yapılıyor. Fakat bunun sonucu ne? Aradığımız yeşili yok ediyoruz Yeşil alanlarımız bölük pörçük. Ki bu şekilde bir yerleşim inanılmaz bir enerji israfını da beraberinde getiriyor. Ekonomik bağımlılık, yakıt, klima kullanımı. Daha da önemlisi 8 sene içinde 1buçuk derece ısı artışı var. Sayı olarak küçük olabilir ama genelde inanılmaz büyük bir şey. Ve bu sayı hala ormanlar varken. Son seçimlerde İstanbul bitti” dedi.
Trafiğin kamu sağlığını da ciddi şekilde etlikediğini söyleyen Bulay sunumunda çocukların araçların yanından geçerken çektiği fotoğrafları göstererek, “Çocuklarımız o egzoz dumanlarını direk olarak ciğerlerine çekiyor. Bizim ulaşım politikalarımızla çocuklarımızı ciddi şekilde zehirliyoruz. Hatta İngiltere’de bir çalışma vardı. Trafiğin yoğun olduğu yollarda yaşayan çocukların ciğerleri artık gelişmiyor. Dolayısıyıla biz çocukarımızı hastalıklı bir geleceğe hazırlıyoruz” dedi.
“İstanbul iki toplantılık bir şehir”
Trafik sıkışıklı sebebiyle kaybolan saatlerin fazla olmasından şikayet eden Bulay,
“İstanbul şuan hala iki toplantılık bir şehir. Tüm gün içinde ancak 2 toplantıya gidebilirsiniz. Fakat bikaç yıl sonra sanıyorum bu sayı 1’e inecek. Bu da trafikte kaybettiğin zamandan dolayı” dedi. Tarfiğin kapanmasının en büyük sebebinin toplu taşıma yerine özel araç kullanımı olduğunu belirten Bulay, “İstanbul’da şahsi araç kullanımı yüzde 96 fakat taşıdığı yolcu oranı yüzde 27. Çok ciddi bir sistem bozukluğu var. Trafiği nasl rahatlatacağız? Hiçbir zaman hiçbir kentte trafik rahatlatılmaz. Ancak Londra gibi kent merkezine özel arabayla girerken vergi verirsen o zaman sayıyı azaltabiliyorsun. Trafik su gibidir. Bir yolda trafik biraz rahatladı mı o hemen duyulur. Trafik oradan akmaya başlar ve yoğunluk oluşur. Dolayısıyla belediyelerin işi trafiği rahatlatmak değil. Belediyelerin amacı kent içi insanların ulaşımını sağlamak. İnsanların erişimiyle trafik çok farklı olaylar. Hiçbir kentte yol inşa ederek trafik sorununu çözemezsiniz. Çünkü ne zaman bir yol yapsanız o trafiği tetikler” dedi.
Portland, San Fransisco ve Kore’den verdiği örneklerle yol yapmanın trafiği çözmediğini anlatan Bulay, Taksim’i de örnek gösterdi. Bir yılı aşkın süreyle trafiğe kapatılan Taksim’de insanların gitmek istediği yerlere bir şekilde gittiklerini ve bu durumun İstanbul’da trafiği yoğunlaştırmadığını söyleyen Bulay, Kent içi ulaşımın iki yolunun olduğunu ifade etti.
“Ya araç odaklı bir kent ki Ankara bu konuda büyük bir örnek. Bir de insan odaklı kent. Araç odaklı düşündüğün zaman düşünülen şey; bir an önce arabalar istedikleri yere gitsinler. İnsan odaklı kentte amaç, kent merkezi, insanların yaşam kalitesini artırabilieceği sosyalleşebileceği bir yerdir. Örneğin Kızılay önceden keyifli bir yerdi. Şuan kocaman bir otoyol halini aldı, bir sürü üst geçit yapıldı. Kusura bakma ben karşıya buradan geçmek istiyorum. İşim gücüm yok yarım kilometre yürüyeceğim merdiven çıkacağım falan. Nitekim insanlar bu üst geçitleri kullanmıyorlar. Ankara’da rekor sayıda üst geçit var. Avrupa’da alt ve üst geçitleri kaldırıyorlar. Çünkü insanlar kullanmıyorlar. Kuğulu Park merkez bir yer. İnsanların geçeceği bir yay yolu bile yok. İnsanlar ellerinde bebek pusetleriyle Allah’a emanet karşıya geçiyor. Bir insan karşıya geömek için ölümü göze almamalı” diye konuşan Bulay, yayaları hiçe sayarak yapılan yollların çözüm olmadığını ve daha fazla trafik sıkışıklığına yol açtığını söyledi.
Ankara kent meydanından yol örnekleri gösteren Bulay katılımcılara ‘Burası hiç gel burada yaşa’ diyor mu size? diye sordu.
Doktor Carlos Dora’nın yaptığı bir araştırmayı anlatan Bulay şöyle devam etti;
“Bir cadde düşünün. İki tarafında evler var. Günde iki bin araçın geçtiği yolda karşı tarafta 3 tanıdığım var, bu sayı günde 9 bine çıktığı zaman arkadaş sayısı 1.3’e iniyor. Sonuç olarak ne kadar çok araç geçerse o kadar mahalledeki sosyal bağlar yok ediliyor. Araba odaklı altyapıyı kurduğunuz zaman insanlara tek bir mesaj veriyorsunuz; ‘Hızlanın!’ Ciddi sayıda kazaların yüzde 70’i alt geçitlerde oluyor.”
“Ölüm garanti”
Kent içi ulaşımında kaza halinde yayaların ölme ihtmalinin 30 kilometreden fazla hızlarda arttığını vurgulayan Bulay, “Kent içi ulaşımının hız limiti 70 kilometre, ölüm garanti. Türkiye içinde kent içi ulaşımı bazı yerlerde trafik akışını rahatlatmak için 90 kilometreye çıkartıldı” diye konuştu.
Sunumunda hazırladığı haritalarla desteklediği konuşmasında 3. Köprünün büyük bir yalan olduğunu anlatan Bulay, 2010 ve 2023 ulaşım planlamasında İstanbullu’nun nereye yolculuk ettiğini ve gelecekte nereye yolculuk edeceğinin hesaplandığını fakat bu planlamada 3. Köprü güzergahının olduğu yerde hiçbir ihtiyat görmediğini vurguladı. Güzergahta toplu taşıma ihtiyacının da olmadığını ekleyen Bulay katılımcılardan o bölgedeki ağaç katliamını yerinde görmelerini istedi.
Marmaray ve Avrasya Tüneli karşılaştırması
Marmaray ve Avrasya Tüneli’ni toplu ulaşıma katkısı yönünden değerlendiren Bulay şunları söyledi;
“Maramaray 3 milyar dolara mal oldu, saatte 75 bin yolcu taşıyor. Avrasya tüneli Göztepe’den Kazlıçeşmeye kadar. 1 milyar dolar. Tüm gün 120 bin kişi taşıyacak. Tarihi dokuya zarar verecek. Oturdum ve ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporunu okudum. Neden yapıldığını merak ettim. Neden Avrasya Tüneli? Nedenlerini aynen şöyle söylemişler. ‘Mevcut yoğunluğu azaltmak için.’ Evet, yolculuk süresi azalacak. Ama ÇED raporundan Ek F8’de ‘projenin bir sonucu olarak trafikte bir artış olasılığı bulunmaktadır. Ben bunların kullandığı lisandan şunu öğrendim. Orada ‘Olasılığı’ diyor. Yani artacak. Çünkü araba trafiğini körüklüyor. Trafik hızlarında değişiklik ve tıkanıklık meydana gelecek. İstanbul yeteri kadar tıkanmıyor biraz daha tıkansın diye, kimsenin istemediği, -bir kişi hariç tabi- bir tüneli 1 milyar dolar harcayarak inşa ediyoruz. O paraya Türkiye’de ortalama 15 kilometre merto yaparsın ve o metroyla bir saatte ortalama 60 bin kişi taşır. Yani metroda iki saatte taşıyacağın kişiyi arabayla geçirmek için nelerden vazgeçiyoruz! Ek F sayfa F14, bunlar benim kelimelerim değil. Ordan direk aldım. Yazıyor ki; 2Yolun genişletilmesi nedeniyle bazı arazilere sürekli olarak ihtiyaç duyulmaktadır.’ Bu ne demek? Oradaki yolu genişletecekler ve oradaki kıyı parkı gidiyor. Park yok olacak demiyorlar. ‘Kıyı parkından da azalmayla toplam faydalanma oranında bir kayıp olma ihtimali mevcuttur’ diyorlar.
“Plan ve onama yetkisindeki karmaşa İstanbul’un sağlıklı yönetilmesine engel”
Panel konuşmacılarından Radikal Gazetesi Haber Müdür Ömer Erbil ise kent ve kent haberciliğini anlattığı konuşmasında kentsel dönüşümün saklı kalan yönlerini de katılımcılarla paylaştı. Kentleşme sürecinde Türkiye’nin geldiği durumu kısaca özetleyen Erbil İstanbul’un aldığı göçlere bakııldığında büyük değişim karşısında sosyal olgunun aynı kaldığını söyledi. 20 yıldır kültür varlıklarının korunması yönünde haberler yaptığını anlatan Erbil, Türkiye’de plan yapma ve onama yetkisinde bir karmaşa olduğunu vurgulayarak dvam etti; “İlçe belediyelerinden tutun büyükşehir belediyesine, kültür bakanlığı, çevre şehircilik bakanlığı, valilikler herkes plan yapabiliyor. Bir alanda yapacağınız bir işlemde karşınıza bambaşka planlar çıkıyor. Bu İstanbul’un sağlıklı bir biçimde yönetilmesine de engel.”
Yenikapı arkeoloji kazılarının sürecini anlatan Erbil kazıların 3 büyük tehlike atlattığını söyledi. Kazılarda İstanbul kent tarihi açısından önemli bulguların olduğunu vurgulayan Erbil süreci şöyle anlattı;
“İlk olarak kazılar Osmanlı konakları için başlamıştı. Sonra altından Bizans yapısı geldi ve sonra ilk batığı buldular. Sonra akla Theodosius Limanı geldi. Ama nerde olduğunu bilmiyorduk. Bu liman mı geliyor düşüncesiyle kazılar genişletildi. Batıklar bitince hem müze hem arkeolog camiası dedilerki ‘tamam artık deniz bitti, kazının sonuna geldik. Artık iş makineleri girebilir.’ Ama orada çalışan genç arkeolog arkadaşlar ‘hayır bunun altında da bir şehir olabilir. Marmara denizi henüz bir gölken, boğaz ayrılmamışken, bir yaşamın izlerine, neolitik dediğimiz çağlar öncesi döneme ait izler bulabiliriz, elle kazmaya devam edelim’ inadına karşılık, ‘yok olmaz, yedi yıl oldu hala mertoyu açamadık, engel oluyorsunuz yeter’ dediler. Burada bir şey söylemeden geçemeyeceğim. Çok değer verdiğim, malesef İstanbul Üniversitesi’nde Koç Üniversitesi’nde profesör hocalarımız da bu işin altına imza attılar. O gece kazıdaki genç arkeologlar sabaha kadar şüphelendikleri bir yerde kazıya başladılar. Bende kazı alanının dışındaydım. Sabahın ilk ışıklarında geldiler ve dedilerki ‘abi bulduk’. İlk urne tipi mezarı buldular. Yani bu neolitiğin geldiğini gösteren ilk haberciydi. İş makineleri o gün gelmişti kapıya ama durdular. Giremediler. İkinci büyük tehlike; ayak izleri bulundu, inanılmaz güzel haberler geliyor. İstanbul kent tarihi için inanılmaz güzel şeyler oluyor. Bu kez de ‘Artık neolitiği de buldunuz, ne yapacaksınız. İş makineleriyle girelim’ dediler. ‘Aman girmeyin, yapmayın’ dedik. Bugün oradan 7 tane batık çıktı. O batıklarla dünyada en iyi bizans flosuna sahibiz. 37 tane batık çıktı. ‘Artık her şey bitti’ dediler, ‘Para da bitti’ dediler. 40 bin kasa malzeme var çıkarılan. Basın manşetlerina taşıdı. Ve bu haberlerden sonar ek ödeme çıktı. Şimdi yeniden çalışmalar devam ediyor.”