Bir akademisyenin internet aktivisti olarak hikâyesi

“O ‘çoklu-paydaş’ diye övünülen denklemde ağır basan ne yazık ki sadece devletler ve dev şirketler…”

P24

07.09.2014

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da İnternet Yönetişimi Forumu (Internet Governance Forum-IGF) adı altında dev bir buluşma gerçekleşti. Konuya uzak olanlar için kısaca bahsetmekte yarar var. Bu forum binlerce şirket, sivil toplum örgütü, aktivist, akademisyen, hükümet yetkilerinin buluştuğu ve Birleşmiş Milletler çatısı altında interneti pek çok açıdan masaya yatıran kapsamlı bir toplantılar dizisi. Bu durumu tanımlamak için çok pırıltılı bir başlık da bulunmuş: “Küresel Çoklu Paydaşlar” arası diyalog.

Şimdi dilerseniz işin bu herkesçe bilinen kısmını bir kenara bırakalım ve Freedom House delegesi olarak bir haftalık IGF serüvenimi sizlere aktarmaya çalışayım. Freedom House basın özgürlüğü raporlarıyla o dönemki Başbakanı şimdilerin Cumhurbaşkanını oldukça öfkelendiren Washington bazlı, uluslararası bir kuruluş. Onun Türkiye delegesi olmak aslında Türkiye’deki internet sorunlarının küresel platformda tartışılmasını sağlamak anlamına geliyor.

İlk gün IGF’in başlamasına denk düşürerek kamuoyuna açıklanan ve benim de yazılmasına katkıda bulunduğum Freedom House Internet Raporu’nu da (http://freedomhouse.org/report/special-reports/struggle-turkeys-internet#.VAwoABYjxvY) koltuğumuzun altına alıp Lütfi Kırdar Kongre Merkezinin yolunu tutuyoruz. Kongre alanı yoğun güvenlik ağı altında. O her resmi toplantılarda görünen koyu renk takım elbiseli ve sivri burunlu ayakkabılı erkekler ciddiyetle etrafı süzüyor. Önce Türk güvenlik şirketinden, sonra da BM’in güvenlik ekibinden geçerek salona girebiliyorsunuz; ne de olsa burası bir haftalığına Birleşmiş Milletler toprağı.  “Bir dakika biz Bakanlıktan geliyoruz, açılın” diye uzun güvenlik kuyruğunu atlayarak öne geçmek isteyen Türk görevlileri hiç dikkate almayan BM polisinin tavrından burada işlerin pek öyle alıştığımız şekillerde yürümediğini hemen anlıyoruz. Bakanlıktan gelenler somurtup tekrar sıraya giriyorlar, içlerinden birisi “BM’in yaptığı organizasyon işte bu kadar olur” diye homurdanıyor.

Etkinlik sırasında hiçbir sivil toplum örgütünün ülke raporunun dağıtımına izin verilmiyor. Aynı şekilde sadece tek bir ülke üzerine yoğunlaşan toplantı, panel ve atölye çalışmasına da izin yok. Anlayacağınız Türkiye gibi internet özgürlüğü konusunun son derece sorunlu olduğu bir ülkede bu konuları gündeme getirmenin yolu engellenmiş vaziyette. Oysa devletler kendi propagandalarını fütursuzca yapabiliyorlar. En baskıcı ülkelerin insan hakları ve özgürlüklere dokunmayan, etkileyici istatistiksel rakamlara boğulmuş ve dijital altyapılarına övgüler yağdırılmış raporları stantlarda katılımcılara dağıtılıyor.  İşin özü o “çoklu-paydaş” diye övünülen denklemde ağır basan ne yazık ki sadece devletler ve dev şirketler. İnternet özgürlüğünü savunan sivil toplum örgütleri, aktivistler ve kullanıcıların sesi iyice kısılmaya çalışılmış. Burası hızlıca kartların alıp verildiği dev bir fuar gibi. Şirket dünyasının bu havalı profili akademik konferanslarda rastlanan bir kitle de değil kuşkusuz.

Biz farklı ülkelerden gelen Freedom House delegeleri olarak bir hafta boyunca Facebook, Google, Twitter gibi şirketlerin üst düzey yetkilileriyle, internet özgürlüğüne destek veren devletlerin bürokratlarıyla, sivil toplum örgütleriyle küçük kapalı toplantılar yapma olanağı bulduk. Bu belki de delege olmanın en avantajlı yanıydı. Mesela Facebook yetkilisinin suratına “neden Ötekilerin Postası’nı zırt pırt kapatıyorsunuz?” diye sorabilme hazzı paha biçilemezdi. Ya da Twitter yetkililerine haklarındaki Türkiye’deki algının  gittikçe kötüye gittiğini anlatmak da epeyce zevkliydi. Söylediklerimizi ne kadar dikkate alırlar bilinmez ama biz Freedom House delegasyonu olarak pek çok faninin ulaşamayacağı önemli şahsiyetlerle bire bir görüşebildik ve raporumuzu onlara iletebildik. Bu da bizlerin kişisel tatmini oldu açıkçası.

Bir de alternatif etkinlik vardı…

IGF bütün görkemi ve yetersiz içeriğiyle sürüp giderken İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsünde IGF’de konuşulmayanlara inat alternatif bir etkinlik düzenledi. İronik bir biçimde “Yönetişilemeyen İnternet Forumu” (Internet Ungovernance Forum) bu kez sadece özgürlük, sansür, denetim, gözetleme gibi meselelere yoğunlaşmayı hedefliyordu.

IGF’in şirketvari ciddi havasından kaçamak yapıp buraya da uğramadan edemedim. Bu etkinlikte katılımcı profili ise bambaşkaydı. Üzerlerinde gotik çizimler olan siyah t-shirtlü, dağınık görünüşlü, ekrana bakmaktan yorulmuş gözlü pek çok genç insan öfkeyle dev şirketlerin şeytani planlarını anlatmakla meşguldü. Burası da bambaşka bir âlemdi doğrusu. Kendimi bu pek çözüm önermeyen, çokça karanlık ergen söylemine de yakın hissedemedim. İkisinin arasında daha serinkanlı, gerçekçi, ama aynı zamanda tutkuyla özgürlüklerin savunulduğu ve somut getirileri olan bir platform bu kadar zor muydu? Aslında bu iki uç nokta bir hafta boyunca birbirini içerik anlamında tamamladı. Sonuçta en azında Freedom House gibi ifade özgürlüğü örgütlerinin mücadele verdiği amaçlar bu genç aktivistlerle paraleldi.

IGF 2012’de Bakü’de yapılmış ve geçen iki sene içinde Azerbaycan’da internet dahil tüm özgürlükler fena halde gerileme göstermiş. Umalım ki IGF sonrası Türkiye’de internet daha da kıskaca girmesin. Bunun mücadelesi için çok uzun ve çetrefil bir süreç bizi bekliyor.