“Yeni” Türkiye’de “İçerideki Düşman”: Gazeteciler
“Türkiye hükümetinin gazetecileri hedef alması tehlikeli bir şekilde sıradanlaşmaya başladı…”

26.09.2014
Haaretz, 23.09.2014
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olmasının üzerinden daha bir ay bile geçmedi. Kampanyası boyunca, zaferiyle birlikte “yeni” Türkiye’nin gün gibi doğacağı mantrasını tekrarladı durdu. Ne yazık ki Türkiye hükümetinin siyasetini eleştiren gazeteciler için ülke bir ay önce nasılsa, hâlâ öyle; içeride düşman olarak görüldükleri, tehditlere, lanetlemelere ve lekelemelere maruz kaldıkları bir yer.
Daha geçen hafta New York Times muhabiri Ceylan Yeğinsu, IŞİD’in Ankara’daki militan toplama merkezi üzerine derinlikli bir haber yayımladı. Haber etkileyici bir okumaydı ve Yeğinsu’nun şu cümlesini temel alıyordu: “Ankara’nın turistik bölgesinin kalbinde köhne bir mahalle, Hacıbayram. Son bir yılda IŞİD’in militan toplama üssüne dönüştü.” Haber özetle, bir zamanlar uyuşturucu bağımlısı olan kimselerin nasıl IŞİD saflarına katıldığına dair dengeli bir bakış açısı sunuyordu.
Haberi okuduktan sonra ilk düşündüğüm, bunun cesur bir gazetecilik işi olduğuydu. Fakat muhabirin haberi yayınlaması kadar, Türkiye’deki Erdoğan yanlısı kesimlerin nefret ve hakaret saldırılarını tetikleyerek kendini riske attığı için de cesur bir hareketti. Üstelik daha birkaç gün öncesinde Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’ye, IŞİD kontrolündeki bölgelerden Türkiye’ye petrol sevkıyatıyla ilgili bir başka New York Times haberi üzerinde, Amerikan medyasının Türkiye’ye karşı kampanya başlattığıyla ilgili dert yanmışken.
Yeğinsu’nun haberinin yayımlanmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan öfkesini dile getirmekte hiç vakit kaybetmedi; özellikle, kişisel olarak onu suçlarcasına haberde, kendisi ve yeni atanan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun aynı mahalledeki bir camiden çıkarken çekilmiş fotoğrafının kullanılmasına sinirlenmişti. Açıkçası bir okur olarak bu bağlantıyı hiç kurmadım. Ancak Erdoğan haberle ilgili olarak, “alçakça, adice ve edepsizlik” yorumunda bulundu ve bunun üzerine New York Times hatasını kabul ederek fotoğrafı kaldırdı, Yeğinsu da haklı olarak Twitter’dan, “Beni kişisel olarak hedef alan herkese: Ne fotoğraflar ne de fotoğrafaltı benim sorumluluğumda değil,” şeklinde mesaj yayımladı.
New York Times’ın düzeltmesine rağmen Yeğinsu tehditlerle topa tutuldu. Birinci sayfadan Yeğinsu’nun fotoğrafını basan hükümet yanlısı Takvim gazesi, haberin sahibinin “Türk kızı” olmasına vurgu yapıyordu. Bir başka deyişle bu, bir yabancının Türkiye’ye haksızlık etmesi değildi, yurt dışında eğitim görmüş ve seçkin bir aileden gelen bir Türkün ihanetiydi. New York Times Yayın Yönetmeni Dean Banquet hiç vakit kaybetmeden Yeğinsu’ya yönelik kampanyayı kınayan bir açıklama yayınladı ve Türkiye’ye, artan tehditleri dikkate alarak çalışanlarını koruma çağrısında bulundu.
Ne yazık ki NYT’ye yönelik kampanya münferit bir vaka değil. Geçen yılki Gezi protestolarından bu yana Erdoğan sürekli olarak uluslararası medyayı Türkiye’ye karşı kampanya yürütmekle suçluyor. Tıkır tıkır çalışan bir karalama makinesi gibi, gazeteciler halka açık toplantılarda ve sosyal medyada sürekli hedef haline geliyor. Sahnede gazetecileri suçlayan Erdoğan değilse, AKP’nin üst kademelerinden dostları, Türkiye’deki çoğu siyasi tartışmanın vuku bulduğu Twitter’dan başlayarak bu makineyi harekete geçiriyor. Bir kez Twitter âlemine çıktı mı, AKP trolleri hükümet karşıtı olarak gördükleri her kim ise ona saldırmak için fırsatı kaçırmıyor. Çoğunlukla bunun ardından hükümet yanlısı basın devreye giriyor ve gazetelerinin birinci sayfalarında ya da internet sitelerinde isimler, kişisel bilgiler, fotoğraflar yayınlıyor.
Sadece NYT değil, yabancı haber ajanslarına çalışan çok sayıda Türkiyeli kadın gazeteci bu yolla saldırgan bir şekilde trolleniyor. Gezi protestoları sırasında Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek “İngiliz ajanı” olmakla suçladığı BBC muhabiri Selin Girit’e karşı bir Twitter kampanyası başlatmıştı.
Erdoğan da geçen mayıs ayında, aynı haber kuruluşu için çalışan Rengin Aslan’ı hedef almış, haberde hükümete tepkilerini dile getiren yaslı aile yakınlarının parayla çalıştırılan figüranlar olduğunu öne sürmüştü. Erdoğan’ın, Aslan’a yönelik karalama kampanyasını başlatan hükümet yanlısı medyanın yalan haberlerinin gazına geldiği görülüyor.
Bir başka kampanya da geçen ağustosta Economist muhabiri ve Taraf gazetesi yazarı Amberin Zaman’a yönelik başlatılmıştı. Bir söyleşide yaptığı açıklamaya cevaben Erdoğan, Zaman’a “gazeteci kılıklı bir militan” diyerek, “yerini bilmesi gerektiğini” söylemişti. Bu sindirme politikaları sadece yabancı basın için çalışan kadınlara yönelik olmuyor. Türkiye’deki eleştirel seslerden biri olan Ceyda Karan’a da yerini bilmesiyle ilgili bir ders verilmiş ve o da geçen yaz kendisine yönelik başlatılan kampanyadan nasibini almıştı.
Kadın gazetecilere yönelik saldırılarda kadın nefreti eğilimi açıkça görülebilirken, bazı erkek yabancı muhabirler de sözlü olarak saldırıya uğruyor. Türkiye hükümetinin gazetecileri hedef alması tehlikeli bir şekilde sıradanlaşmaya başladı. Gezi Parkı protestolarının birinci yıldönümde Taksim Meydanı’nda haber yaparken kısa süreli olarak gözaltına alınan CNN muhabiri Ivan Watson, Erdoğan’ın hakaretlerine maruz kalmıştı. Der Spiegel, Soma’daki maden faciasıyla ilgili eleştirel haberinin ardından “yüzlerce ölüm tehdidi” alan muhabiri Hasnain Kazim’i Türkiye’den çekti.
Fazla söze gerek yok, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve şürekasının gazetecilere yönelik saldırıları, Türkiye’nin demokratik değerlerinden saparak daha otoriter bir sisteme yöneldiğinin işaretlerinden sadece biri. Bu, 2011-2013 yılları arasında, cezaevindeki gazeteci sayısıyla üzücü bir dünya rekoruna sahip olan Türkiye’deki hâlihazırda vahim olan gazeteciliğin durumunu daha da zorlaştırıyor.
Dahası, hükümet yanlısı basının çoğu ve devlete bağlı Anadolu Ajansı, hükümetin sözcülüğünü yaparken, Türkiye, gazeteciler için nasıl bir tehlike oluşturduğunu ya da ülkenin itibarını nasıl etkileyeceğine bakmaksızın yabancı basını terbiye etmeye çalışmayı sürdürecek gibi görünüyor. Tarihinde gazetecilere yönelik şiddet olan bir ülke için bu çok daha endişe verici. Gerçek şu ki, yedi yıl önce öldürülen Ermeni-Türk gazeteci Hrant Dink’in tetikçisi yakalandı, ancak arkasında kimin olduğuna dair bir mahkeme kararı halen verilmiş değil.
İşte bu nedenle, Yeğinsu vakasındaki gibi, gazetecilere yönelik tehditler ciddiye alınmalı. Erdoğan’ın artık bu kampanyaya son vermesi ve hem kişisel olarak hem de etkilediği medya kuruluşları üzerinden böylesi organize saldırılara karşı çıkması gerekir.
Siyasi çıkarlar için nefret söylemini teşvik etmek ile dizginleri eline almaya karar vermek arasında ince bir çizgi var. Eğer bu “Yeni Türkiye” ise, ben, özellikle gelecek için umut işaretleri görmekte güçlük çekiyorum. Şimdilik umalım da gündemin sürekli değişmesi, IŞİD’in 49 Türk rehineyi serbest bırakmasıyla Yeğinsu, kendini ve diğer eleştirel sesleri devlet düşmanı olarak gören Türkiye hükümetinden daha fazla baskıya maruz kalmadan kendi önemli işinin başına dönsün.